Bilal Akar
Geçtiğimiz gün Brno’da bir “Romeo ve Juliet” temsili izleme imkanım oldu. Oyun dair izlenimlerimi paylaşmadan önce Brno’nun teatral hayatına dair birkaç ayrıntı vermek istiyorum. Brno, Çek Cumhuriyeti’nin güneyinde yaklaşık 300 bin nüfuslu bir şehir. Mimari ve planlama açısından Doğu Avrupa ile Batı Avrupa tarzlarının bir karışımı denilebilir. Yerleşimlerin çoğu Sovyet mimarisinin özelliklerini taşısa da tahmin edilebileceği gibi, kiliseler, müzeler, üniversite-devlet binaları ve özellikle tiyatrolar daha önceki dönemlerin Alman mimari anlayışını yansıtıyor. Şehirdeki tiyatro sahne sayısını tam bilmesem de farklı büyüklüklerde yaklaşık 7-8 tane sahne mevcut. Hemen her gün çeşitli oyunlar, operalar ve müzikaller gösterimde. Bu çeşitlilik sadece Çek tiyatrosunu değil dünya klasiklerini ve henüz klasik olarak adlandırılmayan popüler yapıtları da ihtiva ediyor.
Oyunu izlediğim sahne Mahenovo Divadlo’nun ilginç bir özelliği daha var: Avrupa’da elektriğin ilk kullanıldığı tiyatro sahnesi. Yapının elektrik sistemi bizzat Edison’un asistanları tarafından kurulmuş. -Edison, Tesla’ya çok büyük ayıp etti!- Sahne yaklaşık 15 metre en ve 20 metre derinliğe sahip. Seyirci kısmı ise U şeklinde inşa edilmiş ve toplam yüksekliği 15-20 metreyi bulan 4 katlı bir locaya sahip. Eğer sahnenin arkasında da seyirci kısmı bulunsaydı tam bir Shakespeare dönemi sahnesi olarak nitelendirilebilirdi. Ve tabi ki her katta oldukça geniş fuaye alanları. Tabi böyle bir sahne Türkiye’de olsaydı tam AVM’lik olarak da nitelendirilebilirdi. Hayal edin locaların ilk 2 katı çeşitli giyim firmalarının reyonları, fuaye alanlarında iç mağazalar, daha üst katlar bowling ve yeme içme salonları, en tepede bir Saray Muhallebicisi, sahne yerine de bir buz pisti konduruldu mu tadından yenmez. Sonra da önüne bir tabela: Bu bina evvel zaman içinde Mahenovo Divadlo’ya ev sahipliği yapmıştır. Mahenovo’dan Emek’e selamlar…
Romeo ve Juliet, Zdeněk Černín tarafından yönetilmiş, daha detaylı bilgi için ilgili linke bakılabilir[1]. Yaklaşık 2 saat süren gösterimde, oyunun yapısına genel olarak sadık kalınmış. Sadece bir ön oyun niteliğinde bir ekleme mevcut. Oyunu iki yaşlı oyuncu anlatıcı rolünde açıyor, sonra iki genç gelip daha hareketli açılması lazım diyerek tartışmaya başlıyorlar. Büyük perde açılıp yirmi metre derinlikte eskrim çalışan veya kostümler için kavga eden bir kumpanya görülüyor. Daha sonra yönetmen gelip kargaşayı sona erdirip, rolleri dağıtıp, bizi izlemeye gelen insanları görmüyor musunuz diyerek oyunu başlatıyor. Fakat oyuna yapılan bu ekleme tam anlamıyla bir “ekleme” halinde kalmış. Ne oyunun içerisinde bu kumpanyanın oynadıkları oyunla olan ilişkisine dair bir şey görüyoruz ne de oyunun sonunda buna dair bir tavır. Eğer bir ekleme yapılacaksa bunun hakkı verilmelidir aksi takdirde oyuna yorum getiren bir reji buluşu yerine eklektik bir başlangıç hilesi niteliğini aşamıyor.
Oyunun en büyük sorunu ilk yirmi dakikası. Oyun bir türlü açılamıyor, yirmi dakika boyunca ritmini arayıp duruyor. Özellikle az kişilik sahnelerde oyuncular sahnenin büyüklüğünün verdiği rahatlıktan olsa gerek ritmi oldukça düşük tutarak oynuyorlar. Öyle ki bir süre sonra yorulan seyirci takip edememeye başlıyor. Bunun bir sebebi ise tercih edilen üslup. Seyirci içinden yapılan antreler ve Romeo’nun arkadaşlarının Romeo’dan bahsederken seyirciyle konuşarak onları oyuna ve hikayeye dahil etmeye hazırlamaya çalışılıyor. Ancak bu kısım, sadece zemin kattaki seyirciye yönelik oynanıyor. Sebep bu kısmın bilet ücretlerinin en yüksek olmasından mı yoksa mizansen kolaylığından mı bilemiyorum. Biz, üst localardaki fakirler ancak yirmi dakika sonra oyuna dahil olabiliyoruz. Ancak bu noktadan sonra açılan iki perdelik oyun bir kaç sahne dışında yüksek seviyede bir izlenirlik tutturuyor.
Sahneleme üstüne ise oldukça düşünülmüş. Bütün sahne, kırmızı kaplanmış, zemin duvarlar. Arka da ise kimi zaman gölge oyunlarının yapıldığı kimi zaman ise Verona manzarası yansıtılan bir perde mevcut. Esasında bu yansıtmalar yapılma da atmosfer yaratılıyor ve bu görüntüler üsluptan ayrıksı duruyor. Yönetmen Zdeněk Černín, ışığı ise mükemmel kullanıyor. Sahneye derinlemesine yerleştirilmiş pencerelerle sokaklar oluşturulurken, ince uzun ışıklarla yapılan yollar… Işık, sahne tasarımının en büyük parçası ki bu sayede minimal dekorlarla sahneler canlandırılabiliyor. Türkiye’de görmeye alıştığımız devasa dekorlar ve bu yüzden uzayan “black out”lar oyunda kendine yer bulmamış ki bu da takip edilirliği oldukça kolaylaştırmış.
Oyunculuklar ise oldukça dozunda. Özellikle Romeo ve arkadaşları odağının az oyunculu sahnelerdeki ritim ayarlamaları ve Juliet’in dadısının performansı hem hikayeyi takip ederken yormuyor hem de oyunun izlenirliğini bir kat yukarı taşıyor. Kanaatimce, böylesine büyük ve uzun oyunlarda yan tiplemelerin başarılı yorumlanması ve icra edilmeleri her zaman çatı karakterlerin hikayeyi aktarmaları kadar önemli olmuştur.
Zdeněk Černín’in oyun yorumu izlenmeyi hak eden bir yapım olmuş ki tiyatro seyircisi de bunun hakkını vererek oyunu doldurmaya devam ediyor.