İsveç Bibu Çocuk ve Gençlik Tiyatroları Bienali
5-9 Mayıs tarihlerinde İsveç’in Lund şehrinde gerçekleşen Bibu Çocuk ve Gençlik Tiyatroları Bienali’ne İsveç Enstitüsü’nün davetiyle Beril Boz ve Nihal Kuyumcu ile birlikte katıldık.
Ekim ayında, Tülin Hoca’mızın sanıyorum birkaç yıldır süren çabaları sonunda, iSVEÇ ASSTİEJ başkanı Bernt ve Lena ile çocuk tiyatrosu üzerine bir workshop gerçekleştirdik. Bu davet, yapılan workshop’a bağlı olarak, İsveç Enstitüsü’nün uluslararası işbirliği,iletişim çalışması kapsamında Ruanda ve Kosova ile birlikte Türkiye ASSİTEJ’ine yapılan bir davetti. İlk üç gün biz ve diğer iki ülkeden arkadaşlar ülkelerimizdeki çocuk tiyatrosu üzerine birer sunum yaptık. Atölyeyi gerçekleştirenlerle birlikte workshop’dan söz ettik ve işbirliği ve paylaşımın anlamı üzerine konuştuk.
Aşağıda izlediğim oyunların çoğunu serbest bir biçimde anlattım. Konularını, öykülerini anlatmaya gayret ettim. Etkilendiğim buluşları yazdım vs. İnternet sitelerinden de bir çok bilgi bulabilirsiniz, bazılarının video sitelerinde de görüntüleri var; örneğin NORRDANS’I izleyebilirsiniz. Bazı tiyatroların çocuklar ve gençler için başka bir çok projeleri de var.
KATTEN&MASEN (The cat and the seagull) –TEATER SAGOHUSET
http://www.sagohuset.nu/
ülke:İsveç/Lund
yaş grubu : 5+
Alman yazar Louis Sepulveda’nın Can Yayınları’ndan çıkan, Türkçe’ye Saadet Özen tarafından “Martıya Uçma Öğreten Kedi” adıyla da çevrilen hikayesidir: Bir ev kedisi, kanatlarına petrol bulanmış ve bu nedenle ölmek üzere bir martı bulur balkonlarında, kurtarmaya çalışır, ancak bu mümkün olmaz ve ölen martı ardında bir yumurta bırakır. Zorba adlı bu kedi, martıdan yadigar yavrunun tüm sorumluluğunu alır ve arkadaşlarıyla birlikte onu korumak ve uçmayı öğretmek için bir çok maceraya atılırlar. Sevgi dolu ve maceralı, eğlenceli ve çok romantik bir hikaye.
Oyunu Lund Devlet Tiyatrosu salonunda izledik. Ancak sonradan öğrendiğime göre Sagohuset özel bir tiyatro.
Dekor, oyunun başında Anne martı ve sonunda Çocuk martının uçtuğu gökyüzü, boş alanı belirleyen beyaz parçaları tüllerle oluşturulmuştu. Gökyüzünü ve uçma atmosferini tamamladığını söyleyebilirim. Ardından sahneye üçgen prizma biçiminde sırt tarafı alüminyum levhalardan ve iç tarafı iç mekan olmak üzere yapılmış, 4 parça 3 metre yüksekliğinde tekerlekli bloklar geldi.
İç mekan, hikayede martıya uçma öğretecek bir kitap aradıkları, Denizcinin kayıp eşyalarla dolu harika mekanı idi. Kırmızı kadife duvarlarıyla, bir çok ilginç objeyi barındıran iç mekan, okuduğum hikayedeki atmosferden farklı olarak tertemiz ve düzenli çizilmişti.
Alüminyum duvarların altında açılan kapılardan farelerin çıkması, iki blok arasında sıkışan kedinin durumuyla ara sokak havası verilmesi hoştu.
Oyunun sonunda martının gökyüzünde yükselmesini anlatabilmek için, duvarların önünde duran kedilerin yavaşça sırtlarıyla duvarı iterek arkaya doğru ilerlemeleri hoş bir yarı uzaklaşma illüzyonu yarattı.
Peluş kedi ve fare kostümleri günlük kıyafetlerle tamamlanmıştı. Martının kostümünün daha yalın ve işlevsel göründüğünü söylemeliyim. Martının kostüm ve kanatlarının plastik bir malzemeden yapılması nedeniyle; martının uçma çalışmaları sırasında kanat sesi efekti kollarını, kanatlarını çırpması sayesinde gerçekleşti.
Festival boyunca, çocuk seyirciyle izlediğimiz nadir oyunlardandı. Çocukların genel olarak dikkatle izlediklerini söyleyebilirim. Sanıyorum hikayenin eğlenceli, duygusal ve sürükleyici yapısı yanında, küçük martı ile kurdukları duygusal bağ onları etkiledi. Martının kediler büyüttüğü için kendisinin martı olduğunu kabul etmek istemeyişi, kedi ve arkadaşlarının ona sahip çıkışı, sokağa ve tehlikeye alışık olmayan ev kedisinin bu küçük için özverisi, çocuk dünyası için önemli duygusal unsurlar olarak oyunda yer alıyordu. Öte yandan sürekli merak öğesini ayakta tutan bir soru doğuyordu. Evdeki kadın ya yumurtayı bulursa? Fareler ya martıyı yerse? Martı kedi olmadığını anlayacak mı? Onlar ona uçma öğretecek kitabı bulabilecek mi? İnsan kedi konuşunca ne yapacak? Sonunda martı uçabilecek mi?
Çocukları ilgilendiren bir teması olan sağlam bir hikayenin, özenle gerçekleştirildiğinde müthiş sürprizleri olmasa da, uygun yaş grubuna oynanmak koşuluyla, seyircisinin ilgisini ayakta tutar diye bir sonuca vardım.
Bizdeki çocuk öykücülüğünün gelişimi de biz tiyatro yapımcıları için önemli. Andersen’in peşini bırakıp keşke biraz kendi çağdaş öykücülerimizin ve Avrupalı çağdaş çocuk kitapları yazarlarının öykülerini odağımıza alsak, yeni oyun yazarlarımızın yetişmesi için destek olabilsek dedim.
Ancak hikayeyi bilmeme rağmen bu İsveçce oynanan, festivalin gerçekleştiği Lund kentine ait tiyatronun oyunculuk biçemi ve teatrel bakışı bana haz vermedi. İki genç oyuncu dışında diğerleri tüm halleriyle bizim ezberden oynayan oyuncuları anımsattılar bana. Müthiş enerjisizdi.
LOVE OCH CİRKUSFÅGLARNA (LOVE AND THE CİRCUS BİRDS)
SAGOHUSET THEATRE
YAŞ GRUBU : 6-12
Sabah fotoğrafına aldanıp, koşarak gittim izlemeye. Tiyatro binaları o kadar şirindi ki görünce hayran kaldım. Sahneni hemzemin olup, seyir yerinin yükseltildiği 100-150 kişilik bir salon ve bir fuayeden oluşuyor. Salonun kubbe biçiminde bombeli tavanı tümüyle spotlarla doluydu.
Bu oyun teması ve tek tek görsel olarak güzel öğeleriyle, teknik anlamda heveslendirici bir oyun olmakla birlikte onu sıradanlaştıran bir klişeler yumağıydı. Avrupa oyunları içinde şimdiye değin gördüğüm en neşesiz, hem de sirkten ayrılmış iki palyoçuyu oynayan, en neşesiz oyunculardı. Çocuğun uzun tiradı -gerçekten çok da gençti- bana hiçbir titreşim vermedi. Oysa İsveçce anlamasam da; çocuk eminim sevgisiz hayatı üzerine çok ciddi şeyler paylaşıyordu.
Oyunda ortada insan boyunda kocaman bir çamaşır kurutma makinesi vardı. Mutsuz ve sıkıntılı bir çocuk konuşmaya başladı. Dışarıdan anne ve babası olduğunu tahmin ettiğim bir kadın ve adamın konuşmaları duyulurken; kocaman bir nefes aldı, yanaklarını şişirdi ve sustu. Sesler yükselince, kapişonunu da çekip, iyice yüzü görünmez halde tiradına devam etti. Çamaşır makinesinin üzerine sevgiyle ilgili bir söz yazdı ve çıktı. Bu arada; nasıl ve nereden geldiğini anlamadığım iki palyaço, ellerinde sirk malzemeleri dolu iki dolu çantayla ve el fenerleriyle sahneye girdi. Çocukla karşılaşmaları sırasında; karşılıklı korkma, mekanın kime ait olduğunun karışması gibi değişik türükler yaptılar. Eğlenmediler ve biz de eğlenmedik.
Müthiş sirk akrobatları Abra ve Kadabra olarak gösterilerini yaparken ki beceriksizliklerinden emeklilik vakitlerinin gelmiş olduğu anlaşılıyordu. Bu anda, gerçekten yaşlıca kadın oyuncunun umudu; büyük bir çabadan umutsuzluğa geçişi, canlı biçimde yaşadığını ve yaşattığını görmek ilginçti. Bunun gibi bir de Juliet oynadığı an vardı.Onun dışında ezberlediği bir şeyi, kendinden vazgeçmiş bir zanaatkar gibi ezbere yapan biriydi.
İki palyaço top çevirme, tül çevirme gibi şovlar, illüzyonlar yaparken çocuğun morali de yükseldi, keyfi yerine geldi, aralarında bir sevgi bağı oluştu. O da denemek, değişik kostümler giymek istedi. Hatta bıyıklı, erkek oynayan kadın oyuncuyu rol -model aldığını tam da onun hareketlerini tekrar ederek onu dinleyip, onun gibi bir söz söylemeye çalışırken gördük. Onlar eğlenirken ana ve babanın sıkıntılı, üzüntülü konuşmaları gelince çocuk yine yanaklarını şişirip, kapişonunu çekti. Bunun üzerine kısaca konuştular. Çocuk ve palyaçolar kadın ve erkeği oynamaya başladılar, kadın erkek ve erkek kadın oynuyordu. Romeo ve Juliet’ten bir sahneyi önce abartarak oynamaya başladılar ve ardından yine kadın oyuncunun gerçekten Juliet oynadığını gördüm.Çocuk arada eşyalarını toplayıp onlara katılmak onlarla gitmek istediğini belirtti. Ardından palyaçolar anne ve babanın çaresiz bir anını oynadılar. Babayı oynayan, ağlamaya başladığında; çocuk onunla bağ kurdu ve ağlamasına üzüldü. Çocukta oyunun içine girdi. Oyun sanki bir psikodrama seansına dönüştü. Palyaçolar eşyalarını alıp gitti ve çocuk anne babasının bağrışmaları geldiğinde; bu sefer kapişonunu çekmedi. Makinenin üzerindeki yazıyı koluyla silip çıktı.
Makinenin üzerine oturdukları an, orada açtıkları içi neon ışıkları ile süslü şemsiye ya da çocuğun da makineye girdiği an, eşyalar, enteresan kostümler ilgi çekici fotoğraflar oluşturuyordu. Oyunda böyle çok fotoğraf olduğunu söyleyebilirim.
Makinenin düğmesine basınca ses çıkarması ve ışıklarının yanıp sönmesi ilginçti.
Oyunun tanıtım yazısındaki açıklamada; çocuğun kafasındaki istekler ve düşüncelerle makinenin santirfüj işlemi arasında bir ilişki kuran, oranın soğuk bir çamaşır odasıyken sevgi, oyun ve sihirle ısınmasına kadar dışavurumcu öğeler barındıran bir oyunmuş.
Taze değil de, her şey eski ve mantıklı biçimde konulmuş, her şey yerli yerinde bir oyundu. Neşesizdi. Konu, simgeler, palyaço trükleri, çocuğun merkezinden gerçeğe bakan, ona destek olmak üzere bir bakış açısı, özen, tasarım vs. gibi bir çok önemli öğenin bu denli mekanik,sıkıcı bir birleşimi olabileceğine dair bir ibret oyunuydu.Sanki yaratıcı enerjileri can sıkıntısı gölünde boğulmuş gibiydiler.
AFRİCAN CİNDERELLA
http://www.nationaltheatre.com.gh/events/41
Riks Teatern Ghana Ulusal Tiyatrosu ortak yapımı
İsveç Enstitüsünün işbirliğiyle
Stadsteatern’de,klasik bir sahnede izledik.
Afrikalı dansçıların; salona seyirci girişinden gelişleriyle; şarkılar ve davulların enerjisi tüm salonu kapladı. İçerinin havasının tazelendiğini kesinlikle söyleyebilirim.
Bir seremoniyle başlayan oyun Anlatıcı ile devam etti. Anlatıcı, süreçte sahne aralarında seyirciyle konuştu. Oyuncular masa sandalye, paravan gibi basit malzemeleri bu anlatımlar sırasında getirip sahnelerini oynuyorlardı.
Oyunda cenaze, düğün ve parti sahnelerinde Afrika dansının ateşi, doğallığı ve davulun derin titreşimleri salonu sardı.
Cinderalla’nın modern bir uyarlamasıydı. Cinderama annesini kaybeder ve babası iki kızı olan biriyle evlenir. Cinderama başarılı bir öğrencidir, okumayı sever. Kız kardeşleriyse süsleriyle, modayla vb. ile ilgilenirler. Ona, kızlar ve annesi zorla evin işlerini yaptırır, kendi çamaşırlarını yıkatır ve onu küçümser. Oyundaki meleğin yerini Cinderema’yı okuldaki başarısından dolayı kutlayan ve yaşadığı zorlukları anlattığında,ona, Çocuk Hakları Bildirgesi kitapçığını veren okul öğretmeni ve moda desinatörü olmak isteyen bir çocuk alır.
Prens ise yurtdışına okumaya gitmek istemektedir. Ancak ailesi evlenmesini istemektedir. Prens’in rüyasına, bir gece Macbecht’in cadıları gibi Üç cadı girer. Kehanetlerde bulunur. Bunun üzerine Prens, bir partide, ancak iki elinin ayasını arkasında birleştirebilenler arasından bir eş seçeceğini belirtir. Yine masalda olduğu gibi diğer kızlar, bizimkinin gitmesini istemez. Anne zor kullanır. Ancak bizimki kendisinin hakları olduğunu onlara hatırlatır. Ancak elbisesi yoktur. Bu aşamada moda tasarımı okuyan genç arkadaşı kendisinin bir tasarımını ona bir akşamlık verir. Ancak gece 12’den önce bu elbiseyi kargoya vermek zorundadır ve kızın o vakte kadar zamanı vardır. Parti sahnesinde her biri prensin karşısında dansını gösterirken, Cinderama prensi dansa davet eder. Sanıyorum burada kadın haklarına ilişkin vurgu olabilir. Çünkü kadınların tek tek dans edip, prensin seçmesi pek onur kırıcı bir sahneydi.Cinderama diğerlerinden farklı olarak Prens’i dansa davet etti ve bu oradakilerde şaşkınlık yaratmasına karşın,prens bu daveti memnuniyetle kabul etti. Kadın hakları anlamında özendirici bir sahne olduğunu söylemeliyim.
Oyunun sonunda evlenip, İngiltere’ye okumaya gidiyorlardı.
Işık tasarımı yoktu. Oyuncuların amatör olduğunu düşündüm. Çok iyi dans ediyor ve şarkı söylüyorlardı. Ama konuşma dizgeleri biteviye entenasyonlu, kelimelerin, oyuncunun kendisinden ayrı salınıp durduğu işlere benziyordu.
Elbette tüm oyunu İngilizce oynamaları imrenilecek bir durumdu.
Dans ve canlı çalınan Afrika müziklerinin güzelliği dışında, izleme keyfi olan bir oyun olmasa da, modern uyarlamadaki öğeleri takip etmek ilgi çekiciydi.Çocuk ve kadın haklarına, akılda kalıcı sahnelerle vurgu yapması beni bu konuları oyunlarımızda sahneye taşımak anlamında heveslendirdi.
IT GİARDİNO DİPİNATO (THE PAİNTED GARDEN)
http://www.tpo.it/
İtalyan tiyatrosu
Yaş grubu: 4-8
Oyunu bir bowling ve jimnastik salonunda izledik.
İçeri girerken; oyunun belli bölümlerinde katılıma açık olacağını ve eğer katılmak istiyorsak ayakkabılarımızı çıkarmamamızı söylediler. Seyir alanı 4 cepheden izlenecek biçimde yükseltilerden oluşturulmuştu. Ortadaki oyun alanının zeminine ışıkla bir doğu motifi yansıtılmıştı. Oyun boyunca, bir tür projeksiyon aletiyle oyun alanına yansıtılan görüntüler oyunun akışını belirledi. Oyun boyunca belli bölümler dışında meditatif, nefeslilerin ve tellilerin ağırlıklı olduğu doğu müziği, tüm atmosferi ve hareket düzenini belirledi.
İlkin yerde bir renk kompozisyonunun içinde yollar belirdi. Bu yolları kenarda oturan iki oyuncu kimi zaman yuvarlanarak, kimi zaman sürünerek ve dönerek izledi. Ardından tüm örüntü silindi ve sanki bir suluboya fırçasından fırlatılmış lekeler belirmeye başladı. İki dansçının, bu oluşların kaynağına ve varlığına ilişkin merakları ve şaşkınlıkları kısa sürdü ve onlarla oynamaya başladılar. Onların üstünde dans etmeye başladılar. Lekeler onların hareketleriyle mi oluşuyordu, yoksa onlar mı o lekelerle uyumlu hareket ediyordu sorusunun yanıtı;her ikisi de olmalı sanırım.
Ardından tetristeki tırıtıl oyunu benzeri bir şekil oluştu. Onları takip ettiler. Bu bölümde ön tarafta oturan bir grup kreş çocuğu vardı, onlardan gönüllü ikisini usulca yanlarına aldılar. Görüntüler adeta bir bilgisayar oyununu andırıyordu. Bir görüntü çıkıyor ve bir yoldan ilerlemeye başlıyor ve oyuncu onların “hop” diye üzerine zıplayarak yok etmeye çalışıyor. Bu bölümde tek yönlü, basit bir elektronik müzik vardı. Tetris oyunlarının müziğine benziyordu gerçekten. Çocuklar önce çekinseler de, oynadıkça kendilerini kaptırdılar ve eğlendiler.
Ardından iki tarafta, en arkada oturan ikişer seyirciye alanı hemen hemen boylamasına kapatacak bir örtüyü tutturdular ve altında dans etmeye, yere yatıp ayaklarıyla ona dokunmaya hareket vermeye başladılar. Ardından dansçılardan biri birkaç çocuk çağırdı yine ve onlarda örtünün altında eğlendiler, ayaklarıyla örtüye yetişmeye çalıştılar yere yatıp.
Örtü usulca kaldırılırken diğer oyuncu iki yetişkin ve birkaç çocuk sahneye aldı. Dört adet kare alan üzerinde dışarı çıkmadan hareket etmeye çalışıyorlar ve boş alana basmadan alandan alana yer değiştiriyorlardı. Ardından iki alana dönüştü ve ardından da tek alan içinde hareket etmeye başladılar. Bu bölümde bitti.
Kutuların içine oturup salyangoz şeklini aldıkları anlarda girdikleri formlar şaşırtıcıydı, sanki resim içinde gizli bir resme bakar gibi bambaşka bir çok şey ifade eden formlar oluşturuyorlardı. Şaşırtıcı ve aktif bir izleme haliydi.
İki küp getirdiler ve başlarına geçirdiler. Başlarında boşluk kalmayacak biçimde yerleşmişti. Görsel anlamda etkileyici bir mask tekniğiydi. Başlarına çaprazlama yerleştirdikleri kutuların ortasında burun ve iki yanda göz vardı, Picasso resimlerini andırıyordu.
Oyunun sonunda getirdikleri kutuyu ortaya koydular ve içinden bir fıskıye çıkarıp, bizim birçok bahçemizde görülen bir minyatür fıskiyeli havuz çıkardılar ve kıpırtısız ona baktılar. Öylece bitirdiler.
Oyunun tanıtım yazısından anladığım kadarıyla; ortadaki halı özel bir halıymış. Bu halının altında 32 bit sensörlü harekete ve baskıya duyarlı bir sistem varmış. Bu genel bir tasarım içinde, reaktif etkilere açık bir sistem imiş.
Oyundaki ses ve görüntü dizaynını; kürt ve islam görüntü ve sesleriyle oluşan bir dünya imiş. Burada, kapılar yoluyla geçilen dört bahçe varmış; sarı bahçe; dünya, mavi bahçe; su, yeşil bahçe; yapraklar ve kırmızı bahçe; sevgi.
Oyunun sonunun havuzlu bahçeyle bitmesinin de metaforik anlamı da var; tüm bu oluşla; suyun akışı arasında duyular ve felsefe merkezli bir ilişki kurmuşlar, sanırım.
Teknolojiden ve dansçılardan etkilendim. Kutu ile yapılan mask ve kutuyla gerçekleştirilen yaratık çok güzeldi.Ama beni bahçelerden bahçelere gezdirmedi. Sanıyorum tüm çocuklar birlikte bir yolculuğa da çıkarmıyor. Oyun kırılıp dışına çıkılıyor mu, yoksa çıkılmıyor mu bu belirsiz kalıyor. Bu bahçelerin her birine girişte bir davet varsa da katılan ve katılmayan ayrımı olduğu için de bir ayrılık oluyor. Ritim bozulup yavaşlıyor. Bu nedenle duyular evrenine yapmaya çalıştıkları etki, kesintiye uğruyor.
LİMPAN ELLER LAMPAN
http://www.alicekollektiv.se/
Dili : İsveççe
Yaş grubu: 3-8
Oyunu klasik bir sahnede izledik ama…. biz de sahnede idik. Salon çok büyük ve ayrı gayrı olduğu için bu yöntemi seçen topluluklar olabiliyor. Hemzemin bir alanda, 50 kişi civarında seyirciydik. Bir 6 diğeri 8 yaşlarında iki çocuk seyirci de vardı. Üzerinde kitaplar olan bir büfe ve bir grup ayakkabı vardı sadece sahnede.
Seyircileri tekerlekli taburede oturan üç oyuncu karşılıyordu. Birinde gitar, birinde ise trombon vardı.Üçüncü oyuncu, kendi bedeniyle müzik yapıyordu. .Söz söylerken diğerleri tarafından sürekli düzeltiliyordu
Oyunda bir bölümde biz de katıldık. Oyunculardan biri farklı bir söz söyledi ve her bir sese bir hareket vererek söyledi. Diğeri ise kendi sözünü hareketlerle ifade etti. Ardından her biri kendi sözünde direnmeye başladı. İki tarafta oturan biz seyircileri de oyuna kattılar ve sözü bize de söylettiler. Biz, farklı iki söz söyleyen, iki takım haline geldik. Ardından bizi bıraktılar ve ikisi birbirlerine yöneldiler. Tekrar tekrar aynı sözü söylerken bir bakıldı ki her biri diğerinin sözünü söylüyor.
Oyunun sonunda aynı metnin farklı parçalarını tek tek ikili ve üçlü söyleyerek harmonik bir biçimde bitirdiler.
Festival sitesinde anlatıldığına göre; sözcüklerin söylenişlerine göre nasıl da farklı anlamlar kazanabileceğine ilişkin kompozisyonlar varmış. Bu kompozisyonlar zekice ve estetikmiş. Hatta çocuklar için özellikle 4-6 yaş arası için çok eğlenceliymiş. Ancak tahmin etmekle birlikte bu hazzı yaşayamadık. Sıkılmadım ama sürekli ne dediklerini anlama merakı ara ara sıkıntıya dönüştü.
Ancak söz ve ses oyunları ile çocuklar için bir oyun geliştirmenin orjinal bir fikir olduğunu düşünüyorum. Ses evrenine ilişkin günlük hayatta karşılaşamayacakları bir bakış yaratabilir. Dünyayı ezberler ve kodlanmalar dışında duyma olanağı yaratacak bir anı olabilir. Komik de olabilir.
Oyunculuk seçimleri müthiş koordinatlara dayanan ve sakin, minimaldi. Belki de bütün bir vurguyu, seslerde tutmak için böyle yapıyorlardı.
NİLS RESAN MOT NORR (nils -going north)
Teateri, Teatro all’improvisso,Dario Moretti
Bu oyun bir İsveç,İtalyan ortak yapımıydı.
http://www.teateri.com/
http://www.teatroallimprovviso.it/
Yaş grubu: 4-10
İzlediğimiz yer çoğu yerde olduğu gibi bir okulun Spor salonuydu.
Bu oyunda; kuklalar, anlatıcı, barkovizyon ve gölge olmak üzere bir çok biçim kullanılıyordu. İki çocuk bir oyun oynarken, bizimle bir hikaye paylaşmış oluyordu. Aynı zamanda, onların kendilerini ve aralarındaki ilişkiyi, kendilerinin ve aralarındaki ilişkinin oyun boyunca dönüşümünü izledik.
Oyunda iki boyutlu, tahta kuklalar kullanılıyordu.
Arkada içbükey bir tahtaya yerleştirilmiş, beyaz bir fon vardı. Buraya iki boyutlu kuşlar takıldı oyunun başında.
Özellikle iki bölüm virtüel ve gerçek olanın birlikte kullanımı ve bunun oyunun anlamı; serüvende yaşananların anlamı ve etkisi için çok etkileyiciydi benim için. Başı seyirci tarafında olmak üzere yerde devinen oyuncunun, karşıdan görüntüsüne eklenen gölge yaratık figürü ve oyuncunun ondan ürküşü, çocuğun hayali varlıktan ürküşünü anlattı bana. İkinci bölüm ise, Oyuncunun, kum yayılı oyun zeminine, diğer oyuncunun parça parça attığı kağıtlar üzerinde kalarak yol almasının gösterilmesi sahnesi ve bunun kamera aracılığıyla, fonda değişik açılardan yansıması, müziğin bu heyecanlı yolculuğa katılımıydı. Bu ikinci sahnede oyuncunun kağıtlar üzerinde kalma zorunluluğu, dansı, hikayedeki serüven, heyecan duygusuyla, oyuncunun o an yaşadığı heyecanın birleşmesi, oldukça çocuksu, bilgece bir andı. Serüven dolu çocukluk oyunlarımı anımsadım. Taşlar üzerinde kalmaya çalışırken, dünyanın en derin uçurumuna düşmemek için uğraşıyorsundur ve terinde etkisiyle yüzünüzü yalayan rüzgarla, oyundaki sert rüzgarın özdeşleşme halini yaşarsın. İşte sözünü ettiğim anlarda yaşanan küçük tehlike ile, tasarlanan oyundaki büyük tehlikenin, birbirine denk iki evren biçiminde yaratılması durumunun tiyatro sahnesinde bu denli yalın bir oyunla yakalanması zekiceydi.
Ancak öyküyü italyanca olması nedeniyle anlamadım. Ardından çocukluğumuzdan çok iyi bildiğimiz uçan Kaz morton ve hayvanlara pek de iyi davranmadığı için küçültülen Nills’in yolculuğunu anlattığını öğrendim.
Hoş anlar ve buluşlar, oyuncuların oldukları alana inançları ve enerjileri etkileyiciydi. Ancak bir çok farklı teknik kullanılmasına karşın; serüven sanki malzemelere boğulmuş, buluşlar birbirinden ayrı kalmıştı. Bazen öylesine yavaşlıyordu ki oyun, akıcı bir ritim değişmesi, bir akış olmadığından; tekrarlarla dolu uzun ve sıkıcı bir süreç oluyordu benim için.
İki çocuğun bir serüven yaşadığını, bir oyun oynadığını anlayabilmemizle birlikte hikayeyi bilmediğimden; teknik anlamda hünerleri izlemek ve iyi müzikler dinlemek yanında, bu süreçte hikaye anlatan çocukların kendilerinin ve birbirleriyle ilişkilerinin dönüşümlerini görebildim.
Bu iki çocuk başta, fona taktıkları uçan yaban kazlarının yerleştirirken biri yerini değiştirdi ve diğeri tekrar düzeltti ve diğeri tekrar aynı yere taktı. Korktuklarını, birbirlerine yaklaşmaya çalıştıklarını, hikaye ile birlikte onlarında dönüştüklerini vücut dillerinden, seslerinden anlıyorduk.
Belki hikayeyi bilseydim daha etkileyici olabilirdi.
Oyun açıklaması : Selma Lagerlöf ‘ün, çocukken “uçan kaz” çizgi filmi olarak izlediğimiz, Nills masalının uyarlaması. Nills hayvanlara kötü davranan ve bu nedenle küçülerek,yaban kazlarıyla bir uçtan bir uca isveç’i geçen çocuğun ve Kaz arkadaşı Morton’un hikayesi.
“Benim adım Nills. Bir yaban kazı sürüsüyle, Norton’un sırtında yolculuk etmekteyim. Uzun,sihirli,harika bir yolculuk.
Nills bir çok tuhaf şeyden, hayvanlardan söz eder. O bir hayal dünyası yaratır. Bu yolculuk olmadan Nills Nills olmazdı. Hayaller ve görüntüler her ikisi de oyunda vardır. Biz de oyun aracılığıyla kendimizi yaratırız.
Oyunun yazarı , oyuncular ve yönetmen;İtalyan, yapım; İtalyan, İsveç ortak yapımı.
AB3-NORRDANS
Norrdans(facebook)
Yaş grubu : 6-12
Oyun müziği Bach’ın çello süitiydi( imiş),büyüleyiciydi. Kostümleri ve makyajları ile yarı yaratık,daha çok yarasa gibilerdi. Saç ve makyajdaki uzakdoğu havası, modern dünya yerine başka, daha tinsel bir düzleme taşıyordu oyunu.
Oyunun başında ortada duran,hareketli dikdörtgen prizma biçimindeki yapı; kostümlerle uyumlu ve uzamı tamamlayan bir figürdü.Bu Yapının içinden çıkan kolluk biçiminde parçayı oyuncunun koluna takışı ve bir oyuncunun kostümünden çıkan parçayla oluşan turna figürü de insan nesne ilişkisindeki bütünlemeye ve oyunun dinamizmine katkıda bulunuyordu.
Dört dansçı vardı ve biri oyunun,dansın dışında kalıyor ve onlara dahil olmaya çalışıyor ya da bunu istemiyor ve diğerleri onu kabul etmek ya da onu içlerine alabilmekle ilgili hareket ediyorlardı.
Bir öykü olmasa da izlediğim,insan ve doğa,insan ve insan arasında ki ilişkiler,birbirine bağlanışı,parçalı değil de süreğen,katlanan ve her eklenenle yeni bir anlam kazanan bir hareket örgüsü vardı. Hayatımızda an be an yaşadığımız çok katmanlı duygusal,düşünsel ilişkiye dair bir çok şeyi görebiliyorduk.
Dansçılar, tek tek , bazen koordineli,ortak, bazen farklı,karşıt düzlemlerde oluşturdukları hareket kombinasyonları ile yüzlerce olağanüstü fotoğraf yarattılar. Doğada görüp büyülendiğimiz, falsosuz, her haliyle güzel doğa fotoğraflarını anımsattılar bana.
İzlemesi keyifli idi. Büyülenerek bakma,kendini bırakma,acaba ne olacak diye merak etme… “İyi bir oyun; iyi bir yolculuk olur” diye düşünürüm seyirci için; güzel bir yolculuktu.
Oyunun tanıtım yazısında şöyle diyor : Üçken dört olmak üzerine… Doğrusal ve sistematik olanla,kaotik ve dalgalı olan arasındaki ilişki…Çok hızlı ve yavaş,komik ve hüzünlü…Melankolik,mistik ve bir yandan eğlenceli bir performans.
MİG DİG OS (me and you)
ABEN DANS http://www.abendans.dk/migdigos.php
Danimarka Tiyatrosu
Yaş grubu: 6 Aylıktan-4 yaşa kadar
Oyun alanında demir bir konstrüksiyon üzerinde uzamı renklendiren, büyülü bir alan haline getiren bir çok nesne takılıydı. Bizler sanki denizin ya da uzayın derinliğini izlemek üzere plaj sandalyelerine oturmuştuk. O nesneler küçük toplar,renkli ipler,akordeon biçiminde katlanmış karton ve şu an aklıma gelmeyen bir çok nesne. Oyunu izlemek için koltuğa oturduğumda fizik bilimine aşkım,çocuksu düzeyde merak duygum depreşti. Dansçılar birbirleriyle ve nesnelerle bir sevgi ve iletişim dansı yaptılar.Mekanik olarak hareket eden, birini çekince diğeri gelen topa sevgiyle bakarken,bir salınım verdiği başka bir topun yaklaşık bir dakikadır dönüyor olmasını anlayamıyordum ki;tepede asılı bir kırmızı halat, tam kadın dansçı oraya doğru eğilmişti ki; çözüldü. Anladım ki elektrikli bir sistem var, tüm konstrüksiyonu saran ve orada onu kumanda eden biri var.Ne muhteşem…
İki oyuncu anlaşıyor,birlikte hareket ediyor,kimi zaman biri zorlanıyor, bocalıyor,şaşırıyor,kimi zaman bir şeye uzanmak ya da bir hareket için birbirlerinden yardım istiyorlardı. Müzik ise bu atmosferi genişletiyor,büküyor,dönüştürüyordu.
Bu oyun özellikle 3 yaşına kadar ki çocuklar için olağanüstü anlamlar barındırıyordu. Eminim anne babalarını ve çevrelerinde olan biteni kavramaları için yavaşlatıp,birimlendirilmiş,çok katmanlı bir çözümlemeydi.Çocukların dünyalarını kavrayan ve estetik biçimde ifadelendiren büyükler görmesi de ayrıca bizlere güvenlerini artırır diye düşünüyorum.
Ey kutsal çocuk dünyası önünde eğiliyorum…
AH HALLO BEBİŞ (ah hallo baby)
Minna Krook www.minnakrook.se
Yaş Grubu: 6-18 aylık
Dili: İsveççe
Dekor salt yeri de kaplamak üzere kocaman patchwork bir örtüydü.Kostümleri açık renk ve yalındı. Müzikal seçimlerin oldukça isabetliydi.Çin gongu müthiş içe doğru ve ürkütmeden titreşen bir aletti. Ayrıca pentatonik 5 sesli metalafon kullanıyorlar. Ağızlarıyla radyo cızırtısıyla,su sesi benzeri bir ses çıkarıyorlardı. Bununla ilgili de ilgisiz gibi görünecek bir bilgiyi paylaşmak istiyorum.Bebeklere bu sesin iyi geldiğini ilk annelik aylarım da hislerimle bulmuştum ve şu hiçbir kanalın bulunmadığı radyo cızırtısının da.Daha sonra radyo cızırtısının iyi geldiğini başka bilenler de olduğunu, bir kitaptan öğrenmiştim. Irmak sesinin hepimizi dinlendirdiğini ve bir ilham kaynağı olduğunu müzisyenlere, şairlere bilirsiniz.Ağzımızla böyle sesler yaparken de; bu olaya benzer su kabarcıklarıyla ilgili fiziksel bir olay oluyor.hareketi yaparken de ona benzer bir olay oluyor.
Yine bardaktan bardağa su akıttılar ve diş fırçasını dişlerine sürerek müzik yaptılar.
Kesinlikle yumuşacık bir müzikti.Müziğe bir bebek bağırarak ses verdi.Biri yine başka bir yerde ağzıyla “lok” “lok” ses çıkararak eşlik etti.Arada küçük sesler çıkarıyorlardı.
Oyunda ise yerde, her biri kendi örtüsüne sarılıp yok oldu ve ortaya çıktı.Ardından bunun ikili tekli üçlü kombinasyonlarını denediler. Saklanıp ortaya çıkm,a bebekler için harikulade bir oyundur, hepimiz biliriz. Bir çocuk sürekli sahneye,doğrusu önündeki yastığa atlıyordu ve o nedenle –bence bu etkilememeliydi onu- bir oyuncu gerildi birazcık,dışa yansıtmasa da bu hissediliyordu.Eğer ben hissettiysem bebekler de hissetmiştir.Bu nedenle komik çocuk kahkahaları duymadım, diye düşünüyorum. Anne de bir türlü ne yapacağına karar veremedi; çocuğu bıraksam mı tutsam mı diye ve sonuçta çok fazla oyun alanına girmesi gerekti.
Bir örtüyü havalandırıp altından geçmeleri de güzeldi.
Bir öyküsü var mı isveçççe olduğundan anlayamadım.Sürekli söyledikleri bir şarkı vardı belki o şarkı hikayeyi anlatıyordu. Ama iki oyuncunun yapabildiği bir hareketi, biri yapamayınca üzüldü. Gerçekten bebek gibiydi,ordaydı o an,endişelendi,durdu kaldı,dudağı büküldü ve o an da çocukların dikkatini çeken,özel bir andı.
Oyunda 6-7 bebek önde annelerinin kucağında oturuyordu. Aralarından bir tanesini bazı bölümlerde çok güldü.Diğerleri gülümsedi ancak sesli gülmediler.Oyunun sonunda bebekler,anneleriyle oyun alanına geldiler. Orada müzik aletleri ve diğer nesnelerle oynadılar.Ah oyunun sonunda sabun baloncukları yaptılar.Harikaydı.
Salondan çıkarken oyuncular , oyunun bir ses CD’sini dağıttılar.
KİNGS&QUENNS AND OTHER BOSSES
Lava Dansproduktion(Stockholm),Beno Voorham (İsveç,Ukrayna,Moldovya,Cezayir)
İsveç Enstitüsü ve the European Cultural Foundation (Netherlands) ortak yapımı
Yaş Grubu: 10+
Dili : İngilizce
Dansçılar en fazla 25-26 yaşındaydılar. . İtalyan dansçı,oyunda Anlatıcı rolünü de üstleniyordu. Buranın bir ev olduğunu ve burada krallar ve kraliçeler ve diğer patronların yaşadığını anlattı.O da bu evde yaşıyordu, 7 kişiydiler. Gençler arası ilişkilere, birkaç düzlemden birlikte bakıyordu; sınıfsal,cinslerarası, varoluşsal seçimler,grup içinde birey,bireylerden grubun oluşmasındaki dinamikler…Anlatıcı ,Oyun kişilerini isminde olduğu gibi krallar,kraliçeler ve diğer patronlar olmak üzere ,tek tek sundu.
Bir Kız elmalardan kendine dörtgen bir alan yapıyor. Sınırları sürekli belirleyip,bu elma dizisinden Dörtgenin bir ucuna aynı aralıklarla elmaları yerleştirip yol yapıyor kız.Oğlan geliyor ve aradan bir elma alıp pervasızca yiyiyor. Kız, gelip elmalarını yiyen oğlana tepkisini;elindeki elmaları iş çantasına atarak toplayarak gösteriyor,oğlan tepkisiz ve alaycı davranınca kız sessiz kalıyor bir süre ve sonunda bir çığlıkla,çantayı gürültüyle kapatıp oradan ayrılıyor.
Vücut geliştirmeci –gerçekten de öyleydi,halterci gibiydi- kısa boylu bir çocuk. Yalnızken dövüş hareketleri yapıyor ve kaslarını gösteriyor. Ancak zengin çocukla karşılaştığında ; güzel kız, zengin çocuğun, onun üstüne oturması için eğilirken; vücutçu ayakkabılarını temizler.Oğlan kalkar,kız gider. İki oğlan yalnız kaldıklarında, aralarında, birbirini sıvazlama gibi başlayan bir güç savaşı başlar. Bunu, zengin çocuğu alıp yere atarak bizim vücut geliştirmeci kazanır.Ancak diğerleri de sahneye girer ve haltercinin üstüne tehditkar biçimde yürürler.
Kızlardan akılcı olan, İtalyan çocuk ile sevgilidir.Kız sürekli yönlendirici ve otoriterdir.Oğlan sürekli “ben, ben,ben önemliyim,bu kadar insan benim için geldi” diye tekrarlayarak, seyirciyi gösterir kıza.
Güzel kız aynalarıyla dans eder ve her yerini görmeye çalışır.
Looser kız içinse; şöyle bir açıklama yapar anlatıcı oyunun başında; bir zamanlar Catherine Denevue imiş .Ancak çok eskidenmiş ve şimdi bunu kimse bilmiyormuş.Umutsuz,omuzları düşük ve kendini bırakmıştı.Her biri kimliklerini yansıtan hareket dizgeleri,haller yaratmıştı.
Oyunun başında ve sonunda rabarba biçiminde konuşuyorlardı.Gruplara ayrılıp, farklı gruplar oluşuyor,yine birleşiyor,yine ayrılıyolardı..Bu oyunun başında ve sonunda tekrarlanan sahneydi.
Bu sahneyle de görüyorduk ki; tüm ilişkiler,arkadaşlıklar,toplumsal hayat,çelişkiler; bu olanların hepsiyle birlikte devam ediyor.
Gençler için hem renkli,rocktan,popa ve farklı türlerde müziği,nitelikli dansları,hünerleriyle ilgi çekiciydi. Aynı zamanda hedef seyircisinin ellerinden tutacak ,tam ergenliğin karmaşık günlerinde farkındalıklarını artırıp,onları rahatlatacak bir oyundu.
Oyunun 10 yaş üstü gençler izledi.Oyunu izlemeye öğretmenleriyle gelmişlerdi.Hepsi özgürce giyinmiş saçları renkli,uzun ya da sadeydi.Öğretmenler de rahat giyinmişlerdi. Hatta oyuna giriş zili çaldığında küçük bir çığlık attılar.Bazıları biraz itişip kakışarak oynuyorlardı.Bir sorun yoktu.
Bizim gençlerimize tek tip giydirmek yapılan en büyük ezalardan biri diye düşündüm.İçim acıdı.
Oyunu dikkatle izlediler.
MİKA MİKA KUORIUTUU (HATCHİNG DAY)
Teaterri Sudeenenne
www.sudenenne.net
Finlandiya
Yaş grubu : 3-10
Oyun kocaman bir bitki (karahindiba) ve yerde beyaz bir kozayla açılıyor.Çevresinde tuhaf bir sesle bir uğurböceği gezmeye başlıyor ve böylece bu kozanın içinde bir insan olduğunu anlıyoruz. Ardından bir mask beliriyor ve koza değişik bir canlı olarak hareket ediyor,uğurböceğine bakıyor kendine bakıyor ve tanımaya çalışıyor. Ardından, kocaman çiçeğin yanına geliyor,ondan bir çiçek düşürüyor;merakla onu incelerken ve belki de çiçek ona bir parçasını veriyor,onu tanımaya çalışıyor,onun tepesindeki çiçeğe uzanmaya çalışırken büyüyor. Sonunda kendini tamamlıyor ya da o sürecin sonuna geliyor.
Bu oyunu Bursa festivali’nde de izlemiştim. Bursa’da büyük bir salonda izlemiştim.
Çok güzel bir anısı var ; tam oyunun sonu gelmiş, oyundaki varlık kendini tamamlayacak son hareketi yapmıştı ki 4- 5 yaşlarında olduğunu düşündüğüm bir çocuğun, sesi geldi sessiz salonda ; “bitti”.
Oyunda oyuncunun içine girdiği malzemenin yüzeyinde gezen uğurböceği yalın bir teknikle çözülmüştü ama inandırıcıydı.Ardından maskı kendi bedeniyle gerginleştirdiği örtünün altında gezdirdi ve vücuduyla aldığı değişik formlarla, sanki elini başının altına almış düşünür gibi,çevresine bakınır gibi vb. bir çok eğlenceli ,sürükleyici ve inandırıcı hareket yaptı.Ardından, maskı ayaklarıyla gerdiği elastik kumaşın üzerinde tutarken kendisi göründü ve çevresini araştırmaya başladı yaratık. Çiçeği keşfederken de bir çok komik an vardı. Kusursuz biçimde küçük bir çocuğun keşiflerini izlerken görebileceğimiz tüm tatlılıklar vardı.Kaygıyla merak duygusunun birlikteliği çok komikti.Sonunda bir çiçekçik düştü dalın aşağılarından ve o çiçek, onun eli oldu.
Ardından Canlı, yukarıdaki çiçeğe ulaşmaya çalışırken,öyle uğraştı ki hop uzayıverdi ve kendi de şaşırdı. Yukarıdaki kocaman çiçek açıldı ve sürpriz…İçinden kocaman bir toz patladı. Canlı büyümüştü ve oyuncu da maskı hünerle yüzüne aldı. Diğer bir çiçek de sonunda diğer eli oldu.Canlı tamamlandı ve oyun bitti.
Müzik alabildiğine yalındı,yerli yerinde kullanılan efektler güzeldi.Her yaş için büyüleyici bir oyundu.
BEACH
Zebu (Corona La Balance) www.zebu.nu
Danimarka yapımı
Yaş grubu: 6+
Bu oyunu devlet tiyatrosu sahnesinde izledik. Oyunun başka bir oyundan koşturarak gelmem nedeniyle birkaç dakikasını kaçırdım.
Oyunda çok az söz kullanılıyordu.
Bu tiyatronun başka bir oyununa da daha önce izlemiştim .”Corona La Balance” çok farklı tekniklerde bir çok oyun üreten bir tiyatro. Beach’te; sahne üzerinde 40 derece gibi bir eğimle yükseltilmiş bir platformda farklı tekniklerde kuklalar kullanarak oynadılar.Büyük kumaş fona bir deniz görüntüsü yansıtılmıştı ve tüm oyun, bu görüntü önünde oynandı. Biri daha yaşlıca bir kadın oyuncu ve bir kız, bir erkek iki oyuncu vardı.Kadın oyuncu, üç kez farklı kılıklara girdi ve aynı kişi olduğunu anlamakta güçlük çektim.Şaşırtıcı düzeyde değişiyordu.
Oyun kumsalda,deniz kenarında geçiyordu.Oyunun izleyemediğim ilk bölümünde normal bir günde vakitlerini sahilde geçiren bir anne baba ve çocuk varmış.Sonra kumların arasında cam bir top bulmuşlar(bun oyunun açıklamasında okudum).Benim izlediğim bölümden itibaren cam top hep vardı.Oyunda sanki, dünyanın varoluşundan ya da basit yaratıklardan, bugün ki modern hayata uzanan bir tarihsel çizgi izlediler .İşim komik yan,ı oyunda bir çok çağın geçtiğini takip edebilsem de, cam topun nerden çıktığını, oyun boyunca, başını izlemediğim için düşünüp durmamdı.
Oyunun sonunda bir çok barbi bebek,şemsiyeler ve küçük şezloglarla vb. ile tam bir modern “beach clup” olarak oluşturdukları platformun üzerine; deniz görüntüsünün yansıtıldığı fonu dalgalandırıp, öne getirerek oluşturdukları,denizin gelip her şeyi alıp götürmesi ve ardından sahilin bomboş ve ıssız kalışı görüntüsü; aklımdan hiçbir zaman çıkmayacak görüntülerden biri olacak.
Duygusal,komik ve çok hareketli bir oyundu. Sürekli farklı kuklalar geliyor,başka dönemler yaşanıyor,oyuncular başka kişileri oynuyordu. Teknik anlamda çok şey öğreten bir oyun olmakla birlikte, izlerken yorulduğumu söylemeliyim.
TİYATRO NİE
www.nie-theatre.com
Uluslarası topluluk (merkezi norveçte)
Tiyatro Nie farklı bir topluluk.Polonya,Çek cumhuriyeti,Fransa,ispanya,Danimarka,büyük Britanya,Norveç ve Belçika’dan 20 sanatçının işbirliğiyle oluşmuş bir çekirdek kadro var.Bir çok uluslararası kurum,tiyatro vb .ile işbirlikleri yapıyorlar.
Nie’nin oyununa biletimiz yoktu.Bu nedenle erkenden gittik ve orada bilet var mı diye baktık.Bir liste uzattılar bize ve ismimizi ekledik ve sonra oyun saatinde “ acaba biz de içeri girebilecek miyiz, adımız okunacak mı”” diye heyecanla bekledik ve sonunda dışarıdaki herkesi aldılar.Tülin Hoca Beril’e önermiş,”mutlaka izleyin” demiş,iyi ki demiş.
Oyun 1942 yılında çocuk yaşta askere alınan Andras Tamas adında bir Macar hakkındaydı.Doğu cephesinde savaşırke,n Rusya da kaybolup 53 yıl sonra 1999’da ortaya çıkıyor ve bir kahraman olarak karşılanıyor.
Oyun, iki yanda askılarda asılı kıyafetler, ortasından sadece bir adamın başı çıkmış beyaz kocaman bir örtüyle başlıyor. Oyuncular anlatmaya başlıyorlar.Andras’ın çok küçüklüğünden,kasabadaki hayatından başlıyorlar ve beyaz örtü açılıyor ve bakıyoruz bir çocuk küvetinin içinde bir adam,doğrusu çocukluk hali..Aşık olduğu kızı, küçük bir kız kuklasıyla canlandırıyorlar. Müziği akordeon ve kemanla kendileri yapıyorlar.
Savaş ve sonrasında Rusya’da yaşadıkları ve dönüşünde yaşadıklarıyla. Baskıcı, amaç haline gelmiş devleti,insanın unutuluşunu,sistemler insanı unuttuklarında, nerede ve kim olurlarsa olsunlar; nasıl komediler ve asıl trajediler yaşandığını 3 oyuncu, oyunla da oynayarak, bize anlattılar, yaşattılar. Gerçek bir hikayeyi, öyle fantastik bir dünyada anlattılar ki; bu gerçek bir şiirdi. Her bir kişiyi oynarken, o kişiye ilişkin düşüncelerini,duygularını ara ara açık biçimde görüyorduk.Oynadıkları kişiyi “yaratan oyuncular” “yaratan bir grup” oldukları açıktı.Onlar “ozan” oyunculardı. Gerçekten çok güldük,gerçekten.Zihnimizi ve gönlümüzü açtılar ve biz seyirciler oradaydık. O denli gerçekti ki yarattıkları insanlar ve tam,net; işaret ettiği yeri şaşırmacasız gösteren figürlerdi.
END OF EVERYTHİNG EVER
Nie
Yaş Grubu : 14+
Bu oyuna da isim yazdırarak girdik,bilet kalmamıştı. Hatta oyunda önce, kartımı başka bir salonda düşürdüğüm için ve kartsız girilemediğinden, gidiş dönüş 30 dakikalık bir koşuşturmaca ve oyuna yetişememe kaygısı yaşadım. Ancak kapıdaki genç arkadaşlar elinde İsveçce, üzerinde ne yazdığını bilmediği bir kağıtla gelen ve oyuna yetişen bu Nie delisini “Assıtej Turkey” demeye kalmadan, hemen kapıdaki tüm kuyruktan önce tanıyıp içeri aldılar.Böylece oyunun başındaki şenliği bile yakaladım.Küçük fuaye tıklım tıklımdı ve iki oyuncu ellerinde votka şişesi ve küçük bir bardak dolaşıyor ve akordeonla müzik yapıyorlardı.Oyun akşam 21’deydi ve çocuk yoktu çoğu oyunlarında olduğu gibi aslında .Votka ve müzik güzeldi.Tüm seyircilerde, biraz sonra muhteşem bir deneyim yaşayacak olmanın rahatı,keyfi hakimdi,herkeste!
Seyir yerlerinin düz olması sayesinde sıkışarak oturduk hepimiz.
Oyun yine gerçek hikayelerden oluşturulmuştu. Savaş dönemi aileler çocuklarını daha güvenli yerlere göndermişler,çocuklarını trenlere bindirip,bilmedikleri başka ülkelere göndermişler. Daha önce de bununla ilgili çok trajik bir oyun izlemiştim.
Oyunda 6 oyuncu vardı ve onlardan bir orkestra oluşuyordu. Diğer oyunda olduğu gibi yanda kostümler ve müzik aletleri ve bu sefer bir dolap ve bir çok çalar saat vardı.
Oyun akordeonla başladı ve diğerleri de katıldı. Müthiş, canlı bir orkestra dinlemeye başladık. Çalar saatleri vardı hepsinin. Doğrusu önce birinde var sanmıştık ve oyun başladıktan sonra girenlere şakadan hesap soruyor, oyunun yaklaşık 20 dakika geciktiğini söyleyip kızıyordu falan,içeri giren iki kişiye saati gösterip bizi de oyununa kattı,biz de cık cık yayaptık .sonra diğer oyuncularda saatini çıkardığında birden şaşırdık tabii,biri hala müzik yapıyordu, her şeyin dışındaydı sanki.
Diğerlerinin çıkardığı saatlerin üç aşağı beş yukarı doğru olduğunu gördük,düzeltmeye çalışıyorlar falan,sonra bizim üflemeli çalana yöneldiler,saati cebindeymiş,çıkardı cebinden ama saat bambaşka bir yerde durmuş. Çok güldük.Zaman üzerine,tarihsel bir oyun yaparken böyle bir eğretilemeyle başlamak nasıl bir yaratıcılık anlayamıyorum.Sanıyorum hiç düşüncede takılı kalmıyor olmalılar…İnsan aklıyla böyle bir şey olabilir mi, bulabilir mi?
Kız çocuğunu oynayan oyuncu onlar çekilince yana ortaya çıkıverdi.
Onun gözünden, çok sevdiği ailesini anlatmaya başladı ve anlattığı her kişiyi eliyle gösterene kadar oyuncular bilmiyor görünüyorlardı ve tümüyle onun anlattığı kişi olarak ortaya çıkıyorlardı.Bu kavgacı,pedagojiden,görgüden falan habersiz,kavgacı aile; Kız için harikaydı. Kavga ederken falan kız “onlar harika bir orkestraydı” deyince müzik yapmaları;dedeyi oynayan oyuncunun,grubun gerçekten en yaşlısı olarak dedeyi oynayacağını öğrenince yaşadığı hayal kırıklığı ve hiç konuşmayan bir dede diye tanımladığında, bunun iki katına çıkmasının komedisi bizi hemen oyuna ısındırdı. Diğer oyunda da olduğu gibi “oynayan insan” göz önündeydi.
Bu kadar komik ve trajik bir oyun izlediğimi hatırlamıyorum.
Kız anlatmaya devam ediyor; evdeler, patırtı gürültü,tokat ,bağrış fazlaca.Öyle komikler ve gerçekler ki.Ancak polisler geldiğinde saklanmaları gerekiyor ve çocuk bunu bir oyun sanıyor ve bazen hatta, bunun oyununu da oynuyorlar; kız çocuğunun marifetiyle. İki kanatlı küçücük bir gardroba 5 kişi böyle sığabilir… Ve derken polisi oynayan kızı; biz gerçekten polis olarak görüyoruz,bir çok kaba komedi öğesine gülerken ,bu polisten tedirgin olmaya başlıyoruz ve komik bir şekilde kıza, yani polise yakalandıklarında, bu oyuna, evdeki amcanın da kendin kaptırdığını görüyoruz; müthiş trajik bir sahne. Saatin alarmını çalıştırmalarıyla bitiyor böyle ağır, karanlığın arttığı anlar; oyun boyunca; sanki bir kabustan uyanır gibi.
Bu gardrop, sonra kızın gittiği tren oluyor,asansör oluyor.Elleriyle gardrobu itiyorlar bir süre ve sonra duruyor ve biz içinde oturan kızın yüzüne odaklanıyoruz.Endişeli,yorgun ve gittikçe çok aç…Gerçek hikayeleri,kalpten anlatmak isteyen insanları oynarken izlemek ,derin bir yaşanmışlık duygusu veriyor,şahitlik yapmış gibi. Kızın elindeki peçeteyi yiyişi,şu an yazarken gözümün önüne geliveriyor ve gerçekten bunu yaşayan çocuğa şahit oluyorum.Ağır trajedi diye bir kavram olur mu bilmiyorum ama oynayana da izleyene de ağırdı.Kadın gerçekten peçeteyi yedi. Komik sert tren memuruyla, her şey, her şeye rağmen çok komik oldu. Oyun hep böyle gitti. Oyunun sonunda yere, alarmı çalan bir sürü saat bıraktılar. Oyun boyunca müzik yaptılar, anlattılar, ağlattılar, güldürdüler.
Oyun çok dilliydi; İngilizce, Fransızca, Çekçe, Rusça, Norveççe imiş diller. Hem kız çocuğunun yolculuğu uzun, hem de farklı uluslardan insanlar var oyunda. Örneğin anne Çekçe konuşuyordu.
The Story Family
Compagnio Rodisio
Yaş grubu: 7+
Anne,baba ve çocuk oynayan üç oyuncu ve bir masa ve ört sandalyeden oluşan bir dekorla klasik aile hayatını,sıkıcılığını,her şeyin mükemmel olması iddiasının,hırsının nasıl ilgiyi,sevgiyi,empatiyi yok edip aileyi bir zaman öldürme makinası haline geldiğini anlattılar.Çok az İngilizce kullanılan oyun,çoğu zaman sözsüzdü.Mutfakta çalışan anne,gazete okuyan baba, başarılı olmak zorunda olan harika çocuk ve monoton hal hatır sormalarla geçen akşamlar vardı oyunda.Bu hareket dizgesini ve tekrarlanan sözleri müthiş hızlandırarak,çok hızlı biçimde oynadıkları anlar çok ustalıklıydı. Komik bir oyundu.
Yalnızca oyun kaldı anlatmadığım;yazık ki onlarla ilgili notlar yazmadığımdan paylaşamıyorum..Benim için önemli bir deneyim oldu.Festival partisinde rastladığımız Danimarka Batida tiyatrosu’ndan Soren’i de anmak istiyorum. Bizim Pazar günü döneceğimizi öğrenince,hemen plan yaptı.Pazar günü bizi tren garında karşıladı.Harika tiyatrolarına götürdü,Kopenhag’da kısa bir gezinti yaptık ve bizi evlerinde ağırladılar.Tüm festivalin ardından Soren ,Tina ve Ka’nın yaptıkları bu son hamle ile paylaşım ve dayanışma duygum,heyecanım kat be kat artmış ülkeme döndüm.
Festivalde genel olarak; derin, kalpten çocuğu anlamaya çalışan,onun estetik dünyasında yer almak için müthiş ince çalışan ve bunu yine yalın bir istekle,düşünceyle gerçekleştiren insanlar gördüm.
İçimizdeki,kalbimizdeki kaynaklara,yaşanmışlıklarımıza,tarihimize ve coğrafyamıza kulak vermeye ilişkin inancım ve bu anlamda çalışma isteğim güçlendi. Birbirimize destek olursak;birbirimizde,enerji,sevinç ve yaratma isteğinin ortaya çıkmasına destek olursak; sabırla güzelliği işleyecek zamanı da büyüteceğiz,genişleteceğiz kendimiz için diye düşündüm.
Tam burada, festivale birlikte katıldığım Nihal Kuyumcu ve Beril Boz’a harika arkadaşlıkları için çok teşekkür ediyorum.
Bana,bize bu olanağı sağlayan, Türkiye ASSITEJ’ine, Tülin Hocam’a, emek veren herkese ve İsveç Enstitüsüne de teşekkür borçluyum.
Saygılar, sevgilerle…
Hicran Çalı Polacanlı