Bahar Çuhadar
Bundan 69 gün önce, Gezi Direnişi ilk haftasının içindeyken Twitter kullanıcısı @renklisahne, yazarlar Özen Yula, Cem Uslu ve Yiğit Sertdemir’e bir tweet attı: “Yazarlardan yaşananları sahneye taşıyacak oyunlar istiyoruz!”
Bağımsız tiyatro takipçilerinin yakından tanıdığı üç isim de binlerce insan gibi gaz altındaydı. Sormadım ama sanmam hiçbirinin aklından, bu kadar erken bir vakitte oturup direnişin oyununu yazmayı geçirdiklerini. Ortalık savaş alanına dönmüştü, maskesiz, Talcid’siz evden çıkmak akılsızlıktı. Gaz fişeği gelir diye bacaklarımıza etek/şort yerine kalın kotlar; koşmayı zorlaştırır diye sandalet yerine spor ayakkabı geçirdiğimiz günlerin ortasındaydık. ‘Serbest zamanlarımızın’ tamamı Gezi’ye aitti. Kim oturup “Dur şu olanları oyunlaştırayım” derdi ki! Hem zaten hayat, sanatı fena halde alt etmişti.
Uslu, Yula ve Sertdemir’in de ilk tepkileri “Gaz altında pek mümkün değil şimdilik” şeklinde gelse de birkaç dakika sonra, masa başında buluşmak üzere sözleşmişlerdi bile. Ekibe Mirza Metin’i de ekleyerek… Sabahlamalı bir gecenin sonunda duyduk; “Gezerken” hazırdı. 5 Haziran’da Twitter’da başlayan yazışma, 8 Haziran’da Gezi Parkı’nda, dört ayrı öyküden oluşan bir oyun olarak seyircinin karşısındaydı. Sahnede Şebnem Sönmez, Reha Özcan, Serkan Altıntaş ve Sermet Yeşil vardı. Ertesi hafta park boşaltıldı; devlet güçleri eliyle tatbik edilen vahşet tiyatrosu kesintisiz olarak gösterimdeydi.
İkinci gösterim oyuncu değişikliğiyle (Set programları nedeniyle Sönmez’in yerine Sevinç Erbulak’ı, Özcan’ın yerine Erdem Akakçe’yi alarak) 4 Ağustos’ta Abbasağa Parkı’nda yaptı. Önceki akşam ise Kadıköy’de, Yoğurtçu Parkı ahalisinin karşısındaydı ekip.
Oyunu görmeden, hatta henüz yazılmadan edindiğim önyargıları boşa çıkaran bir iş olmuş ‘Gezerken’. Direniş boyunca yaşananları, en kendine özgü üsluplarıyla not etmiş dört yazar da. “Basit bir direnişten görkemli bir halk ayaklanmasına” dönüşen hareketi, dört ayrı oyuncu, dört ayrı figürün gözünden aktarıyor. Etkileyiciliği de sadece tüyler ürpertici bir “Vay be ne günlerdi” hissi yaratmasında değil neyse ki (O konuda epey iddialı, o ayrı). Daha mühimi, sahip olduğu tanıklık bilincinde. Üstüne; hem yazarlarının hem de Gezi Ruhu’nun zekâsını ve ironi anlayışını içinde taşıyan bir iş olmasında.
Eylemlere pek katılmayan, sıradan bir genç olan Mehmet Abdullah’ın ilk günlerde yaşadıklarını dinliyoruz önce. “32 yaşındayım ve ilk kez kazanıyorum. Bir şeyin içindeyim ve çok mutluyum. İlk aşkınızı öpmek gibi bir şey. İlk aşkımızı nasıl unutmayacaksak bu günleri de unutmayacağız” derken Serkan Altıntaş, canlandırdığı gencin binlerce akranının da hislerine tercüman oluyor. Sonra bir köpek çıkacak karşınıza. Teneke kafalı iki bacaklılar ve su püskürten, file benzeyen hayvanlar arasında kalışını dinleyeceksiniz. Sermet Yeşil -bilenlerin ondan bekleyeceği üzere- dudak uçuklatacak oyunculuğuyla, direnişi bir de sokaklarda telef olan hayvanların gözünden anlatacak.
Erdem Akakçe, direnişin orta yerine, kanlı 1 Mayıs’ı yaşamış bir işçinin belleğiyle gelecek. Muhtemelen en çok da ‘eski solcuları’ temizinden bir sarsacak. Sevinç Erbulak, içi hep tıkabasa dolu, ıslatıp püskürtmekle görevli bir TOMA. Ama TOMA’lar da ruh kazanabilirmiş, göreceksiniz.
Bağımsız tiyatroları takipteyseniz, hangi metni kimin yazdığını tahmin etmeniz o kadar da zor olmayacak. Hepsi parkınızın ağaçlarının arasında, akşam yeni bastırmış, Ay hafiften yüzünü gösterirken olacak. Alkışlarken bir ürperti hissederseniz de sebebi muhtemelen rüzgâr değil öfkeniz olacak.
‘Gezerken’in peşine düşün, her an bir parkta karşınıza çıkabilir…