Yıllarca İstanbul’un özel tiyatrolarının güdümünde yaşayan İzmirlilere, “Bizim de tiyatromuz var” dedirten, geçen yıl gösterime koyduğu “Gılgamış Destanı” müzikalini kapalı gişe oynayan, kendi oyuncusunu yetiştiren ve Türk tiyatrosunun geldiği noktayı yetersiz bulan bir İzmirli tiyatrocu ve senarist Tarkan Osoy… Yıllar önce Özel İzmir Tiyatrosu’nu kuran ve Meydan-ı Sühan Oyuncuları’nı hayata geçiren genç tiyatro adamı Tarkan Osoy’la ilginç bir tiyatro ve kitap sohbeti yaptık.
KARAGÖZ-HACİVAT
– Sayın Tarkan Osoy tiyatronun hayatınızdaki yeri nedir? Sizi kim tiyatroya yönlendirdi, kimden etkilendiniz?
Tiyatronun tüm hayatımı kapsadığını söyleyebilirim. Yedi gün yirmi dört saat tiyatroyu yaşıyorum. Daha çocukken, okula bile gitmiyorken çizdiğim ve boyadığım Karagöz’le Hacivat tasvirlerini kesip evde benim için hazırlanan tülden perdede saatlerce oynatırmışım. Bana çocukken evde amatör hayal perdesi hazırlayan ailem beni desteklemenin yanında her zaman teşvik etmiştir.
– Birçok oyun yazdınız ve sahneye koydunuz. Kitap yazmakla, senaryo yazmak arasındaki fark nedir sizce?
Yıllardır tiyatroya, oyun yazmaya o kadar çok odaklanmışım ki kitap yazmak aklıma gelmemişti. Ta ki bir sanatçı adayı arkadaşım “Hocam hiç kitap yazmayı düşünmüyor musunuz?” diye sorana kadar. Kitabımı da oyunlarımı yazdığım tarzda ve türde, kendi üslubumda yazmaya karar verdim. Bir delinin düşüncelerinden ve de ağzından tabii. Sinir Sistemi adlı oyunumdan esinlenip, günümüzdeki birçok şeyi eleştirerek geleceğe ışık tutmak istedim. Oyun yazmakla kitap yazmak arasında teknik olarak fark var. Benim için oyun yazmakla kitap yazmak arasında hem çok fark var hem de yakın bir bağ. Uzun yıllardır oyun yazdığım için ilk etapta kitaba yabancılaştım. Kendi üslubumla ve tarzımda olunca sıcak bir yakınlaşma oldu.
YENİ BİR TARZ
– İzmir Özel Tiyatro’nun kurucusu ve her şeyisiniz? Çalışmalarınız hakkında bilgi verir misiniz?
1999 yılında Konak Belediye Tiyatrosu’ndan ayrıldıktan sonra yeni bir tarz, tür ve yöntem üzerinde çalışmaya adadım kendimi. Özel İzmir Tiyatro’yu, geleneksel Türk tiyatrosu alt yapılı, diyalektik ve sentez bir tiyatro yapısına taşıyarak kendi tarzımı oluşturdum. Ardından bu tarzda oyuncuların yetiştirilmesi gerektiği ortaya çıktı. “Sentez oyuncu” diğer ismiyle “üstün nitelikli oyuncu” adını verdiğim bu oyunculuk yönteminin temellerini atıp oyuncular yetiştirdim. Yetişen bu oyuncular da Özel İzmir Tiyatro bünyesinde kurduğum Meydan-i Sühan Oyuncuları topluluğunun çekirdek kadrosunu oluşturdu. Yıllardır kendi tarz ve türümüzde oyunlarla, kendi yöntemimizle yetiştirdiğimiz oyuncularla sanat yapıyoruz. Ayrıca dönem dönem sınavla aldığımız sanatçı adaylarını kendi yöntemimizle, dört yıllık sıkı bir çalışmayla yetiştirerek sentez oyuncular haline getirip Meydan-i Sühan Oyuncuları kadrosuna dahil etmek için hazırlıyoruz.
– Meydan-ı Sühan Oyuncuları’nı hayata geçirdiniz. Birçok oyuncu yetiştirdiniz, gençlere öneriniz neler?
Genç sanatçı adaylarına en önemli önerim: Belirli bir yöntem ya da üslupla, bilinçli, uzun süreli, doğru ve kaliteli bir eğitimi tercih etmeleridir. Ancak o zaman iyi bir sanatçı olabilirler. Bence iyi bir sanatçı aynı zamanda aydın bir kişidir.
– İzmir’de oyun sahnelemenin kolaylıkları ve zorlukları neler?
İzmir’de profesyonel anlamada oyun sahnelemenin zorlukları çok daha fazla. Bu noktada İzmir seyircisi çok uzun zamandır İzmir dışından gelen özel tiyatrolara muhtaç bırakıldığı için, tiyatro kültürü de son on yıl öncesine kadar bu yolda gelişmişti. Özel tiyatrolar açısından ilk önce bunu kırmamız gerekti. Biz dünyaya belli bir özden gelen ve Kavuklu Hamdi Efendi, Pişekar Küçük İsmail, İsmail Dümbüllü, Sadık Şendil, Haldun Taner gibi ustalarımızın bize bıraktığı yoldan yürüyerek dünyaya açılacak bir tarz, tür ve yöntemi hayata geçirdik. Amacımız da bunu evrensel boyuta taşıyarak, dünyayı değiştirmektir. Tam olarak anlaşılması zaman alıyor. Bunu da baştan beri biliyorduk.
MUHTEŞEM BİR MÜZİKAL
– Geçen dönem muhteşem bir müzikale imza attınız. Türk edebiyatının klasikleri arasında yer alan Gılgamış Destanı’nı başarılı sahnelediniz, yaşadıklarınızı anlatabilir misiniz?
Çok büyük ve çok zorlu bir projeydi. Türkiye’de sadece İstanbul’dan değil, İzmir’den de böyle büyük bir projenin hayata geçirilebileceğini ispatladık. Üstelik hiç destek almadan… İki yıllık çalışmanın bir sonucu olarak başarıyla sahnelendi. Üstelik oynadığı sürece geliştirilen bir proje oldu. Yaşadığım ve tüm emeği geçenlerle yaşadığımız en güzel olay; İzmir’in bir özel tiyatrosu olarak, tamamen İzmirli sanatseverlerin ilgisi ve katılımıyla oyun biletlerinin oyundan sekiz gün önce tükenmesiydi. Bir sonraki oyununda da yedi gün önceden biletler bitmişti. Bu bizi gelecek adına daha da fazla ümitlendirdi.
– Oyundan sonra her gittiğiniz yerde, ne gibi tepkiler aldınız?
Gılgamış Destanı Müzikali’ni kendi tarzımızda sahneye taşımamız sayesinde çok dikkat çekti ve ilgi odağı oldu. Yani bir kez daha tarz, tür ve yöntemimizin meyvelerini topladık diyebilirim. Sanırım fısıltı gazetesi de çok çalıştı. Kimi tabletlerde geçen tüm hikayeyi epizotlar halinde işlememizden, kimi müziklerinden, kimi danslarından, kimi kostüm ve makyajlarından, kimileri de kullandığımız farklı sahne teknikleri ve uygulamalarından etkilendiler. Güzel olanı da bu etkileşimlerini bütünlüğün içinde belirterek oyundan bahsetmeleriydi.
İZMİRLİ BİZİ SEVDİ
– İzmir’in sahnenize bakışı nedir?
2000 yılından beri belirttiğim doğrultuda sanatımızı gerçekleştiriyoruz. Dön dolaş gene tarz, tür ve yönteme geliyoruz. Özel İzmir Tiyatro Meydan-i Sühan Oyuncuları olarak konvansiyonelleşmiş bir tiyatro anlayışından uzak olduğumuz için bilinçle ve sabırla çalıştık. Geldiğimiz noktada ise çok çeşitli kültür ve dünya görüşüne sahip bir yelpazeden kendi seyirci kitlemizi oluşturduk. Yöntemim de dahil olmak üzere birçok oyunumuzla, oyuncumuzla ulusal alanda ödüller aldık ve alıyoruz. Bu da İzmirli sanatseverlerin ilgisinin ve bakış açısının olumlu yönde değiştiğini gösteriyor.
– Sanatın yol alırken, toplumda yaşadığı zorlukları lirik bir dille anlatmışsınız? Kitabı yazmaktaki amacınız bu olabilir mi?
Evet. Doğrudur. Açıkçası kitabı çok iyi yorumladığınızı düşünüyorum.
– Son olarak kitap, tiyatro, sanat ve toplum üzerine düşünceleriniz, beklentileriniz…
Kendi geleneğimizden, özümüzden gelen sanatlarımızı dünyadaki diğer sanat, tarz, tür, yöntem ve sanat akımlarıyla sentezleyerek tekrar dünyaya açılmasını sağlamak ve dünyayı değiştirmek için sanat yapıyoruz. Dünyada bile, şu anda kendi klasikleşmiş sanatçılarının ötesine geçemeyen, çok daha gerisinde kalmış eserler yazan, yaratan ve kendini tekrarlayan, konvansiyonelleşmiş bir tiyatro anlayışı var. Bu bağlamda etkileşimleriyle birlikte kendi yapısını oluşturmuş geleneksel sanatlarımızın; felsefi ve tarihi gelişimleri çok geniş olan doğu sanatı ile batı sanatı arasında önemli bir köprü olduğunu ve bu noktadan çıkışa geçmemiz gerektiğini biliyorduk. Sonuç olarak kitap, tiyatro, toplum üzerine düşündüğümde ulusal olarak adeta bir Rönesans’ın gerekliliğine inanıyor ve Özel İzmir Tiyatro ailesi olarak bu aydınlık değişim bayrağını açıyoruz. Ardından da dünyadaki sanat anlayışı ve biçimleriyle sentezlenmiş geleneksel sanatlarımızın evrensel boyuta taşınarak sanat ve kültür bayrağını artık Türkiye’nin de taşıması gerektiğini düşünüyoruz.
“Kim yazdıysa çok hızlı yazmış!”
– “Bir Delinin Denemeleri” ilginç bir çalışma… Hayata ve insanlara farklı bir bakışı var…
Ülkemizdeki birçok soruna objektif olarak bakıp, uzun uzun değil kısa ve etkili değinmem gerektiğini fark ettim. Sonra düşündüm. Bu; esprili, diyalektik, epik, kendine yabancılaşan, okuyana tebessüm ettiren, içi dolu olduğu kadar cebe ve çantaya sığabilen bir kitap olmalıydı. Böyle bir kitabı da yazsa yazsa bir deli yazabilirdi. Yazarda kahramanı olan deliyle, dolayısıyla da kendisiyle dalga geçebilmeliydi. Ne olursa olsun deliliğin arkasına da saklanmamalıydı. Okuyucu kitlemin yediden yetmişe olduğunu söyleyebilirim. 12 -13 yaşlarında bir okurum, bir büyüğünün önerisiyle kitabımı alıp okuyor. Daha okula gitmemesine rağmen okumayı sökmüş küçük kardeşi de kitabı habersiz alıp okuyor. Bir süre sonra kitabımla ilgili en güzel ve en ilginç yorumu yapıyor: “Kim yazmışsa çok hızlı yazmış.”
– Kitabınızda sitem var.
İğneyi kendine çuvaldızı başkasına batırmak gibi bir şey… Eleştirirken kızdırmamanın bir yöntemi diyelim.