[Radikal gazetesinden Ece Çelik’in Emre Kınay’la gerçekleştirdiği röportajı okuyucularımızla paylaşıyoruz.]
Yeni diziniz ‘Güneşi Beklerken’de yine baba rolündesiniz.
Bana baba mı önerdiler jön mü önerdiler diye bir kaygım yok. Rolün içeriğine ve kim çekmiş ona bakıyorum. Rol üzerime yapışır mı gibi bir kaygı taşımam. Ama tabii ki farklı farklı rolleri canlandırmayı istiyorum. ‘Yılan Hikâyesi’ndeki ağa karakterinden sonra pek çok ağa rolü geldi, çok para kazanabilecekken onları kabul etmedim.
Bu dizi de sizi çeken ne oldu?
Birincisi, spor hikâyesi olması çekti; ayrıca Cihan karakterinin çok gizemli bir tarafı var. Bu bir gençlik dizisi değil. Okul ekseninde toplanmış yaşamlar hikâyesi. Parçalanmış hayatları anlatıyor, aslında bu bir aile draması. Çok güzel bir ekiple çalışıyoruz. İlk bölümden sonra seyirciden çok güzel tepkiler aldım. Sosyal medyada bine yakın mesaj aldım. Uzun zamandır böyle bir tepkiyle karşılaşmamıştım. Çok yetenekli gençlerle çalışıyoruz. Önümüzdeki on yılın starlarını barındıran bir proje olduğunu düşünüyorum.
İki aile dizisi de yazın başlamıştı diye hatırlıyorum. Yaz dizilerinin tutması daha mı kolay oluyor?
Bu işin ticari yönü ve bence bir aktör bununla ilgilenmemeli. Hava şartları açııdan yazın çalışmak daha güzel. Biliyorsunuz bizde uzun bekleme süreleri var. Yazın bu süre daha güzel geçiyor. Bizimki yazın başladı ancak yaz dizisi değil. Benim anlaşmam 39 bölüm. Yazın başlayan dizilerde yaz aylarında diziyi oturtup sonra kışın devam etmek daha avantajlı oluyor.
Televizyon işi olunca otomatikman bir ticari yön aklımıza geliyor…
Ama aktör reytingle ilgilenmemeli, sadece oyununu oynamalı.
Ama aktör de bir emekçi değil midir, o işin sürüp sürmeyeceğini bilmek istemez mi?Biz ‘İki Aile’yi çekerken eski reyting sistemine göre hep birinci çıkıyordu. Sonra bir ay ara verdik. Geri döndüğümüzde yeni ölçüm şirketiyle 11’inci çıkmaya başladık. Bir ayda tüm toplumun beğenisi mi değişti? Yani bu sistem çok sorunlu. O yüzden aktör ilgilenmemeli diyorum.
Belli bir isim yaptıktan sonra bu kaygılar azalıyor mu dersiniz?
Bu sektörde üç-dört kişi dışında ballar kaymaklar içinde yaşamıyoruz. Ben 20 yıldır kazandığım paraları hesaplıyorum. Aya böldüğümde bir genel müdür maaşına denk geliyor. Ayrıca benim oyuncu olarak bir sosyal güvencem de yok. İnsanlarda oyuncular çok kazanıyor gibi bir algı var ama hesap ortada. Benim de kasabım var, manavım var. Sırça köşklerde yaşamıyoruz, apartman dairelerinde yaşıyoruz. Zaten ben insanlardan koparsam nasıl onlardan birini oynayabilirim?
Siz de mahalle çocuğu musunuz?
Tabii ki Küçükçekmece’de bir mahallede büyüdüm. Hâlâ ailemin büyük çoğunluğu orada oturuyor. İş güç olmasa yine orada yaşamak isterdim. Sokakta oynayarak büyüdük. Şimdi kızım da benim gibi bakkalı, kasabı tanır. Büyük marketlerden alışveriş yapmayı sevmeyiz.
Kızınız sizi baba rolüyle televizyonda gördüğünde sizin ona olan tavırlarınıza benzetiyor mu?
Yok tam tersi, “Baba hiç sana benzemiyor” diyor. Zaten benzese kıskanabilir.
Oyuncular Sendikası’na üye misiniz?
Üyeyim, toplantılara katılıyorum. Bizimki tam bir sendika bile değil. Sanatçıların hiçbir sosyal güvencesi yok, çıkmasını beklediğimiz telif yasaları var. Ancak ne sağdan ne soldan kimse sanatçılar için kılını kıpırdatmıyor.
Emek Sineması protestosunda, Gezi eylemlerinde sanki bu yıl sanatçıların aktivist yönlerini daha çok görür olduk…
Karaca Tiyatro kapatıldı, Ankara ’da Şinasi Sahnesi ve Akün Sahnesi satılıyor. Söylencek bir şey yok. Tüm bu olaylarda biz sanatçılar herkes kadar demokratik tepkimizi ortaya koyduk. Bunu başka yerlere çekmenin hiçbir anlamı yok. Sivil ya da askeri bir ülkedeki her türlü baskıyı eleştirmek sanatçının görevidir. Sanatçıların yaptığı eleştirilere “Tabii senin baktığın yerden eleştirmek kolay” gibi bir algı oluşmuş. Bu algının yıkılması da ancak toplumsal bilinçle olabilir. Bugün lider odaklı bir siyaset var. Bu bir demokrasi değil. İnsanlar liderlere oy veriyor. Liderler kimlerin Meclis’e gireceğini söylüyor. Gördüklerimi söylemek benim boynumun borcu. Demokrasi yüzde 10 barajıyla Meclis’te hakettiğinden çok daha fazla koltuk sahibi olmak da değil. Ben bunu sırf AK Parti için söylemiyorum. Barajı düşürmek hiçbir partinin işine gelmiyor. Gerçek bir temsiliyetin olmadığı yerde ben de hiçbir partiyi desteklemiyorum. Bu 80 darbesinden kalma seçim barajını kim kaldırmıyorsa bana göre o şu an demokrasinin önündeki en büyük engeldir. Eleştiriden korkulmaması gerekiyor. Biri saz çalıyorsa güzeldir, koronun sesi daha da güzeldir.
Memet Ali Alabora gibi sanatçılar Başbakan’ın hedef tahtasına oturdu. Bu sizi ürkütmüyor mu?
Beni bu meselelerde en çok rahatsız eden şey Başbakan’ın insanlara sanatçıları yuhalatması oldu. Ben Başbakan’a karşı saygısız ya da sevgisiz değilim, kimseye saygısız ya da sevgisiz olmadığım gibi. Her yaptığı işe kötü demek de mümkün değil. Ama sanatçıları yuhalatmasını kabul etmek de mümkün değil. Böyle söyleyince de kimseye yaranamıyorsunuz.
Devlet Tiyatroları’yla ilgili değişiklikler hakkında ne düşünüyorsunuz?
Bence sundukları taslak tartışılabilir. Ancak geniş katılımlı bir tartışma ortamı açılmalı. Kapatmak değil çözüm geliştirmek önemli. Benim özel bir tiyatrom var biliyorsunuz. Ben Devlet Tiyatroları yüzünden turne yapamıyorum. Çünkü boş salon bulamıyorum. Biz özel tiyatrolar Devlet Tiyatroları’ndan gün bulmakta sıkıntı çekiyoruz. Ama öbür tarafta salon il özel idaresinde olunca ondan da gün alamıyorum. Bence bu noktada esas dertli olan özel tiyatrolar. Eğer fikrimi soran olursa bu konuda ben de konuşacağım elbette.
Televiyonda tam anlamıyla kafanıza uyan projelerde yer aldığınızı düşünüyor musunuz?
Benim o işi yaptığım yer tiyatro. Tiyatro politik bir mecradır. Sansür yok. Hayatın içinde ne varsa tiyatroda var ama televizyonda yok. Çünkü yasaklar var. Örneğin iki aile dizisindeki karakterlerin karıkoca çocuklarla ilgili sorunları konuştukları bir çilingir sofraları vardı. Bir kadeh rakı eşliğinde konuşurlardı. Bugün olsa o sahneleri çekemiyoruz. Bu öyle bir durum yaratıyor ki şiddet göstermek serbest, içki göstermek yasak.
Röportajın tamamı için Radikal