Üniversite Tiyatrolarındaki Felsefe Sorunu (Avrupa Üniversiteleri Tiyatro Festivali Kritiği)

Pinterest LinkedIn Tumblr +

 İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı Sahne ve Gösteri Sanatları Koordinasyonu 2008 yılından bu yana kademeli olarak yönettiği ‘Üniversite Tiyatrosu’ kavramını, bu sene biraz daha genişleterek uluslararası bir arenaya taşımayı başardı. Kurumun kültür sanat politikaları büyük açmazlar halinde ilerlerken, 02 / 16 mayıs tarihleri arasında gerçekleşen büyük çaptaki üniversite tiyatroları buluşması ajansı biraz rahatlatmış gözüküyor. Genç neslin ileriye dönük teatral düşüncesini ortaya koyan festivalde on oyun izlerken, bu oyunlardan yola çıkarak geniş bir konseptte değerlendirme yapma şansını yakalamış bulundum.

 Avrupa Üniversiteleri Tiyatro Festivali, Türkiye’den 36, Avrupa’dan 14 ve 2010 yılının Türkiye’de Japon yılı olarak kutlanmasından dolayı 1 misafir Japon topluluğuyla festival oyunlarını tiyatro severlerin beğenisine sundu. Ücretsiz sahnelenen gösterilere rağbetin fazla olması genç tiyatro seyirci profili açısından büyük önem oluşturuyor. Dolu sahnelerde farklı yaş gruplarına hitap edebilen festival, popüler oyun seçimleriyle dikkatleri üzerine çekiyor. Özellikle Türkiye üniversitelerinin isim yapmış oyunlara yönelişi modern anlamda yenilikçi bir anlayışın göstergesi. Ama festival boyunca sahnede yer alan gösteriler sadece anı dolduran bir anlayışın ürünü. Günümüz politik ve sosyolojik yaşantısının dışında kalan oyunlar, toplumsal kaygıları karşılama anlamında büyük eksikleri içinde barındırıyor. 1960’lardan 80’lerin sonuna varana dek dünyanın yaşadıkları ile 1990’lardan 2010 yılına yaşanılanlar siyah ve beyaz kadar birbirine zıt. İşte bu zıtlığı sahneye yansıtamamış oyunlar, üniversite tiyatrolarındaki felsefe sorunsalını ortaya çıkarmış.

 Atlas Sineması, Garajİstanbul ve Devlet Tiyatroları’nın Üsküdar Tekel, Cevahir2, Rüştü Uzel Sahnesi ve Üsküdar stüdyo sahnelerinde sahnelenen yüzün üzerinde oyun içinden; Almanya Ruhr Universität Bochum Studiobühne ‘Mavi Sakal – Kadınların Umudu’, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Tiyatro Bölümü ‘Yalancı’, Anadolu Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Sahne Sanatları Bölümü ‘Hayvan Çiftliği’, Bahçeşehir Üniversitesi Müzikal Topluluğu ‘Ağır Roman’, İstanbul Tıp Fakültesi Tiyatro Topluluğu ‘Fil Adam’, ODTÜ Oyuncuları ‘Kafkas Tebeşir Dairesi’ dikkat çekici gösteriler olarak hafızalarda yer edindi. Klasikleşmiş oyunlar olmanın ötesinde fikirsel olarak heyecan vermeyen bu eserler, dönem oyunu olmadıkları için günümüz dünyasından fazlaca uzaklar. Almanya’nın oyunu dışında toplumsal şartları irdelemeye çalışan oyunların 1960’lı yıllardaki dünya ile fazlaca örtüştüğü bir gerçek. Genç neslin ‘kapitalizm’ ruhu ile çatışmasını anlatan oyunların geneli aynı doğrultuda. Oyun metinleri üzerinde fazlaca oynamaların yapıldığını da belirtmek gerekli. Özellikle Goldoni’nin ‘Yalancı’sını sahneye aktaran Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi oyuncuları teatral hata üstüne hata yapıyorlar. ‘Fil Adam’, ‘Hayvan Çiftliği’ oyunlarında ‘para’ olgusunun yerden yere vurulması bazen trajik bazen de komediyle anlatılıyor. Ama yine dönüp dolaştığımız zaman aynı kapıya çıkıyoruz: Dönem konuları neden üniversite tiyatroları tarafından işlenmiyor?

 Yukarıda belirttiğimiz konuyu biraz irdelersek anlatmak istediğimizi daha net ifade edebiliriz. Slogan anlamında seneler önce birtakım oyunlar büyük yankılar uyandırabilmişti. Toplumsal kaygıları dile getirmek için içinde bulunduğu zaman itibari ile oyun konularındaki felsefe, 2010 yılının dünya koşulları ile uyuşmuyor. Tek kutuplu bir dünyada insanlar kapitalizmin ne denli vahşi olduğunu yaşayarak görüyorlar. Alternatifi olmayan sistem çarkı yüzünden dünyada insanlar bir çözüm önerisi bekliyorlar. Siz eğer insanlara “evet, paraya hapsolmuş beyinler acımasız olur! Kapitalizm berbat bir sistem!” yargılarını dayatırsanız malumu ilan etmekten başka bir şey yapmamış olursunuz. Gençlerin üniversite tiyatrolarında daha canlı ve düşünen beyinler olduklarını düşünürsek, onlardan bu sisteme karşı alternatifler geliştiren öneriler sıralamalarını bekleriz. Yoksa sonuç olmaksızın sadece havada kalan eleştiriler salondan dışarıya adım atıldığı anda unutulmaya yüz tutuyor.

Sadece izlediğim oyunlarda değil, festivale katılan tüm oyunları incelediğim zaman böyle bir yargıya rahatlıkla ulaşabiliyorum. Peki felsefe eksikliği üniversite tiyatrolarını çok kötü bir duruma mı itiyor? Elbette hayır! Altyapısı hazır bir mekanizmanın nasıl çalışması gerektiğini ifade etmek önemli bir durum. Sonuçta fikirsel olarak değişime hazır bulunan beyinlerle bu iş pekala yapılabilir. Tam bu noktada yönetmenlerin egolarından vazgeçerek gençlerin önünü açan, içinde bulunduğumuz sisteme alternatif sunan oyunlar sahnelemeleri gerekiyor. Yoksa üniversitelerde gitgide kalıplaşmış beyinlerin yer aldığı oyuncu prototiplerini göreceğiz. Ki birçok gösteride bunu rahatlıkla görebildik.

 Avrupa Üniversiteleri Tiyatro Festivali, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı tarafından topluma sunulan önemli bir proje. Ama Avrupa’nın ve ajansın fikirleri doğrultusunda oluşturulan repertuarlar teatral değişim adına fazlaca yetersiz. Sisteme karşı alternatif sunmaya hazır beyinlerin gerçekleştireceği bir üniversite tiyatro festivali yapılırsa o zaman toplumsal değişimi başlatmış oluruz. Böylece felsefesi ile insanları derinden sarsan bir bütünlük yakalanmış olur.

 tiyatronline

 

 

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Yaşam Kaya

Yanıtla