Yanlı haber duyunca öksürmek; palyaço burnuyla polisin etrafında dolaşmak, meydanlarda ebelemece oynamak… Polis şiddetine karşı 14 ayrı isimden sivil itaatsizlik, pasif direniş önerileri…
İLYAS ODMAN (DANSCI) Vapur medya: Vapurlarda kamuoyuna danışılmadan halen aynı kanal açık duruyor ve yanlı haberler gösteriyor. Vapur kullanılırken, bu kanalda gezi ve süreç ile ilgili yanlı haberler verilmeye başlandığında herkes aynı anda öksürmeye başlar…
Ben Gezi’mi yanımda taşırım: Uygun alanlarda elde taşınabilen saksılarla kısa süreli ‘sanal-parklar’ kurmak ve onların yanında oturmak.
Gaza bağımlı olduk : Emniyet güçlerinin önünden geçerken sprey, deodorant gibi nesneler çıkarıp kendine sıkan küçük gruplar oluşturmak.
CEM USLU (TİYATROCU) #BirArkadaşımıBekliyorum: Taksim ve benzeri alanlarda bir kişi beklemeye başlar. Soranlara “Bir arkadaşımı bekliyorum” der. İki saat sonra yanına iki kişi gelir. Bu gelenlerden biri, beklenen arkadaştır. Bekleyen kişi bu beklenen arkadaşın yanındakini görünce şaşırır, “Sen nereden çıktın?” der, şu yanıtı alır: “Bir arkadaşımı bekleyeceğim de…” İki saattir bekleyen kişi ile arkadaşı uzaklaşırken sonraki iki saat boyunca yeni gelen kişi bir arkadaşını bekler. Döngü sürer.
Çocuk oyunları: Beş kişilik bir grup Taksim’de ebelemece oynamaya başlar. Yanlarına bir polis gelecek olursa onu da ebeleyerek oyuna davet eder. Başka çocuk oyunlarıyla da çeşitlendirilebilir…
MERVE ENGİN (TİYATROCU) Ayakta durma eylemi üzerinde devam etmek gerekir. Ve her yalan açıklama duyulduğunda “Şşt” demek ya da yazmak…
MÜNİBE MİLLET (OYUNCU/DANSCI): Şehrin görünür olunabilecek her yerinde sokaklarda, meydanlarda, kapı önlerinde beraber kitap okumak.
JALE KARABEKİR (TİYATROCU): Bilen arkadaslarimi Brezilyalı Augusto Boal’ın ‘görünmez tiyatrosunu’ yapmaya çağırıyorum.
PLAZA EYLEM GRUBU: Poi Art jonglörleri top yerine limon çevirerek Galatasaray Meydanı’na yürümüştü. Meydanlarda top yerine biber gazı kapsülü de çevirebiliriz.
TİYATRO GRUBU BULUT: Ayna tutmak: Polis engelinin barikat şeklinde olduğu yerlerde polise ayna tutmak. Boykot edilen mağzaların önünde de aynısı yapılabilir, müşterilere ayna tutmak gibi.
Kitap okumak: Bir kitabın belli bir bölümünün sürekli okunması. Tavsiyemiz Küçük Prens bölüm 10.
(Küçük Prens’in her şeye hükmettiğini söyleyen kraldan gün batımını talep ettiği kısım…)
BEGÜM ÖZDEN FIRAT (MÜŞTEREKLER) Beyaz Tulumlular’ın (Tute Bianche) mesajı: Tute Bianche (Beyaz Tulumlular) İtalyan otonom hareketi içerisinde Zapatista hareketiyle dayanışma amacıyla kurulan ‘Ya Basta!’ aktivist ağının kullandığı kitlesel, şiddet içermeyen bir sivil itaatsizlik taktiği. Eylemciler iktidar için bir hayalet kadar görünmez olan göçmenleri, güvencesiz çalışanları, kadınları temsil eden beyaz iş tulumları giyer. Tulumların içi köpük, kauçuk, iç lastikler, miğferler, plastik şişeler, süngerlerle doldurularak eylemcinin bedeninin korunması amaçlanır.Şiddet karşısında sünger ve kaskla şenlendirilmiş bu bedenler protestonun ‘matrixini’ mizah ve ironiyle dönüştürmeyi amaçlar. Bir örnek giyinmiş kitle kolluk kuvvetlerinin militer mantığını ironik bir şekilde ters yüz eder; yastıklarla irileştirilmiş yüzlerce insanın polis barikatlarına saldırması ve sonuçta dövülmesi aynı militer mantığın eğlenceli bir eleştirisi olarak okunabilir. Bu grotesk çatışma anları, asimetrik güç ilişkilerini gözler önüne serdiği gibi şiddetin öznesini ve yerini açık ediyor. Bu dil bedeni kırılgan bir silah haline getiriyor ve bu kırılganlık kendiliğinden bir mesaj taşıyor.
MİRZA METİN (TİYATROCU): Karakolda kendimizi ihbar etmek: Ağaçların kesilmemesini istediğim için kendimi ihbar ediyorum. Şikâyetçiyim. Gezi eylemlerine katıldım. Kendimi ihbar ediyorum. Şikâyetçiyim. (Akit’in listesini büyütelim.)
Demokrasi istediğim için kendimi ihbar ediyorum. Şikâyetçiyim.
Seçim barajının kaldırılmasını istediğim için kendimi ihbar ediyorum. Şikâyetçiyim.
Ana dilde eğitim istediğim için kendimi ihbar ediyorum. Şikayetçiyim.
Kürtaj yasağına muhalefet ettiğim için kendimi ihbar ediyorum. Şikâyetçiyim.
İçki yasasına muhalefet ettiğim için kendimi ihbar ediyorum. Şikayetçiyim. vs…
Gözaltına almazlarsa cebimizdeki kelepçeyi çıkarıp elimizi kelepçeleyerek kendimizi gözaltına alalım.
TUĞÇE SARIGÜL (FEMİNİST-AKTİVİST): Eylemde yaralanan Lobna Al Lamii’nin düştüğü halinin fotoğrafını, siyah ve kırmızı elbiseli kadınları spreyle duvarlara işlememiz gerektiğini düşünüyorum.
Kişisel olarak yaptığım eylemlerden örnek vereyim: Bacaklarıma bakan bir adam varsa, baktığı yere eğilip parmaklarımı şıklatarak elimi göz mesafeme gelene kadar şıklatıyorum ve göz göze geldiğimiz anda bir bakış fırlatıyorum kendisine. Oradan gözünü çekmesini sağlıyorum.
EZGİ KESKİN (OYUNCU, PALYAÇO MODREN): Polis kostümü, palyaço burnu ve makyajıyla polise yakın yerlerde durmak. Bir de bazı modacıların katıldığı, sokak başlarına ölen insanlar anısına bir çift ayakkabı bırakma eylemi var. Bu herkesin katılımıyla her mahalle ve sokak için yapılabilir. Yine her mahalle ve sokakta cansız mankenler, penguenler olabilir.
EDA CAN (SOSYALİST FEMİNİST KOLEKTİF): Bir yerde polisle karşılaşırsam tiz ve uzun bir çığlık atıp koşmaya başlayacağım. Mutlaka yakalanırım. “Dövecek sandım, gaz sıkar sandım” diyeceğim. Korkmak suç mudur? Çığlığı uzun tutarsam performans, ağzımdan köpük saçarsam polise gönderme olur.
OZAN TOPOĞLU: Gülme Eylemi: Bir kişinin kendini zorlayarak gülmesiyle başlıyor. Başında gayet yapmacık ve soğuk “haha hahaha” şeklinde. Bu aşama yeterince uzatılırsa sinirler bozuluyor ve gerçekten gülmeye ve katılmaya başlıyorsun. Etrafındaki insanlarda içten kahkaha ve gülme krizinin etkisi ile kendilerini durduramıyorlar. Toplu gülme krizi ile bitiyor. Çok canımız sıkılınca eskiden yapardık. Eğlenceli olur. Ayrıca müdahale eden/etmeye çalışan insanlarda psikolojiden etkileneceği için onlarda kendilerini tutamayıp gülerler. Birileri de videoya çeker sosyal medyada paylaşır…
YEŞİM ÖZSOY GÜLAN (GALATA PERFORM): Aşağıdaki metni ‘Yola Çıktığım Gün Serin Sakin Bir Sabahtı’ oyunumuzdaki arkadaş yüzünde gaz maskesiyle herhangi bir yerde oynayabilir/okuyabilir:
Önceleri biter gider diye düşündük. Sinsice ilerleyen bir hastalık gibi… Ama sonra… Sonra öyle olmadığını anladık. Kalıcıydı. Kanser gibi. Tedavisi olmayan bir şey, bir hastalık gibi… Önce yan komşuyu aldılar içeri. Sonra ormandan sesler gelmeye başladı. Oralarda da insanları avlıyorlarmış diye duyduk. Sokaklarda gezinmek imkansız olmaya başladı. Teker teker ortadan yok olan insanlar herkesin dilindeydi ama nedense hiçbir şey yapmıyorduk. Yapamıyorduk. Telefonda konuşamaz olduk. Konuşurken sokakta ya da evimizde birileri bizi dinliyor zannediyorduk. Öyleydi de. Sonuçta sadece yaşamak ve beklemek kaldı. Öylece bekliyorduk. Neyi? Bilmiyorum. Ama yine de bekliyorduk işte…
Her şey olağan bir şekilde devam ediyor gibi geldi bir süre. Beklemenin içindeki olağanlık… Hâlbuki öyle değildi. Bir gariplik vardı. Hatta çok garipti. Önce gittiler zannettik. Bu kaybolan insanlar. Öylece bir gün yola çıktılar. Ve sonra bir daha dönmediler. Ne bileyim, sanki bir sıkıntı anında. Ya da bir boş vermişlik anında. Tatile çıkmak gibi bir şey oldu diye düşündük. Ama sonra baktık durum öyle değil. Yani durumun tam olarak ne olduğunu bilseydik. Sanırım her şey çok ama çok daha kolay olurdu ama. İşte en azından serin bir sabah vakti. Aileye, eşine, dostuna ya da kendine karşı yapılmış bir durum olmadığının farkına vardık bu gitmelerin. Tabii bunu fark edince. Bunu idrak edince. Bunu kendimize itiraf etmek bile zor oldu. Her zamanki gibi hayatımıza devam ediyorduk. Bekliyorduk.
Kısa sessizlik.
Bir sonraki kim olacak? Ne zaman bize sıra gelecek?
Diye düşünüp durur olduk. Birine 2 saatten fazla ulaşamayınca ya da attığımız maillere cevap bir günden fazla gelmeyince endişelenme hakkını kendimizde görür olduk .İşte o zaman panik olmaya hakkımız vardı, var olmasına da. Kime, neye, nasıl, neyi şikâyet edecektik? Bilemedik. Ve sonra bir gün…