[Serhan Bali’nin Radikal Gazetesinde yayınlanan köşe yazısını paylaşıyoruz.]
Türkiye Sanat Kurumu yasa tasarısına göre projelere yapılacak destek modeline İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti döneminden aşinayız. Vaktiyle çok tartışılmıştı.
Devlet Tiyatroları, Devlet Opera ve Baleleri, Devlet Senfoni Orkestraları’nın kapısına kilit vuracak yasa tasarısı üzerindeki incelememizi sürdürüyoruz. Kurulması öngörülen Türkiye Sanat Kurumu’nun (TÜSAK) hangi projeleri nasıl destekleyeceği, tasarının 9 ve 10 numaralı maddelerinde açıklanmış. Buna göre, ‘Kurul, projelerin değerlendirilmesi ve desteklenmesi sürecinde: a) Tiyatro, müzik, opera, bale, dans, halk dansları, uyarlamalar, diğer görsel ve işitsel sahne sanatları, plastik sanatlar ve geleneksel sanatların geliştirilmesi, tanıtılması ve yaygınlaştırılması; b) Sanat ürün, üretim ve faaliyetlerinden toplumun her kesiminin yararlanması yoluyla ülkemiz genelinde çağdaş, verimli ve etkin bir iletişim ortamının yaratılması; c) Kültür ve sanat hayatımızın ve birikimimizin zenginleşmesine ve korunmasına katkı ilkeleri çerçevesinde karar verecek’.
TÜSAK’ın yapılan başvurulara sağlayacağı fon nedir? 10. maddeye göre ‘Kurulca kararlaştırılan destek miktarı, belirlenen proje giderlerinin yüzde 50’sini aşamayacak. Ancak kurul, sanat dalları veya projenin niteliği itibarıyla bu oranı arttırmaya veya azaltmaya yetkili olacak’. Türkiye ama özellikle İstanbul’un sanat ortamı, bu tarz bir fonlamaya İstanbul’un Avrupa Kültür Başkenti olduğu 2010 yılından aşina. Bu fonlama yönteminin o dönemde nasıl da hararetli tartışmalara, suiistimal suçlamalarına yol açtığını hatırlamamak mümkün mü? Bakalım tüm bir ülkenin sanat projelerinin, üyeleri bakanlar kurulunca atanacak 11 kişilik bir kurulun dudakları arasında olması, ülkenin kültür-sanat dünyasına huzur getirecek mi?
10. maddenin 7. fıkrasında büyükşehirler, il belediyeleri ve il özel idarelerine TÜSAK kanununa dayanarak, illerindeki sanat projelerini destekleme olanağı tanınmış. AKP hükümetinin, İngiliz Sanat Konseyi’nin ülkenin dört köşesinde yerel konseyler oluşturarak kurduğu ademi merkeziyetçi sistemi burada yerel yönetimleri yetkilendirerek işletmeye çalıştığını anlıyoruz.
TÜSAK kimleri destekleyecek? Opera-bale-dans-tiyatro-çalgısal eser yazacaklar ve bu eserleri seslendirecekler-sahneleyecekler; konser, tiyatro salonu-sanat galerisi işletecekler; sanatçıların yetiştirilmesi ve sanatların yaygınlaştırılması adına ticari amaç gütmeyen eğitim-araştırma-yayın yapacaklar, TÜSAK’a fon desteği için başvurabilecekler.
Bu yasanın belki de en tartışma götürmeyecek tarafı, ‘sanatçı adayı üstün yetenekli çocuk ve gençlere yurtiçinde ve yurtdışında eğitim desteği, üstün yetenekli sanatçılara yurtdışında ileri eğitim desteği, bu kişilere ihtiyaç halinde enstrüman ve malzeme desteği sağlanacağının’ ifade edildiği 13. maddesi.
Yasanın, günümüzde 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’na tabi olarak çalışan sanat kurumları personelini en çok ilgilendiren hükümleri ise ‘Ek Geçici Madde 16’da toparlanmış. Daha önce duyurduğumuz gibi, bu yasayla birlikte, emekliliği gelmiş olan memurlar yüzde 60’a varan ikramiyelerle emekliliğe sevk ediliyor; Devlet Tiyatroları (DT) ile Devlet Opera ve Balesi’nde (DOB) istihdam edilen ‘sanatkâr memur’ unvanlı sözleşmeli personel, pozisyonları ile birlikte hiçbir işleme gerek kalmadan Kültür ve Turizm Bakanlığı’na devredilmiş sayılıyor. Bu personel izin almak kaydıyla sanatsal faaliyetlerde çalışabilecek; koro, topluluk, orkestra gibi oluşumlar kurarak TÜSAK’a sunmak üzere projeler hazırlayabilecek. Ayrıca DT ve DOB’da halen çalışmakta olan ‘sanatkâr memur’lardan konservatuvar mezunu olup da en az 15 yıl görev yapmış olanlar, YÖK’e başvurup güzel sanatlar fakültelerine, konservatuvarların ilgili bölümlerine öğretim görevlisi olarak atanabilecekler. Gerek Kültür Bakanlığı’nda gerekse DT ve DOB’da çalışan ‘sanatkâr memur’lar da TÜSAK’ın ‘sanat kurumu uzmanı’ kadrosunda çalışmak için başvuru yapabilecekler.
Bu iki yazıda TÜSAK yasasını tanımaya çalıştık. Yasa tasarısının, tutarlılıktan yoksunluğu ve argüman zayıflığıyla dikkat çeken ‘genel gerekçe’ bölümü ve sahne sanatları camiasının bu vahim gelişmeler karşısında nasıl tavır alması gerektiği hakkındaki düşüncelerimi ise bir sonraki yazımda işleyeceğim.