10 Haziran Pazartesi gece yarısı önce sosyal ardından dijital medyada “Başbakan’la görüşecek Gezi Temsilcileri” listesi dolaşmaya başladı. Listede ismim vardı. Listenin Taksim Dayanışma ve veya Taksim Platformu tarafından belirlenmiş olduğunu düşündüm. Şaşırdım ve sevindim. Şaşırdım çünkü; hükümet kimselerle konuşacak gibi görünmüyordu, sevindim çünkü; Gezi Parkı Protestosu hükümet nezdinde ses getiriyor gibiydi.
Gecenin o saatinde Twitter’daki takipçilerimin “Listede adınız geçiyor, bu haber gerçek mi?” sorularına; “Başbakanla toplantı yapacak grupla ilgili bir bilgim yok! Arkadaşların uyarısıyla gördüm az önce. Soranlara mahsus selam…” tweet’iyle yanıt verdim. Ve beklemeye başladım. Görüşme ve liste doğruysa ertesi gün elbet birileri beni arayacaktı.
11 Haziran Salı… Saat 16:00’ya kadar konuyla ilgili arayan olmadı. 16:00’da arandım. Telefonun diğer ucundaki kişi Başbakan’ın Basın Müşaviri Lütfullah Göktaş’tı. Kendini tanıttıktan sonra, Başbakan’ın 12 Haziran Çarşamba günü 16:00’da “Gezi Parkı olayları” ile ilgili görüşmek üzere Ankara’ya davetini iletti. Kendisine “geceden beri dolaşan görüşmeci listesinin kim tarafından belirlendiğini” sordum. Doğrusu almayı beklediğim yanıt “Taksim Dayanışma” ve veya “Taksim Platformu” idi. Hayır, bu liste “kendileri tarafından” belirlenmişti. “Bir temsil yetkisi zemini aramanın doğru olacağını” ileterek birkaç saat süre istedim.
Taksim Dayanışma ile görüşebilmek için o andan gece 22:00’ye kadar çabaladım. Alanda ulaşabildiğim arkadaşlarıma, tanıdığım herkese haber bıraktım. Taksim bütün gün mahşer yeri gibiydi. Herhangi bir temsilciye, sözcüye ulaşmak zor görünüyordu. Nitekim ancak 22:00’de, “Taksim Dayanışma”dan Tayfun Kahraman aradı. Bitkindi, dinledi. Kahraman’a daveti aktardım, bir temsil zemini oluşup oluşmayacağını sordum. Yanıtı temsil bağlamında olumsuzdu. Tek başına karar verecek değildi, herkes dağınık haldeydi ve kendi payına Tayfun Kahraman, neticede konuşmanın iyi olduğunu, söylenmemiş tek kelime kalmamasının gerektiğini düşündüğünü nezaketle ifade etti. Son telefon konuşmasını da listede adı bulunan ve telefonunu bulabildiğim tek kişiyle, Prof. Betül Tanbay ile yaptım. Tanbay son günlerin bir bölümünü Gezi Parkı’nda geçiren 80 küsur örgütün katılımıyla oluşan Taksim Platformu’nun içinden bir isimdi. Konuştuk, daveti doğrulayıp kendi inisiyatifi ve yurttaş olarak toplantıya katılmayı kabul ettiğini söyledi.
Özetle; kendi adıma yurttaş olarak sunulan söz söyleme fırsatını reddetmenin anlamlı olmadığına karar verdim. Ve Göktaş’ı arayarak kimsenin temsilcisi olmadığımı, ancak kendi gözlem ve somut önerimi Başbakana aktarmak üzere davete icabet edeceğimi bildirdim.
12 Haziran Çarşamba… Esenboğa’dayız. Hiçbirini önceden şahsen tanımadığım 10 yurttaşla birlikte… “Yurttaş kimliğimiz dışında bir temsil kimliği taşımadığımız” konusunda hemfikiriz. Her birimiz “Gezi Parkı’nın park olarak kalması; şiddetin durdurulması, sorumlularının soruşturulması, şiddetin tamamen sona erdirildiği bir ortamda katılım sürecinin devam etmesi temelinde lisanı münasip ve itidalle bireysel görüşlerimizi aktaracağız.
Saat 16:45… Başbakan sarkan önceki toplantısını bitiriyor ve salona geçiyoruz. İpek Akpınar (Öğretim üyesi), Selva Gürdoğan Thomsen (Mimar), Hale Çıracı (Şehir plancısı), Betül Tanbay (Öğretim üyesi), Kutluğ Ataman (Yönetmen), Zehra Öney (Sosyal Medya Uzmanı), Zülfikar Kurum (Öğrenci), Rümeysa Kiger (Öğrenci), Bülent Peker (İş adamı), Nil Eyüboğlu (Öğrenci), Ahmet Mümtaz Taylan.
Herkes tek tek konuşuyor. 11 katılımcı, tam 4,5 saat boyunca sözü kesilmeden, dikkatle dinleniyor. Başbakan, bakanlar, danışmanlar not alıyor. Gezi’de, iç ve dış basında, sokakta, evde, işyerinde ne konuşulduysa, her birimiz dilimizin önüne yaprak koymadan, küfürsüz, hakaretsiz, münasip dille, her şeyi ama herşeyi olanca açıklığıyla anlatıyor. Polisin aşırı şiddet gösterisini, Gezi’dekilerin olağanüstü dayanışmasını, çevre duyarlılığını, saygı ve anlayış beklentilerimizi, Başbakan dahil tüm yöneticilerin üsluplarındaki sertliği, protestonun ana meselesinin görmezden gelinmeye çalışılmasına duyulan tepkiyi, can kayıplarının yarattığı dehşeti, yerel yöneticilerin sözlerinde durmayışlarını, ilk 3 günde Gezi protestocularının ana akım medya tarafından yalnız bırakılışlarını, hal böyle olunca tepkinin doğal olarak ağaç meselesini nasıl aştığını ve bir hak arama mücadelesine dönüştüğünü, her türlü provokasyona karşı parktaki gençlerin nasıl akıl geliştirip meselelerini savunmayı sürdürdüklerini, Kandil Gecesi dayanışmasını, Taksim Dayanışma ve Taksim Platformu ile görüşülmemiş olmasını yadırgadığımızı…
5 saatlik toplantıdan atladığım cümleler vardır ama 12 gün ve gece boyunca haykırılan her şey olanca çıplaklığıyla dile getirildi. Tam 4,5 saat boyunca defaatle ve çeşitli yönleriyle. Hayata bakışları, sosyal kültürel farklılıkları bulunan, mütedeyyinliğini, mütedeyyin olmayışını açıkça ifade etmekten kaçınmayan tüm katılımcılar Gezi hakkında planlanmamış ama eşine az rastlanır bir uyumla meseleyi kendi pencerelerinden aktardı. Ve o pencerelerin hepsi Gezi gerçeğine açılıyordu. Kendi adıma Başbakana; Gezi Parkı’yla ilgili nihai karalarını seçimler sonrasına ertelemelerini önerdiğimi de eklemeliyim.
Başbakanın dinlediklerini değerlendirmesi 30 dakika sürdü. Katıldığı katılmadığı noktaları açtı. Üslubu samimi ve özenliydi. Canını sıkan birçok eleştiriyi son günlerde görmeye alışık olmadığımız bir sükunet ve sabırla göğüsledi. Toplantıdaki tutumu yapıcıydı ve nihayet -MKYK onayı alınması kaydıyla- “referandum”un da bir seçenek olabileceğini söyledi. Ve Gezi Parkı’nın şiddete bulaşmamış gençler, protestocular tarafından derhal boşaltılması beklentisini ekledi. Kurmaylar notlarını alırken, bizler; referandum ihtimalinin bir an evvel hükümet tarafından duyurulması, sağlıklı bir değerlendirme zamanı vermek üzere Gezi Parkı’na müdahale edilmemesi talebimizi belirttik ve bitti.
Sonrasını biliyorsunuz. Hükümet adına Hüseyin Çelik, katılımcılar adına İpek Akpınar kısa birer açıklama yaptı. Kendi imkanlarımızla gittiğimiz Ankara’dan kendi imkanlarımızla döndük. Gecenin o saatinden sonra başka bazı sanatçıların randevusu varmış, bizimle ilgisi yoktur! Budur!
Şimdi; katıldığımız toplantıdan –beğenilir beğenilmez- bir “referandum” önerisi çıkmıştır. Bu bir kazanımsa; Gezi’nin kazanımıdır. Gezi protestolarının kararlılığının sonucudur. Gençler için referanduma yönelik çalışmaya başlamak üzere, Gezi’den onurlu ve haklı bir çıkış için fırsattır. Dünden daha iyi ve makuldür. Hükümete bu adımı attıran Gezi’deki gençlerin barışçı direnişidir. Bana sorulsa; hükümetin Gezi’ye koyduğu sandık onlardan görev beklemektedir. Gerisi önce onların bileceği iştir. Direndiler kazandılar. Kimse, bu yeni nesil aklın ve kararlılığın arkasına saklanarak, kaba siyasete yeltenmemelidir.
Bu davete icabet ederek kullanıldığımızı şakıyan çok bilmişlere bir diyeceğim yoktur. Adım Hıdır, vicdandan, siyasetten anladığım budur.
İyilikler…