Üstün Akmen
Şair Neyzen Tevfik (1879-1953) kimdir denildiğinde özelliklerini birer birer saymamız gerekmekte.
Sahi kim bu Neyzen Tevfik?
Her şeyden önce, toplum kurallarına uymadan yaşamını sürdürmüş biri.
Sonracığıma dilinde kemik bulunmayan; sazını geçim kapısı haline getirmemek için direnmiş olan biri.
Yalnızca içinden geldiği zaman ney üfleyen, neyzenliğini geliştirmek kaygısını ömrü boyunca duymayan biri…
Belirli müzik kurallarının dışına çıkan, ancak hep duyarak çalan biri…
Neyzenliğinin yanı sıra adını yergi ve taşlamaları ile de duyuran, yergilerini genellikle siyasal ve dinsel baskıya, çıkarcılığa yönelten, toplumdaki tüm haksızlıkları çekinmeden dile getiren biri.
Sıkıcı Olmayan Yollar
Neyzen’in yarım yüzyıl boyunca ardı sıra sürüklediği ünü, malumunuzdur 1953’te ölümünden sonra da ayakta kaldı, günümüze kadar geldi. Bugün de, toplumumuzun hemen her kesimi, onu çeşitli yönleriyle tanımak istiyor ki, Tuncer Cücenoğlu’nun “Neyzen” başlıklı oyununu (Mitos Boyut Yayınları 1999) Samsun Sanat Tiyatrosu almış sahneye taşımış.
Neyzen Tevfik’in hayatı, kişiliği ve ölçüye tanıma gelmez yönleri ustalıklı bir kurguyla, ama araya girilmeden, Neyzen’i izleyiciyle karşı karşıya getirmek yoluyla, ayrıntılı olarak oyunlaştırılmış.
Tuncer Cücenoğlu’nun söylemek istediklerini sıkıcı olmayan yollardan geçirerek izleyiciye verme biçimine sahip çıkılmış, Neyzen’e ve çevresinde olup bitene kuş bakışı bakılmış.
Olaylar ve karakterler Cücenoğlu’nun imbiğinden süzülürken, sahneye konuluşta inanılabilirlik göz ardı edilmemiş; izleyicinin anlatılanı, olayı ve olay ilişkisini iğreti bulması engellenmiş.
Nedim Yıldız’ın müzikleri oyuna ciddi anlamda omuz vermiş.
Mehmet Esatoğlu’nun Yorumu
Eseri sahneye koyan Mehmet Esatoğlu, Neyzen’in 1953 yılındaki cenazesinde bulunanların başlarına fes, serpuş taktırmakla ve de 1909 yılında üzerinde oyuncuya Türkçe harflerle “Dosya” yazan kartonlar kullandırarak hata etmiş. Çokça Black-out”lara “cevaz vermiş”, İhsan Çepni’nin “saat kaç” derken kolundaki saati işaret etmesine “müsamaha” etmiş, ama Neyzen’in kimliğini, kişiliğini, yaşam anlayışını ve yaşam karşısındaki tutumunu iyi incelemiş.
İyi incelediğindendir ki, oyunu sahneye koyarken Neyzen Tevfik’in gizemli kimliğini göz ardı etmemiş.
Yalnızca yazılarda yaşayan Neyzen Tevfik’in yanı sıra, bir de “ortalama birey”in dünyasında yaşayan Neyzen Tevfik’i düşünmüş.
“Efsane” niteliğini bu düzlemde öne çıkarmış.
Anlatım yöntemi olarak, seyirciye rakı ikram ettirerek interaktif bir etki sağlamış.
Ruhunun sesine tapan Neyzen’in ney’ini önemsemiş.
Semah ve sema gruplarıyla Neyzen’in Bektaşiliğinin ve Mevleviliğinin de altını çizmiş.
Murat Dölek’in Dekoru
Sahnelenişte değineceğim fazla bir şey olmaması vallahi pek sevindirici, ama Murat Dölek’in dekoruna söyleyeceklerim var.
Maddi olanaksızlıkları anlarım da, tasarımının bu kadar entipüften, böylesine estetikten yoksun ve bu denli zevksiz olanına tahammül edemiyorum.
Kostüm Tasarımını yapan Günnur Gündem’e de erkek oyuncuların giydiği ayakkabıları sormadan geçemeyeceğim. Sema dönerlerken altı kalın lastik botlar o kadar sakil duruyor ki o kadar olur işte!
Yiğit Dikbıyık’ın ışık tasarımı, üzerinde konuşulamayacak kadar kötü.
İhsan Bengier’in koreografisi iyi.
Oyunculara Kıyamam
Oyuncuları eleştireyim derken Anadolu’yu karış karış dolaşan bu tiyatro misyonerlerini hırpalamak istemiyorum.
Tümü ellerinden geleni yapmışlar.
Örneğin; Kenan Güler, ön planda olanın gerçekçilik olduğunu biliyor.
Eyüp Gülmez’e devinimin esasını da doğallık oluşturmalı diyeceğim, ama gene de istenileni verdiğini söyleyeceğim.
Cüneyt Gürbüz, büründüğü karakteri değil, karakterin duyumsadıklarını da izleyiciye yansıtarak “bravo”yu hak ediyor.
İhsan Çepni, fiziksel yapısına fazla yaslanmasa… Karaktere estetik açıdan yaklaşsa!
Dilber Çilem Güngör’ün diğer oyuncularla fiziksel ilişkiyi gayet dengeli kurması “takdire değer”.
İdil Aysel Direk, görevini eksiksiz yerine getirirken, Tuğçe Ergen karakterini sevimli kılma uğruna elinden geleni yapıyor.
Uğur Taşkın’ın Neyzen’i
Neyzen’e can veren Uğur Taşkın ise hiç kuşkum yok ki yetenekli ve iyi bir oyuncu. Neyzen ile de çok iyi özdeşleşiyor. Role yakışmış. Neyzen’in ufkunu sınırlayan öğeleri, ışıksızlığını, ışıksızlığın getirdiği çözümsüzlüğü, kişiliğini, yaşam biçimini ve yaşam karşısındaki tutumunu yorumlarken iyi yakalamış.
Neyzen’i sıradan bir “lümpen” olarak canlandırmıyor.
Sahnede yetenekli, zeki, büyük çoğunlukça önemsenen, ne varsa tümünü elde edebilecek konumda; asla zavallı olmayan bir Neyzen çiziyor.
Gerek Yönetmen Mehmet Esatoğlu’nun, gerekse Uğur Taşkın’ın yorumlarından anlıyoruz ki, Neyzen’i sürdürdüğü yaşam biçimine zorlayan yok. İstediği an, bambaşka bir noktaya ulaşabilir o.
İsteyerek yapmıyor bunu.
Pekiii… Oyunu izleyen seyirciler ne yapıyor?
Uğur Taşkın Neyzen’in ağzından: “… Esir iken mümkün müdür ibadet?/yatıp kalkıp sen Atatürk’e dua et!/Senin gibi dürzülerin yüzünden,/Dininden de soğuyacak bu millet” dediğinde hüzünleniyor; “İşgaldeki hali sakın unutma,/ Atatürk’e dil uzatma sebepsiz./sen anandan yine çıkardın ama/Baban kimdi bilemezdin şerefsiz” dediğindeyse alkışı basıyor.
Bir anlamda, şimdiki “ahval ve şerait içinde” inzal oluyor, boşalıyor!