Mahmud ile Yezida'nın Çemberi

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Hüseyin Erdoğdu

21. si düzenlenen İstanbul Alternatif Tiyatro Günleri (İATG) şenliği çerçevesinde 8 Mayıs’ta Boğaziçi Üniversitesi ÖFB Demir Demirgil Sahnesi’nde TİMİS Oyuncularının sergilediği Mahmud İle Yezida oyununu izledik. Oyun canlı müzik eşliğinde Ezidileri temsil eden bir koreografi ile başlıyor. Daha sonra dilek ağacının başında bulunan iki gencin sohbetiyle oyun bizi de içine alıyor. İçine alırken bu aşıkların çilelerini, sıkıntılarını ve oyunun nasıl ilerleyeceğinin ipuçlarını veriyor. Birbirlerine saç örüğündeki teller gibi bağlanmış bu aşıklar kırk gündür burada buluşuyor ve her buluşmalarında Mahmud, Yezida’nın saçına bir örük atıyor. Kırkıncı günde aşıkların artık sabrı tükenmeye başlamıştır. Sonsuza kadar hiç ayrılmamacasına kavuşmanın, evlenmenin hayalini kuruyorlar. Fakat istedikleri hiç de kolay bir şey değildir. Karşılarında-berilerinde, arkalarında-önlerinde, geçmişten gelen gelecekte de hiç değişmeyecek gibi duran bir engel vardır: Töreler! Doğumlarından ölümlerine kadar bütün yaşamlarını kuşatan törelerin esiri bu iki gençten Mahmud’un dilinde umut, Yezida’nın dilinde ise umutsuzluk vardır. Törelerin şekillendirdiği toplumların iki bireyinden Yezida’nın hem Ezidi olması hem de kadın olması onun dilinde ölüm ve umutsuzluğun daha çok olmasına sebeptir. Yezida’nın dilinde umutsuzluk olsa da yüreğinde umudu vardır. Ve bu da onun aşkıdır. Yani Mahmud’dur. Söyledikleri daha çok Mahmud’u sınamak onun kararlılığını görmek içindir sanki. Mahmud’un beraber kaçma ısrarına başta karşı görünse de sonradan ikna olup üç gün içinde dilek ağacının yanında buluşup kaçmaya razı olur.

Birbirine düşman iki köyün iki aşık genci kaçmak için hayal kursun, Müslüman köyün ağası Havvas Ağa devletin çıkardığı toprak reformundan etkilenmemek için Ezidi köyünün arkasındaki bataklığı kurutmak ve kendine tarla yapmak istemektedir. Ezidilerin buna olacak tepkisini önlemek için köyün etrafına çember çizmeye karar verir. Ezidi inancına göre eğer bir çember çizilirse ve biri içinde kalırsa çemberi çizen kişi o çemberi açmadığı sürece içinde kalan dışarı çıkamaz. Böylece Ezidiler köyün dışına çıkamayacak ve onlarda istediği gibi bataklığı kurutup tarlaya çevirebilecektir.

Havvas Ağa bunu kız kardeşiyle evlenecek olan Mahmud’un ağabeyinin düğününde misafir olarak bulunan Kaymakam’a da açar. Kaymakam bunu kabul etmez. Ama ağa Kaymakam’dan daha yüksek yerlere elinin uzandığını, bütün engelleri kaldırdığını, bir tek kendisinin imzasının kaldığını kaymakama söyler ve o kabul etmese de bu yoldan dönmeyeceğini kaymakama belli eder. Kaymakam ‘Biz neyiz burda, tarla korkuluğu mu?’ diye sitem eder ağadan çok kendisini oraya atayanlara! Burada belki oyunun metni ile ilgili bir parantez açmak gerekiyor. Murathan Mungan o coğrafyaya atananların ağalarla her zaman işbirliği içinde olduğunu ve ötekileştirenler üzerinden elde edilecek herhangi bir şeyden pay almaya çalıştıklarını ve aldıklarını bilir. Sanırım Murathan Mungan burada Kaymakamın tavrına daha insani bir yerden bakıp asıl sıkıntının sistem de olduğunu göstermek istemiştir. Ya da bu oyunu sahneye koyanların tercihidir, bilmiyorum.

Oyunun sonunda yapılan fuayede grup üyeleri metne fazla bir müdahalelerinin olmadığını söylediler. Metinde kendini tekrar eden yerlerin atıldığını ve üslupsal olarak varolan bazı sıkıntıların üzerine eğildiklerini bunun üstesinden gelmeye çalıştıklarını belirttiler. Melodrama kaçan yerler olsa da ben, baştan sona bir ağıt şeklinde akan oyunun üslupsal olarak iyi tutturulduğunu düşünüyorum. Yine fuayede çok konuşulan konulardan biride bölge halkı konuşmalarının (şivelerinin) ve müziklerin (özellikle ağıt yakılan kısımların) dizilerdeki temsillere benzediği yönündeydi. Oyuncular şivesiz de oyunu denediklerini, çok video izlediklerini ve sonunda şiveli oynamaya karar verdiklerini müzikler içinse çok araştırma-inceleme yapmadıklarını, kendi imkânları çerçevesinde, ellerindeki malzemeyi oyuna yedirmeye çalıştıklarını belirttiler. TİMİS Mahmud ile Yezida oyununu baştan sona çok iyi çalışmış ve çok iyi bir temsil ortaya koymuşlar. Öyle sanıyorum ki TİMİS üyeleri bu oyunu olabilecek en mükemmel şekilde de sergileselerdi yine de bu eleştirilerden kurtulamayacaklardı. Yıllardır reyting dizilerinin izleyenlere töreyi ve törenin mağdur ettiği kadını anlattığını söylerken aslında kadının nasıl da yeniden ötekileştirildiği, dizilerdeki temsillerle ora halkının nasıl karikatürize edildiği ve o coğrafyada yaşayan herkesi nasıl ötekileştirdiğini iyi biliyoruz. Bundan rahatsız olan izleyiciler TİMİS’in tercih ettiği şekilde bir sergilemeyi izlediklerinde hemen böyle bir karşılaştırma ve benzerlik kurmaları normal ama ağır bir eleştiri. Dizi temsillerine kaçması oyunu izlerken zaman zaman benim de hissettiğim bir şeydi. Yukarıda kısaca anlatmaya çalıştım; dizilerin hayatlarımıza bu kadar sızdığı bir ortamda sanırım bundan kaçış yok. Benim izlenimim grubun bu çerçevenin dışına çıktığıdır. Belki şu açıdan bakılabilir. Oyunda kullanılan dil, konuşurkenki yapılan vurguların tamamına yakını Kürtçe gibi. Yani sanki Kürtçe düşünülüp Türkçe yazılmış. Oyun geçtiği yerin (şivesiyle konuşulan) dili ile oynansa daha iyi bir temsil çıkabilir ortaya. Fuayede sorulan bir soru üzerine grup üyeleri de böyle bir tahminde bulundular. Bu da daha çok Kürtçe tiyatro yapanların derdi olsa gerek. Bunun için yapılması gereken öncelikli olarak bu ve bunun gibi oyunların daha çok Kürtçeye çevrilmesi ve sahnelenmesi. Daha etraflıca düşünülmesi gereken başka bir yazının konusu belki. Biz tekrar metnin Türkçe temsiline dönersek, metnin kendi içinde tiyatral üslubu tam tutturamaması ve kendini tekrar etmesi gibi sıkıntılar var. Bu eleştirileri daha çok grubun sözlerinden aktarıyorum (metnin tamamını hiç okumadığımı oyunu da ilk defa izlediğimi söyleyeyim). Bunun yanında dikkatimi çeken metinde Ezidilere dair temsil oyun uzunluğuna göre oldukça az. Ezidilere dair çoğu şeyi biz Müslüman köy ahalisinin üzerinden, onların diyaloglarından öğreniyoruz. Ezidilerin kapalı bir toplum olmasından kaynaklı Murathan Mungan böyle bir tercih yapmış olabilir mi diye düşündüm! Çünkü Ezidilere dair bilgiler çok azdır ve Ezidilerin özellikle bunu böyle istedikleri yani ‘sır din’ olarak kalmayı istedikleri söylenir. Fuayede Ezidilerle ilgili ne yapıldığı, nasıl bir araştırma yapıldığı ve bunun oyuna nasıl yansıdığı da soruldu. Bu beklentinin de arka planında şöyle bir yanılgının olduğunu düşünüyorum. İzleyeceğimiz bir oyunda bilmediğimiz fakat merak ettiğimiz tarihsel bir kişilik, toplum veya olay konu edinilecekse her şeyi orada öğreneceğimizi, bütün sorularımıza cevap bulacağımızı düşünürüz. Halbuki izleyeceğimiz oyunun ana teması ve bununla ilgili bizde oluşacak imgelem önemlidir. Elbette projeyi önlerine alanlar oyuna hazırlanırken araştırma-inceleme yaparak izleyicinin imgelemini zenginleştirmeyi, estetik haz almasını, tarihsel-politik merakının giderilmesini hedeflemeli. Ama bu kadar.

Burada metin ile ilgili parantezi kapatırken TİMİS’ in Murathan Mungan’ın şiirsel diline de bağlı kalarak onun ağıdını bize taşıdığını söylemeliyim. Bu ağıt yalnız Murathan Mungan’ın da ağıdı değildir. Bu ötelenen toplumların, ötelenen kadınların ve ötelenen tüm aşıkların ağıdıdır.

Havvas Ağa Mahmud’u ikna edip oyunlarına alet edemese de bildiği yoldan şaşmaz ve planını gerçekleştirir. Ezidi köyünün etrafına çemberi çizer ve adamlarıyla pusuya yatar. Ama olan aşıklara olur. İlk önce Mahmud öldürülür. Daha sonra Mahmud’un yanına gömülmek isteyen ve kendi çemberini çizen, bedenini ölüme yatıran Yezida ölür. Törelerin kurbanı yine ona en çok karşı çıkanlar olmuştur. TİMİS oyuncuları oyunun sonunda herkese beyaz kefen giydirerek bitiririr oyunu. Murathan Mungan’ın şiirinde dediği gibi; ‘Ya dışındasındır çemberin/Ya da içinde yer alacaksın…’’.

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Hüseyin Erdoğdu

Yanıtla