Üstün Akmen
Trabzon Devlet Tiyatrosu, 2012-2013 sezonunun ikinci oyunu olarak Uğur Saatçi’nin (1986) yazdığı Barış Erdenk’in (1970) yönettiği “Bu da Geçer Ya Hu”yu sahneye taşıdı.
Gencecik yazar Uğur Saatçi bu kere, “Savaşmak istemeyen insanların trajik yazgısı” olarak tanımladığı savaş gerçeğini anlatmayı yeğlemiş, olaylar örgüsünü Osmanlı Devleti ve İtilaf Devletleri arasındaki Mondros Ateşkes Antlaşması ile I. Dünya Savaşı’nın bu ülkeler arasında sona erdiğinin ilan edilmesini izleyen 1918-1923 dönemindeki İstanbul’un işgali yıllarına sirayet ettirmiş. Savaş gerçeğine, kurmaca tekniğiyle değinmiş, değinirken gülümsetmeyi yeğlemiş. Milli mücadeleye “Karınca kaderince, yol yapar ince ince” misali kendilerince destek verenlerin öykülerinden bir demet örneklemeyi konu edinmiş.
Trabzon Devlet Tiyatrosu, Mitos-Boyut Yayınları’nın 3. Oyun Yazma Yarışması’nda (Mitos Boyut Tiyatro Yayınları/2008) başarı ödülü sahibi de olan genç Oyun Yazarı Uğur Saatçi’nin öykü dilindeki akıcılığı ve yalınlığı keşfetmiş, “İstibdat Kumpanyası” başlıklı oyununu 2009-2010 sezonunda seyircisiyle tanıştırmış bir kurum.
“Bu Da Geçer Ya Hu”sunu da gene genç Yönetmen Barış Erdenk (1970) yönetiminde, yazarın ana fikrine sadık kalınarak, ama kimi oyun yazma tekniklerindeki fazlalıklar/eksiklikler çözümlenerek sahnelenmekte.
Göstermeci/Epik Yöntem
Barış Erdenk, aynen “İstibdat Kumpanyası”nda olduğunca tiyatronun sahne yapısını, oyunculuğu, rejiyi, kısacası tiyatronun her öğesini kullanarak ve yazarın metninin üstüne dramatik mantığı bulunan kendine özgü bir teknik monte ederek “Bu Da Geçer Ya Hu”yu da başarıyla sahneye taşımış. Uğur Saatçi’nin benzetmeci/dramatik yöntem ve göstermeci/epik yöntem saptamalarını fevkalade geliştirerek değerlendirmiş. Sonuç olarak ilk tablodan son tabloya seyirciyi avucunun içine alan, enerjik, mükemmel performanslı bir oyun çıkarmış.
Aytuğ Dereli ise müzikli bir oyun için hayli işlevsel bir dekor tasarlamış. Nihat Bahar’ın ışık tasarımı “dekorun iyilik perisi” niteliğini almış, sahneye ruh, dekora atmosfer aşılamış.
‘Oh… Oh…’
Aylin Dinler oyun için şıkır şıkır, rengarenk, göz alıcı kostümler hazırlamış. Dinler, Gazeteci Kız’a hangi amaçla fes giydirmiş, anlayamadım, ama Emin Serdar Kurutçu, müziğin kendi dinamiğini içeren, aktarmak istediklerine bir de söylem katan, kültürel birikimimizin kodlarını kullanıp, zihnimizde var olan motifleri eşeleyen müzikler kurgulamış. Gelgelelim sikstet müzik grubu olamazcasına “forte”. Koreograf Sibel Erdenk de, kompozisyon ve koreografiyi oluşturan faktörleri fevkalade eşelemiş, koreografisini kodlarken, dikkat edilecek içgüdüsel hareketleri çok iyi ifade etmiş. Oyuncuları, bir müzikli oyunun koreografisinin önemine inandırmış. Müziği önemsemiş, ancak yapmak istediğine yardımcı olarak kabullenmiş müziği, öne çıkartmamış. Sözü, hareketler aracılığıyla dile getirmeyi pek güzel başarmış.
Ammaaa…
“İstanbul işgal altında” diye şarkı çığırılırken gerdan kırıp bel kıvırmaların nedenini anlatamamış ya da benim kafam almamış!
Bu bölüm bence olmamış.
Oyunculuklar-Oynanış
Sıra oynanışa geldiğinde tüm kadronun istekli ve başarılı olduğunu rahatlıkla söylemeli; Serap Kocaboy’un, Mehmet Fukul’un, Gürkan Özcelep’in, Sinem Bilgin’in Nihat Bıyık’ın, Mirkan Kasacı’nın tiyatro sevdalarından kaynaklanan heyecanlarını oturduğum yerden de olsa paylaştığımı sözlerime eklemeliyim.
Gazeteci Kız’da Selin Usta, mükemmel ritim duygusunu ortaya koyuyor, Ziya’da Yavuz Topçuoğlu oyuncunun en yoğun anlatım aracının hareket olduğunu biliyor, biliyor bilmesine de, nedense bazı yerlerde ağır kalıyor. Erşan Utku Ölmez, Kemal’de vücut yapısının, canlandırdığı karakterin bir parçası olduğunun ayırtında. Banu Manioğlu sevimli bir “Kadriye” çizmekte, oyuncunun büründüğü karakteri ancak kendi, biricik duygularıyla denetleyebileceğini ya da yaşayabileceğini pek güzel vurguluyor, doğrusu benden de kocaman bir “helal olsun” alıyor.
Fatih Dokgöz’ün Falih’i
Süha’da Fatih Topçuoğlu, oyuncunun sahne üzerindeki hareketlerini belirleyici temel kuralları bilerek ve bu kuralları doğru biçimde uygulayarak dikkat çekerken; Amiral Colthart’ta Birkan Görgün konuşma ve tepkiyi aynı anda mükemmel dengeliyor, oyunculuğun özellikle komedide ön plana çıkması için, etkileyici olmanın bireysellikle gerçekleşemeyeceğinin somut örneğini veriyor.
Perde kapandığındaysa, yaratıcı iradenin arzuları sahne üzerinde nasıl uyandırılır; arzulamak, yaratmak, oynamak neye denir tanık olmak isteyen tiyatroseverlerde Falih karakterine bürünmüş M. Fatih Dokgöz’ü yeniden izlemek isteği doğuyor.