Can Merdan Doğan
Niyetlerle kuruyoruz şu “batasıca dünya”yı! Niyet okumalar mı demeli; niyeti on metre öteden tanımalar mı; uzaktan baktığında iyi gözüken bir niyetin, yakınlaştıkça kötüye meyletmesi mi; yoksa niyetlerin şu “batasıca dünya”da kendilerini bir halt sanmaları mı?
Tiyatrotem, yine geleneklerinin dışına çıkmadan “rabarba”ları, sahnenin tüm olanaklarıyla halvet ettirmeyi başarmış. Ayşe Selen ve Şehsuvar Aktaş, hem oyunun anlatıcıları hem de sahneye koyanları. Üçüncü göz ise Hakiki Gala oyunundan tanıdığımız Ayşe Bayramoğlu. Alfred Jarry’nin Zincire Vurulmuş Übü oyunundan hareketle yazılan Gündüz Niyetine, rüyaların hayra yoruluşlarından yola çıkarak, çivisi çıkmış bir dünyayı gölge oyunuyla seyreyliyor. Übü Ana ve Übü Baba bu yolculukta bize eşlik ediyorlar. Nasıl bir yolculuk bu yolculuk diye sorarsanız; içini boşaltıp, düzmecelere çevirdiğimiz, bir türlü erişemediğimiz o değerli kavramların şimdide olan “başıboşlukları” üzerine cevabını vermek pek mümkün. Übü Baba kral olmaktan vazgeçip, “ellerinin işlemesi”yle köle olma kararı alır. Sonuna kadar hizmet etme kararına Übü Ana’yı da ikna eder. İşleyen eller, temiz olma gayretiyle hizmet etmek isteseler de, şu “eşek sürüsü” tarafından yine baş ilan edilirler lakin. Bir türlü hasıl olamaz şu kavramlar. Oyunda ya anlatıcıların dil oyunlarına takılırlar ya da bir kurumun “gez göz arpacığında” birbirini ararlar. Adalet, özgürlük/kölelik, rüyalarda görülen, gerçekte dile çarpan, bu çarpma haliyle parçalanan, parçalandıkça hayra mı şerre mi yorulacağı bilinmeyen kavramlardır. Sahneye kalansa dilin en cilveli, en kıvrak halidir. Fiiller bile çekimlenemez böylesi bir düzende, özgürlük akla bir türlü “özgürlükler”i getiremez, “gözlüğü” getirir akla “overlok”u getirir… Dil, Gündüz Niyetine oyununda şeyleşir. Anlatıcılar, dile uyguladıkları provokasyonu, Küşteri Meydanı’na da aynı muziplikle uygularlar, nedir? Bazen nesneler karışır sahnede, bazen anlatıcılar kuklanın temsilinden sıkılarak onların anlatacaklarını, anlatma gayretiyle işe girişirler. Oyun tamamlanmıştır. Niyetler, gönüller, aşklar, kavramlar zincire vurulmuştur artık. Ayşe Selen’in yeri ayrı olsa da şu kuklanın kalbinde, Şehsuvar Aktaş’ın şamatası insanı zincire vuruyor tamamlanan oyunda…
Tiyatro nedir ki? Söz-eylem-gelenek. Birbirimizi incitip, kötü niyet okuyuculuğu yapacağımıza, şu “batasıca dünya”da gündüz gözüne bir rüyanın inceliklerini izlemek için biraz vakitten biraz nakitten çalalım, sonra da hayra yoralım şu acayip rüyayı birlikte. Pembe mabadı/Peklikten bitap düşenler ise ayrıca izlesinler. Bat dünya bat!