Mimesis Çeviri / Deutsche Stadttheater uzun zamandır uluslararası bağlantılara sahipti. Ancak artık sahne üzerindeki sınırlar da kaybolmaya başladı: Oyuncular yabancı dillerde konuşuyor. Tiyatro Avrupalılaştı.
Goethe Institut. Ocak 2013, Çeviri: Deniz Aydın
Belki de günün birinde bu gösteri yeni Avrupa tiyatrosunun başlangıcı olarak görülecek. Three Kingdoms oyunu için yönetmen Sebastian Nübling ve yazar Simon Stephens araştırmacılarını Avrupa’nın çeşitli yerlerine yolladılar: Önce İngiltere, ardından Almanya ve son olarak Estonya. Oyuncular da söz konusu ülkelerden geldiler: İngilizler Londra’daki Lyric Hammersmith Tiyatrosu’ndan, Estonyalılar Tallinn’deki Theater N099’dan ve Almanlar Müncher Kammerspiele’den. Ve sahnede kendi dillerini konuşuyorlar, İngilizler İngilizce, Estonyalılar Estonca ve Almanlar Almanca. Bir polisiye olan hikâye buna rağmen ya da tam da bu sebeple anlatılabiliyor.
Kammerspiele’nin dramaturgu Matthias Günther bu ve benzer projelerle ilgili olarak “dile dair korkunun üstesinden gelinmeli” diyor. Bunu söylerken sadece oyuncuları değil, seyircileri de kastediyor: “O zaman bu oyun görevini yerine getirir. Geçmişte seyirci üstyazıya da pekâlâ alışmıştı.” Günther tiyatroyu yöneten bir “anlaşılma terörü”nden de bahsediyor. “Geleneksel dile dayalı tiyatroda daima böyle yapıldığı ve mütemadiyen her şeyin anlaşıldığı varsayıldığı için sahnede sadece o ülkenin ulusal dilinde konuşulabileceği düşünülüyor.”
Müncher Kammerspiele, Hollandalı Sanat Yönetmeni Johan Simons ve pek çok Belçikalı ve Hollandalı oyuncusuyla Avrupa’nin birleşmesi sürecinin günümüzdeki tiyatral öncüsü gibi. Finlandiyalı Kristian Smeds burada Der imaginäre sibirische Zirkus des Rodion Raskolnikow adlı oyunu dört ayrı ülkeden oyuncularla çalıştığında ortaya çıkan oldukça yabancı gelmişti; Finlandiyalı – mistik bir dünyadan gelmiş gibiydi. Tercümanlar da provalardaki tüm anlaşma güçlüklerini gideremiyorlardı. Letonyalı Alvis Hermanis Kammerspiele’nin çalışmalarında aşırı doğal sahne resimleriyle ya da hiper-yanılsamalar içeren oyunlarla dilin yanında ikinci bir bağımsız evren yaratılabileceğini gösterdi. Three Kingdoms’ta şarkıcı olarak yer alan ve Almanya’da özellikle Hans Albers sayesinde tanınan La Paloma şarkısını söyleyen Risto Kübar, aynı zamanda Kammerspiele’de Nüblings‘in Orpheus steigt herab oyununda başrol oynuyor. Estonyalı oyuncu metnin büyük bölümünü, bu dili iyi bilmemesine rağmen Almanca oynuyor.
Küresel bağlar
Johan Simons’un atanmasıyla birlikte Münih Kültürel İşleri Başkanı Hans-Georg Küppers Kammerspiele’yi bilinçli şekilde bu yola sevketti. Ancak Müncher Theater Almanya’da uluslararası mecrada çalışan tek tiyatro değil. Staffan Waldemar Holm ile birlikte Düsseldorf‘un İsveçli bir sanat yönetmeni oldu; Bochum Schauspielhaus ise programını açıkladı ve kendine “Boropa” adını verdi.
Daha az dil merkezli olan bağımsız tiyatrolar uzun süredir uluslararası biçimde çalışıyorlar; örneğin Belçikalı Annemie Vanackere, Berliner Theaters Hebbel am Ufer‘in sanat yönetmeni olarak görevlendirildi. Ama aynı zamanda Berlin Schaubühne de Avignon ve Sydney arasında küresel bir bağlantıya sahip ki böyle bir bağlantısı olan tiyatro sayısı oldukça az. Pek çok ülkeden, İngiltere, Macaristan ve İtalya‘dan yönetmenler Köln’de sanat yönetmeni Karin Beier çevresinde geleneksel biçimde toplanıyorlar. Genel mânâda, hemen hemen tüm Avrupa ülkelerinden yönetmenler Alman tiyatrosu için çalışıyorlar – tüm bunlar sadece adına yapılmıyor, aynı zamanda Almanya‘daki yenilikçilik baskısından kaynaklanıyor.
Yeni ya da neredeyse yeni olan ise, oyuncuların farklı dillerle tek bir sahne üzerinde olması. Ancak bu daha önce deneyimlenmişti. 1990‘larda Karin Beiers’in efsanevi uluslararası oyunu Sommernachtstraum vardı. Berliner Volksbühne’de Bulgar oyuncu Jeanette Spassova vardı. Belçikalı Viviane de Muynk, 2007’de Salzburg Festivali‘nde Düsseldorfer Schauspielhaus‘un sahnelediği bir Thomas-Bernhard oyununda oynadı. Ve zaten Bertolt Brecht Moskova Sanat Tiyatrosu’ndan bir reji asistanıyla oyuncu olarak çalışmak istediğinde bir arayış başlatmıştı.
Prova Dili İngilizce
Sahnedeki bu dilsel çeşitlilik ancak şimdilerde sistematik hale geliyor. Ve böylelikle yeni sorunlar ve çalışma tarzları kendiliğinden ortaya çıkıyor. “Provalarda kullanılan dil giderek daha fazla İngilizce olmaya başladı” diyor Matthias Günther. “Ancak yalnızca dil değil, aynı zamanda kültür ve bununla birlikte tiyatro sistemleri de oldukça farklı. Raskolnikow’un provalarında altı çizildiği üzere Finlandiyalılar Almanlara göre daha az sözcüğe ihtiyaç duyuyorlar ve bu durum Almanca çeviride bir parça hakaretâmiz bir etki yaratıyor.”
Oyuncular birlikte oynuyorlarsa çalışma tarzlarını açıklığa kavuşturmak zorundalar. Bu noktada Avrupalı uzlaşının bir kez daha ortaya çıkmaya başlıyor. İngiliz oyuncuların hatalı bir programı olduğu Three Kingdoms sergilenemedi. Ancak uzlaşının ne kadar iyi gidebileceğini Kammerspiele’deki Hollandalı ve Belçikalı oyuncular gösteriyor. Bazı bölümlerde öyle iyi Almanca konuşuyorlar ki nereden geldikleri unutulmaya başlıyor.