Sacit Hadi Akdede
25 Şubat 2013 Pazartesi akşamı İzmir Devlet Opera ve Balesi’nin sahneye koyduğu Muhteşem Süleyman gösterisini Ahmet Adnan Saygun Sanat Merkezi’nde (AASSM) izledim. Üretim maliyetleri çok yüksek olan opera sanatı dünyanın birçok ülkesinde seyirci sıkıntısı çekmektedir. Seyirci sayısını arttırmak ve operayı daha çok insanın izlemesini sağlamak için, sanatçılar çeşitli yollar aramakta ve yaratıcılıklarını zorlamaktadır. 2010 yılında Almanya’nın Kassel şehrinde bir hafta bir politik ekonomi çalıştayında bulunmuştum. İki yüz bin nüfuslu Kassel’de her aksam bir sahne sanatları gösterisine gittim. Buna rağmen, gideceğim gösterileri bitiremeden hafta bitti ve dönmek zorundaydım. Her akşam birden fazla gösterinin olması beni şaşırtmıştı. Bugün İzmir’de bile (üç milyon nüfus) Pazartesi akşamları örneğin birçok sahne sanatı gösterisi bulmak çok kolay değildir. Kassel’de izlediğim operada sahne beyaz bir sinema perdesi gibi duvarın kendisiydi. Sahne, yerden iki metre yükseklikte ve bir metre yatay derinliği olan beyaz bir platformdu. Sıfır dekorla oynadılar. Sinema izler gibi izledim gösteriyi. Böyle bir algı yaratmak istiyordu gösteri. Operayı modernleştirmek için oldukça kafa yormuşlar ama operadaki doğal olmayan konuşmaya dokunmamışlardı. Sanırım operayı opera yapan da o doğal olmayan konuşma tarzı. Operayı modernleştirmek için oldukça kafa yorulduğu belliydi. Bunlar operayı çok sayıda insana ulaştırmak için yapılması gereken denemelerdi belki de.
İzmir’deki muhteşem Süleyman gösterisi için aynı şeyleri söylemek çok güç. Televizyondaki popüler bir dizinin konusundan (belki) kopya çekilerek, oradaki konu vurgusu korunarak hazırlanmış libretto çok yaratıcı değildi. Süleyman’ın arkadaşını ve çocuğunu öldürtmesi elbette ki önemli; bunun yanında Süleyman’ın aşkına vurgu yapmak için yazdığı şiirlerden daha çok yararlanılabilirdi. Bu konunun bu haliyle operada işlenmesi, Muhteşem Yüzyıl dizisinin basında bu derece tartışılmasından sonra, gereksiz olmuş. Keşke opera, dizi gösterime girmeden önce kotarılmış olsaydı. Biz bazen bir konuda makale yazalım diye düşünürüz, aklımıza çok güzel bir konu gelir. Bir bakarız ki, başka bir bilim adamı bizim düşündüğümüz konuyu bizden önce çalışmış. Bu durumda, biz üzülerek de olsa konuyu bırakırız. Elbette ki sanat ve bilimin çalışma yöntemleri aynı değildir. Sanatta önemli olan ne anlattığınız değil, nasıl anlattığınızdır. Bütün bu açıklamalardan sonra bile, Muhteşem Süleyman çok da gerekli bir gösteri olmamış. Bunun yerine başka bir gösteriye ayrılabilirdi ekonomik kaynaklar. İlle “bizden” bir opera yapalım kaygısı mı egemen yoksa? Doğu müzik enstrümanlarının da zaman zaman solo yapması bir gösteriyi “bizden” yapar mı acaba? Ayrıca, Türkçe, klasik müzikle opera olarak çok kolay dile gelmiyor; üst yazılar olmasaydı bu gösteride ne söylendiğini anlamakta çok güçlük çekecektim. İngilizce de böyle. Bu belki bütün dillerdeki operalarda da böyledir.
Genel olarak operalarda, müzik, ışık ve dekor ve kostümün yoğun kullanımı, yönetmene istese de bir gösteriyi berbat etme durumunu sunmaz. Hele bir de gösteri maksimum iki saat gibi dayanılır bir uzunluktaysa, düzenli opera izleyicisi fazla oflayıp puflamadan, gösteride sevecek bir boyut bulabilir. Eminim ki, 25 Şubat Pazartesi akşamındaki gösteride birçok düzenli opera izleyicisi kadın beş kez kostüm değiştiren Hürrem’in kostümlerini çok beğenmişlerdir. Ayrıca haremdeki kızlar da kostümleriyle birçok seyirci kadının içinin geçmesine neden olmuştur. Muhteşem Yüzyıl dizisi popüler olunca, sanırım opera ve baledeki sanatçılar da biz de bir Muhteşem Süleyman operası yapalım ve seyircisi operaya çekelim demişler. Aslında bunda başarılı olmuşlar çünkü AASSM salonu ve balkonu tamamen doluydu. Tanıtım kitabından anladığıma göre, müziği besteleyen Tevfik Akbaşlı bu gösterinin müziklerini düşünmeye 2006 yılında başladığını belirtiyor. Bununla birlikte, libretto yazarının librettoyu hangi yılda yazdığına ilişkin bir bilgi bulunmamaktadır. Böyle olunca, bu konu öncelikle televizyonda işlenmiş ve opera ve bale sanatçıları da TV’den etkilenmiş izlenimi çıkmaktadır. Bilet fiyatlarının ortalama bir özel tiyatro bilet fiyatından bile düşük olduğu bu gösteri oldukça yüksek üretim maliyetine sahipti. Bu kadar maliyete karşın, ortaya çıkması gereken ürün bu mu olmalıydı sorusu ise ister istemez benim gibi politik ekonomi ve kültürel ekonomi gibi konular üzerine düşünen birinin aklına geliyordu.
Şimdi gelelim gösterinin aksayan teknik yönlerine. Bir defa bu gösteri çok uzun: yaklaşık üç saat. Evden gösteri salonuna gitmeyi ve geri dönmeyi de eklerseniz, dört buçuk- beş saat. Bu beş saat içinde ne öğrendik ve hangi estetik duygularla operadan ayrıldık diye düşündüğümüzde, aklıma çok da olumlu cümleler gelmiyor, müzik ve ışığın dışında. Sadece müzik, ışık, dekor ve kostüm bir gösterinin iyi olması için yeterli değildir. Bir defa bu gösteri ne anlatıyor sorusuna yanıt verilmelidir? Gösteride, Hürrem’in elinde oyuncak olan, aciz, aşk karşısında sağduyusunu ve aklını yitiren ve olayları objektif olarak değerlendiremeyen bir Sultan Süleyman çizilmiş. Böyle bir padişah anlatmak elbette ki metin yazarının tercihi olabilir. Burada eleştirilecek bir nokta yoktur. Bununla beraber bu mesajı aktarmak için insanların üç saati alınmamalıdır. Bunun daha kısa anlatımlı bir yolu vardır çünkü gösterinin ana fikri sadece iki sahnede ortaya konulmaktadır: Pargalı İbrahim’in ve Şehzade Mustafa’nın öldürülme sahneleri bu gösterinin ana fikrini ortaya koymaya yetmiştir. Bu ana fikir için üç saat gerekmez. Bu birinci ve belki de en önemli sorundur.
Sahne değişimleri sırasında, sık sık gereksiz yere sahnenin uzun süre boş kalması anlaşılması kolay olmayan bir sorundur. Muhteşem akustiğe sahip olan salonda müzik ve ışık ve büyük bir dekorla her şeyin çok güzel olacağı düşünülmüş, ama olmamış. Sahne geçişleri çok uzun. Sahne uzun süre boş kalabiliyor. Bereket müzik var ve müzik durumu kurtarıyor. Anlatıcının Türkçesi çoğu yerde anlaşılmıyor. Akustiği muhteşem olan AASSM’de anlaşılmıyorsa, aynı büyüklükteki (Gerçi İzmir’de bu büyüklükte bir başka salon yok) başka bir salonda hiç anlaşılmayabilir. Bir iki yerde de konuşurken teklemek durumunda kaldı. Bunlar profesyonel ve bu kadar yüksek maliyetli işlerin yapıldığı bir grubun oyuncularından beklenmeyen durumlar.
Ayrıca oyuncu seçiminin çok doğru yapılmadığını düşünüyorum. Süleyman’ı oynayan oyuncu Pargalı’yı oynayan oyuncudan daha kısa ve daha zayıf. Süleyman’ın daha uzun ve daha yapılı bir oyuncu tarafından oynanmasında fayda vardır çünkü dekor ve sahne çok büyük olunca, Süleyman bu dekor ve sahnenin ortasında ufacık bir adam olarak duruyor. Uzun kostümler de Süleyman’ı oynayan oyuncuyu yeterince büyük gösteremiyor. Aslında AASSM’nin sahnesi opera için çok uygun değil. Çünkü sahne yatay derinliğe sahip değildir. Böyle olunca da büyük dekorlar sahne yüksekliğini tam olarak kullanmıştır. Bu durumda da Süleyman çok küçük kalmıştır. Süleyman’ın olduğu sahnelerin hepsinde yerden en az yarım metre yükseklikte bir platformda geçmeliydi bütün konuşmalar. Burada matematiksel/geometrik bir hata yapılmış. Ayrıca Süleyman’ı oynayan oyuncunun sesi örneğin zaman zaman balkona kadar gelmezken, Pargalı’da böyle bir sorun yoktu. Zaten bu kadar ufak tefek adamın Hürrem karşısında aciz duruma düşmesi çok da şaşırtıcı görünmüyor. Böyle olunca da dramatik etki ortaya çıkamıyor. Kısaca, rol dağıtımı yanlış olmuş. Hürrem de daha genç, daha uzun ve daha zayıf oyuncular arasından seçilseydi daha iyi olurdu. Belli ki operada da (Devlet kurumlarının çoğunda olduğu gibi) ast üst ilişkisi ya da kıdemli sanatçı pozisyonu bulunmaktadır. Başroller daha kıdemliler tarafından oynanmalıdır düşüncesi gösterinin genel başarını olumsuz etkilemektedir. Gösteri sırasında zaman zaman müziğin sesi oyuncuların bazı konuşmalarının önüne geçti ve konuşulanlar anlaşılamadı.
Bunlara ek olarak, oyunun başlangıcında ve sonunda koşarak bayrak getirilen sahneler müsamereyi andırıyordu. Bu sahneler kolaylıkla kaldırılabilir. Bu sahneler iyi oynanmıyor. Süleyman bir sahnede “tanrım” kelimesini kullanıyor ve başka birçok yerde “Allah” kelimesini kullanıyor. Süleyman’ın “tanrım” demesi göze batıyor. Libretto bu bakımdan tutarsızlık gösteriyor. Yeniçerilerin bazı dansları da, üzerinde çok çalışılmadan sahneye konmuş.
Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü, devlet bütçesinden diğer kültür kurumlarıyla karşılaştırıldığında daha yüksek pay alan bir genel müdürlüktür. Bu kurumdan daha iyi ve mükemmel işler beklemek vergi mükelleflerinin hakkıdır diye düşünüyorum. Çok mu acımasız düşünüyorum? Eğer öyleyse, yanlış düşünüyorum.