Neşe Binark
“ Tiyatroda her gece, anlayan bir kişi var diye oynadım! Yoksa ben varım dedim! Bu kitabı da okuyacak bir kişi var diye yazdım! Yoksa gene ben varım! Acaba, o bir kişi siz misiniz?” (“Tiyatronun Cadısı” kitabından, Macide Tanır)
Sesinizi duydum Macide’m, varlığınızı bildim, sizinle tanışamadım ama size hayranlık besleyerek büyüdüm! Tiyatroyu öksüz bırakıp gittiğinizde, yüreğime kızgın yağ değdi inceden inceden! Bu sinsi acı, yerimde durduramadı beni, size veda etmek istedim!
O gün!
Orada ben de vardım!
Siz zaten gördünüz beni, siz zaten duydunuz içimdeki sesimi!
Ses Tiyatrosu’nun sahnesini olanca azametinizle doldurdunuz.
Konuştular hakkınızda, dinledim!
Çocuk doğurmamışsınız, tiyatro için!
“Tiyatro, meslek değil, imandır” demişsiniz!
Altmış sekiz yıllık arkadaşınıza “Tiyatrosuz yaşamaktansa öleyim ben” demişsiniz!
O gün!
Orada benim yaptığım, sizi tanımaya çalışmaktı!
Ayaklarım, duygularım beni tıpış tıpış yanınıza taşıdı!
Sahneye, tabutunuzun yanına çıkayım mı çıkmayayım mı diye bir süre düşündüm, kendimi dinledim!
Hakkım var mıydı buna, sizi tanıyan insanlar vardı orada!
Bir süre bekledim, onlara bıraktım size saygılarını, sevgilerini göstermenin ve “güle güle” demenin sırasını!
Sonra!..
Dayanamadım!
Tabutunuzun yanından geçerken, neler söyleyeceğimi düşündüm!
“Oyunculuk” dersi hocamı hatırladım, Savaş Hocam “reji yapma” diyordu bana!
Reji yapamadım ki zaten sultanım, bomboş bir kafayla sahneye, size yaklaştım!
Sahnenin merdivenlerini çıkarken garip bir duygu çörekleniverdi içime tuhaf bir “gerçeksizlik” duygusu!
Saydam bir hayal bulutu içine giriyordum sanki, size değil Macide’m kendi oyunuma yürüyordum!
Kaç merdiven çıktım hatırlamıyorum, üç mü, beş mi?
Ayaklarım basamaklara değmedi, bulutlar üzerinde sekiyordum!
Bedenim, suyun üzerinde kayan bir kuğu kadar narinmişçesine sahneye süzüldüm.
Zaman durdu!
İnsanlar yok oldu!
Sadece, tabutun içinde yatmakta olan bedeniniz, size yaklaşmakta olan ben ve beni izlemekte olan ruhunuz!
Bir başımızaydık!
Tabutunuza dokundum!
Yürürken çekemedim elimi, bedeniniz boyunca size dokunarak yürüdüm!
Birkaç saniye miydi yoksa birkaç saat mi?
Ne kadar geçti bilmiyorum!
Anlattım her şeyi size!
Tiyatronun benim için ne demek olduğunu, gerçek bedenlerimiz olan ruhlarımızın o anda kucaklaşmakta olduğunu!
Başımı dizlerinize koydum, ağlayarak size yasak aşkımı, tiyatroyu anlattım!
Siz ise mutlulukla ellerinizi saçlarımın arasında dolaştırıp okşadınız ve “Sev onu! Çok sev! Sahne için, ve hatta sahnede…” dediniz!
Ve hatta…
Sahnede öl mü?
Hayır!
Sahnede yaşa olmalı!
Sahnede yaşayacağım!
Tıpkı sizin gibi!
Sahne sonsuzluk demek!
Sahne, su üstüne yazılmış hayatların değil, zihinlere kazınmış hayatların karnaval yeri!
Sahneye ruh vermiş tüm o sanatçıların sonsuzluktaki adresleri!
Elim tabutunuzda dokunarak yürüken başımı yukarı çevirdim; “Teşekkür ederim” dedim hepinize!
Kantolar duydum, havada uçuşan tiratlar, orkestra, sözler, sözler, sözler!
Öldüm ben!
Ses Tiyatrosu’nun sahnesinde sonsuzluğa karıştım.
Tüm o sanatçı ruhlarla dans ettim.
Jülyet oldum, Lady Macbeth!
Macbeth’in üç cadısı oldum, Hecate oldum, Medea oldum, Keşanlı’nın, hayır Zilha’sı değil Şerif Abla’sı oldum!
Hürmüz oldum, Nigar oldum, Arap Bacı oldum!
Lysistrata oldum, Antigone oldum!
Oldum, oldum, öldüm!..
Yeniden doğdum!
Söz verdim size Macide’m sahnede defalarca ölüp yeniden doğacağım!
Tiyatroyu bırakmayacağım ta ki o beni bırakana kadar!
Beyaz çiçekler gördüm tabutunuzun üzerinde sultanım başınıza ne de güzel yakışmışlardı! Gözlerimden boşalan selleri dudak kıvrımlarım durdurdu, acı ile gülümsedim!
Bu ruhumun katarsisiydi!
Ben artık eski ben değilim!
Bir başka ben oldum benden çok yüksekte!
Tiyatronun ruhlarıyla sahne arkadaşı ben!
Oyuncu adayı ben!
Selam sizlere!
Oyun başlıyor!
Lütfen kafanızın seslerini kapatın, gerekli gereksiz gürültü etmesin!
Omuzlarımda kaldırdığım, hayatın abasını, sıyırdım attım!
Tüy kadar hafifledim!
Sırtımda iki minicik bembeyaz kanat çıkmaya başladı!
Cılız ama sevimli!
Kendi kendime uçacağım güne kadar sahnede büyüyecek, tiyatro aşkıyla palazlanacak!
Günü geldiğinde beni, sahnede uçuracak!
Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun “ressamın yemini” şiirini hatırladım Macide’m, zihnim bu şiiri tiyatroya uyarladı;
“ Bu güne kadar;
tiyatro sanatı alanında,
oynanagelmiş oyunları inceleyeceğime,
alışılagelmiş, basmakalıp, hazırlop, klişeleşmiş,
çiğnene çiğnene tadı tuzu kalmamış,
hiçbir şeyi tekrarlamayacağıma;
zihnimden çıkmış her repliğe,
her karaktere,
her tiplemeye,
her harekete,
kendi aklımı,
kendi tecrübemi, kendi tasamı,
kendi ömrümü, yüreğimi basacağıma;
aldığım nefes, içtiğim su, bastığım toprak,
gözüm, kulağım, burnum,
elim, belim, dilim,
derim üzerine,
yemin ederim!
Yeminimi bozduğum gün,
Buradan giderim!..
Ve perde…