Masal çağındaki çocuklara boylarından büyük hapis cezaları verilebilen bir ülkede tiyatro üzerine yazıp çizmek çok kolay değil. Postmodernist erdemlere, türlü tahammül stratejilerine sahip değilseniz memleketin halleri insanda pek mecal bırakmıyor. Tiyatro alanı cumhuriyetin temel kazanımları söyleminin, darbe ve muhtıralar tarihinin ve nihayet hala fütursuzca sürdürülen savaşın enkazı altında kalmış görünüyor. Afyon’da elbirliğiyle zora sokulan bir belediye tiyatrosu girişiminden, hemen her yerde uygulanan fiili ve dahi keyfi sansür, yasaklama ve tutuklama uygulamalarına, tiyatro alanına milliyetçi, muhafazakâr hezeyanperver gerici saldırılardan, geçtiğimiz aylarda Nedim Saban’ın maruz kaldığı sıradan ırkçılığa kadar birçok alandan bir dolu örnek vermek mümkün. İnsanın içi kararıyor.
Aydınlanmanın, modernizmin, rasyonalizmin, çağdaşlığın inhisarını kimselere bırakmayan elitin öncülüğünde tüm kurumları, ideolojisi, temsilcileri ile yerle yeksan olan, bu meyanda memleketi de yangın yerine çeviren güzide cumhuriyetimizin biçare tiyatro dünyası bırakalım olan bitene direnme refleksini, bizatihi var olma güdüsünü bile yitirmiş görünüyor. İnsanın içi bir daha kararıyor.
Olsun varsın. Bu türden entelektüel iç kararma ve iç karartma hallerine aşina ve bağışık nesiller olarak artık bir zahmet bir çıkış yolu icat etmek boynumuzun borcu. Bize karanlık gelen, bizi köşemize çekilmeye ya da sistemle uzlaşı aramaya iten bu haller geçici. Bugün tiyatronun hayatla hakiki, doğrudan bir ilişki kurması belki cumhuriyet tarihimizde hiç olmadığı kadar mümkün… Bugün hayat, sadece cumhuriyetin enkazından ibaret değil. Hemen her gün bu enkazdan birlikte çıkmanın, bu ülkede demokratik, bağımsız, kültürel çoğulcu bir sanat ortamı inşa etmenin ipuçlarını sunuyor. Sanatın, başka bir dünyayı mümkün kılacak ortak tahayyül dünyamıza büyük bir katkıda bulunabileceği, bugün yaşadığımız tüm melanetlerin ağababası olan savaşa karşı barışı sanatla, sanatlı bir biçimde savunabileceğimiz günlerden geçiyoruz.
Üstelik güzel örneklerini görüyoruz.
Geçtiğimiz günlerde, Haldun Dormen’in Cevat Fehmi Başkut’un Buzlar Çözülmeden adlı oyunundan uyarlayarak Diyarbakır Belediyesi Şehir Tiyatrosu’nda Kürtçe sahnelediği Çîrokeke Zivistanê (Bir Kış Masalı) adlı oyun bu yolda yüzümüzü ağartan bir girişim. 82 yaşında bir tiyatro duayenine “yaşamında kendisini en çok heyecanlandıran olay” olduğunu söyleten müzikal, bir tiyatro yapıtının barışa ne denli büyük katkılarda bulunabileceğinin bir kanıtı niteliğinde. Nitekim Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Aydemir’e göre “(…) böylece kültürler ve diller arasındaki buzlar erimeye başladı. Bir baharın başladığını düşünüyorum; umutluyum.”
Çîrokeke Zivistanê horlanan, yok sayılan, göz ardı edilen bir kültürle eşit koşullarda tanışmanın ilk adımlarından birisi. Bu aşamayı mümkün kılmak için çok bedel ödendi bu memlekette, hala ödeniyor. Hala Kürtçe türkü söylediler diye sanatçılar gözaltına alınıyor, haklarında dava açılıyor. Cumhuriyetin yılmaz bekçilerinin arka bahçesi kamusal alanda anadilini özgürce kullanmak mümkün değil. Anadilde eğitim hakkı tanınmıyor. Bu nedenle de memleketin fena halde sevecen politikalarının doğrudan mağduru olmayan sanatçıların, ötekileştirilen, bastırılan bir kültürle dayanışma girişimleri son derece önemli.
Sanatın yaşam üzerinde doğrudan bir etkisi yok elbette. Sözgelimi tiyatro ile devrim yapamaz, süne zararlısına karşı savaşamaz, faturalarınızı ödeyemezsiniz. Bununla birlikte “halklar arasında bahar” ifadesini cümle içerisinde kullanmaya vesile olan da şekilde görüldüğü gibi tiyatro olmuştur. Sanat bu ülkenin barışı özleyen halklarının tahayyül dünyalarını özgürleştirebilir, kültürlerarası hiyerarşiyi ortadan kaldırabilir, bu memleketin yurttaşlarının eşit, özgür, demokratik bir ülke taleplerini korkmadan dile getirebilecekleri bir bahar iklimi getirebilir.
Haldun Dormen bir kış masalı ile baharı başlattı; önümüz bahar, yaz.
Esen kalın.