Üstün Akmen
Uluslararası ünlü grafik tasarım sanatçımız Bülent Erkmen, bana öyle geliyor ki zaman zaman mesleğinden sıkılıyor kendini uçuk kaçık işlerle tatmin ediyor. 2000 yılında kültür ve sanat dünyasının ünlülerinin belden yukarı çıplak fotoğraflarını olamazcasına kötü “öykümsütrak”larla bezeyip ‘‘32 Büst-Otuz İki Fotoğraf için Yazılmış Yalanlar’’ kitabını yaratmıştı da, Erkmen bu kitapla ne demek istiyor, bir türlü içinden çıkamamıştım.
“Her yüz gibi, her vücut da içinde bir öykü barındırır” mı demek istemişti acaba?
Anlaşılamadı, anlayanlar da anlayamayanlara anlatamadı.
“Beşpeşe”
Erkmen, daha sonra beş yazardan bir roman oluşturmayı amaçladı. Beş yazar, birbirlerinin ardından, birinin bıraktığı yerden bir sonrakinin devamı yoluyla “Beşpeşe” adı verilen bir roman ortaya çıkardı. Okurken, farklı yazarların elinden her bölümde farklı bir dünyaya taşınmak amacı hemen kavrandı. Ben, “işi” bir edebiyat oyunu olarak algıladım, kitaba da bu gözle baktım. Daha sonra, değişik tarihlerde daha başka değişik işlere de imza atan Bülent Erkmen, 2012-2013 sezonunda tiyatroculuğa da el atınca hiç şaşırmadım.
Televizyon yapımcısı Armağan Çağlayan’ın tiyatroda, hem de Nurseli İdiz’in karşısında başrol oyuncusu olduğu bir ülkede, Bülent Erkmen neden tiyatro oyunu yönetmesin ki diyerek kendimce teselli araştırdım. Erkmen, kendisini: “… hikaye yazamayan, hikaye sevmeyen, bin kere dinlese bir hikayeyi başından sonuna hatırlamayı bir türlü beceremeyen (‘İki Ama İki Değil’/Sayfa 14)” olarak tanımlayan çevirmen/şair Aslı Mertan’a bir tiyatro metni sipariş ettiğini gazetelere anlatmıştı, ama metni birlikte kotardıklarını sonradan anladım.
Sahnelenebilmek
İKSV/DOT işbirliğiyle gerçekleştirilen “İki Kişilik Bir Oyun” başlıklı proje, dört oyuncu tarafından farklı eşleşmelerle, dönüşümlü olarak sahnelemekteydi. Bir tiyatro oyununda, olaylar ve olgular birbirlerine belirli bir şekilde bağlı olmazlarsa, her bir şeyin birer nedeni yoksa ya da her bir şey belirli bir nedene bağlanarak açıklanamıyorsa… Ya da ne bileyim, belli nedenlerin belirli sonuçları yaratacağı, aynı nedenlerin aynı koşullarda aynı sonuçları vereceği iddiasını içeren ilkeye uyulmazsa…
O yazılı metin tiyatro oyunu olur mu sizce?
Bülent Erkmen “olur” dese de olmaz!
Metnin Abuklaşması
Metinde, cinsel ya da romantik açıdan karşı cinse ilgi duyma durumu dar açılarla işlenmiş. İki kadının veya iki erkeğin rol aldığı gösterimlerde heteroseksüellik lezbiyenliğe, eşcinselliğe doğru devrilmiş. İyi de, haydi gelin örneğin: “… Sevişelim! / Burada mı? / Fark etmez! / Soyunayım mı? / Yavaşça. / Sen? /Seyredeceğim (İki Kişilik Bir Oyun – Sayfa 28” bölümünü ele alalım. Ya da final bölümünü mıncıklayalım: “Boynum. / Çürümüştü. / Hatırlatma. / Yanakların? / Isırmıştın. / Dişlemiştim. / Kanatmıştın… / Emmiştim. / Dudakların? / Kanlanmıştı. / Öpüşmüş müydük? / Uyuyalım mı? (a.g.e: Sayfa 47)”.
Bu iki örnek bölüm, her üç versiyon diyaloglarında yabancılanmıyor. Gel gelelim, iki kadının: “…Hatırlıyor musun? / Kıvranıyordun. / Sen? / Üstündeydim. / Ellerim… / Kasıklarımdaydın. / Kavradım./ İnledim. / Ağladın. / Ağzımdaydın. / Isırdın. / Yaladım. / Kanattın. / Emdim. / Yuttun. / Girdim. / Herşeyinle.(imla hatası benim değil) / İçindeydim. (a.g.e: Sayfa 25)” sözcüklerinden oluşan konuşmalarında anlamsızlaşıyor, abuklaşıyor, kim her şeyiyle kimin içine giriyor; bölüm, izleyeni olmayan konudan da uzaklaştırıyor.
Sahne Tasarımı
Oyun tavana kadar yükselen metal paralel bar üzerinde oynanmakta. Neden paralel bar?
Bilemem!
Bilebildiğim, seyircinin havaya bakmaktan giderek boynunun tutulduğu, ağrıdığı. Olan biten yerde olsa ne olur?
Olur!
Ama sanırım hiç değilse ağ içinde oynansa, ikililerin sürekli devinim hali içinde verilmeye çalışılan sıkılmaları, sıkışıp kalma empresyonları, terk etme/edememe kısır döngüsü, hapislik duygusu daha iyi yansıtılabilir diye düşünüyorum. Kemal Yiğitcan’ın blackout’larına söz etmiyorum; bu arada, baştan aşağı beyaz kostümler, neden bir örnek değil (örneğin karakterlerin neden hepsi pantolonlu değil), merak ediyorum.
Konu Seyirciye Zerrece Geçmiyor
Erkmen-Mertan ikilisi iki kişinin bir yaşam boyu sürdürdüklerini varsaydıkları “ilişki oyununu” sahneye taşıdıklarını söylüyorlar, ama karakterlerin sıkışıp kalmışlıklarının, tutunamamışlıklarının, birbirleriyle ilişki kuramamışlıklarının seyirciye nasıl geçeceğini hiç hesap etmiyorlar.
Ulaşamamanın, beraber olamamanın öyküsü tek sözcüklü konuşmalarla verilebilir verilebilmesine de, en azından böyle verilemeyeceğini bilmiyorlar.
Yazık Olmuş
Oyuncu, tiyatronun olmazsa olmazlarından biriyse, bu gerçek Erkmen “konsept”i içinde yer almıyor. Oyuncu yaratamıyor, papağanlık yapıyor, kullanılıyor; denetimli, boğumlu, esnek, değişik, karaktere uygun sesleri geliştirme yeteneklerini gösteremiyor, repliği ezberden okuyor. Sözcüklerin kullanılışında sözcük türeten ekler vurgu almıyor, iyelik ekleri vurguyu kendine çekmiyor, soru eki olan “mi” vurgulu söyleniyor.
Kısacası, benim izlediğim ikililerden iyi oyuncular Ece Dizdar’a, Pınar Töre’ye ve iyi dansçı Tan Temel’e yazık oluyor.
Bu oyunumsu ile ilgili daha çok söyleyeceklerim var da, vallahi yerim dar geliyor!