Can Merdan Doğan
“Bir gün birileri öte gecelerden/Islık çalarlar yanıt veririz”
Gülten Akın
İnsanın dili varmıyor söylemeye bazen. Pek yaralı şey şu dil, herhalde ondan. Hâlbuki hepimiz kelimeleri anlamaya geldik dünyaya, onlardan oyunlar kurmaya geldik. Anlaşmak mühim, anlaşmak değerli… İnce şeyler geliyor insanın aklına ama söyleyesi geliyor onları… Siyaset/sanat/sevmek böyle yapılmalı diyesi geliyor, “demek” tehlikeli, bazen fazla ince. Nice kalınlığa alışmışız bir kere nefes alırken; bakmamaya, aceleye getirmeye, gerekli bulmamaya. Gözümüzü sahnenin incelikleriyle yetiştirmişiz bir kere, yaşamda sökmemesi ondan o inceliklerin.
Mesela ölüm, ince bir mesele. Mesela bir gece yarısı insanın uykularının kaçması, sigara üstüne sigara yakması, başını alıp nerelere gömeceğini bilememesi ince. Hepimiz “ölüm”ü hayatımızın bir döneminde taklit etmişizdir oysa. Üzerine bir kez olsun düşünmüşüzdür, hatta ölüm üzerine yazmaya karar vermişizdir. Soruyorum bazen, bu denli ince bir meseleyi kalın bir kalem yazabilir mi diye? Ölmek kolay değil, belki bu yüzden yazmak kolay: Ölüm ve Kız mesela, Dullar mesela, Martı mesela, Örümcek Kadının Öpücüğü mesela, Antigone mesela, Kanlı Düğün, Mahmud ile Yezida, Romeo ve Jüliet mesela… Ölmekte kararsız olmak önemli; Hamlet önemli. Peki ya ölmeye karar vermek? Yaşamında nefes almaktan bile vazgeçecek noktaya gelmek? Bir yazar için, oyununda ya da romanında karakterini öldürmek bile zorken –hatta bazı romantik yazarlar, karakterlerini öldürdükleri için ağladıkları anlatılır– etiyle/kanıyla, yanımızdan geçen, yaşamımıza değenler niye ölümü seçerler? Hele bir de gençken (!) İzlemek ve okumak rahattır onları; oyunlarda, romanlarda, şiirlerde ölür o kahramanlar. Kimileri adalet için ölümü seçer, kimileri derman bulmak için, kimileri haksızlıklara daha fazla dayanamadığı için, kimileri yaşlılıktan ölürler, kimileri öldürülür; haince bir tuzağa düşürülürler. Güzeldir ölümü izlemek, insana bir “oh” dedirtir. Çıkarız o sinemadan, tiyatrodan, romanın dünyasından da sevdiğimizin boynuna sarılırız; insan yaşadığını yakınındakinin nefesini içine çekince anlar çünkü. Sokağa çıkarız kısaca, şehir ışıklarına karışır adımlarımız, sözlerimiz. İnce şeyler gelir insanın aklına sonra, ince ıslıklardır onlar. Hiçbir zaman kalınlaşamamış, büyüyememiş ince ıslıklar…
Mesela Kürtçe gibi, mesela toprak gibi, mesela barış gibi, mesela adil olmak gibi, mesela annenin ağıtı gibi… Bir türlü yaygara koparamaz onlar; oysa Hamlet öldü mü içimiz ürperir, Antigone kardeşini gömmek uğruna canını ortaya koydu mu ne cesur deriz, Romeo ve Juliet aşk uğruna, düşman ailelerini yok sayıp ölüme atıldığında gıpta ederiz onlara; bizde sevdiğimiz için ölüme göğüs gereceğimize söz veririz. Başka ince şeyler de var. Ursula Le Guin’in dediği gibi yalnız yürekle yaşanamayacak incelikler var.
Başkalarının, başka kentlerde başka sularda başka yüzlerde başka dualarda yaşadığı incelikler var; yıkıntılar var mesela, zulüm var mesela, çocuk yaşta taş atmadan zindan tıkılanlar var mesela, dil yüzünden konuşulmayanlar var; Yusuf Atılgan’ın dediği gibi biz olmadığımız zamanlar, bizim olmadığımız yerlerde olanlar var. Sonra Hamlet olacakken sırtından vurulan delikanlı gazeteciler var, Juliet olacakken cesedi bulunamayan canlar var… Daha da incelmek istiyor gece, incelelim öyleyse dostlar! Cehennemi bir gelecek hazırladığımız ve utanmadan geçmişe, o kanlı tarihe teslim ettiğimiz ıslık çalan insanlarla beraber incelelim. Altmış dört kere hem de…
İnsan “aidiyet” uğruna yaşamdan vazgeçmeyi bile göze alır, politik olarak bu durum onaylanmasa da saygı duyulması gereken, en azında bir parçacık bile olsa kulak verilmesi gereken bir durumdur. Çünkü bir oyun yazarı için bile karakterini öldürmek, ölüme yollamak zorken, yaşayan birilerinin “son çare” olarak ölmeyi göze almalarında bir “incelik” vardır. En azından sarılacak bir nefes bulamayacak olan anaları, babaları, kardeşleri için vardır. Onları yaşatmak için incelmek gerek! Hepimiz, daha çok oyun, daha çok film izlemek için, birbirimize kalın kalın laflar değdirmek için yaşayalım, var olalım; ama günün birinde var olmak bir utanca dönüşmesin…
13 Kasım günü İstanbul’da sanatçılar, akademisyenler, öğrenciler tarafından bir basın toplantısı düzenlendi. Cezayir binasında, eylemler için kararlar alındı. Sosyal medyada vs. rastlarız bu eylem tarihlerine, bir süre de olsa “ince” işlerimizden fedakârlık edip hep beraber bir şeyler yapmaya başlayalım… O kadar ince olup hiçbir şey yapmamaya kararlıysak da yazı yazdığımız mecralarda bir süre gevezelik etmeyelim. Yaşam da ölüm kadar yüreklidir çünkü, o sözcükler boğazımıza takılıp kalır tarihin birinde.
İyi ki varsın Gülten Akın, sanatın iyi ki var, yoksa kimsenin durup ince şeyleri anlamaya vakti olmayacak. Islıklara yanıt verme zamanı şimdi…