Fars Her Yerde Sahnelerde – Peki Neden?

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Mimesis Çeviri / One Man, Two Guvnors’dan Noises Off ve What the Butler Saw’a pantolon düşmeleri ve kapı çarpılmaları, West End’e ve Broadway’e yoğun bir dönüş yaptı. Peki bu nasıl oldu?

Guardian. 10 Haziran 2012, Çeviri: Gamze Tosun

Sex and death … Noises Off. Fotoğraf: Tristram Kenton /Guardian


Radyodaki telefon bağlantılarında hep aynı sözcük tınlıyor. Hükümet kararları, siyasetçiler, U dönüşleri sürekli olarak “farsvari” olarak tanımlanıyor. Bu tanımlama, bir yanıyla, canlı yayında söylenemeyen başka kelimelerin yerine kullanılıyor olsa da aslında tüm güncel olaylara dair genel bir tavrı özetliyor: öyle ki politikacılarımız tıpkı metresiyle yarı çıplak bir haldeyken papazın kapı zilini çalmasıyla yakalanan bir karakter gibi feci şekilde kontrolü kaybetmiş durumdalar.

Kamusal hayattaki bu absürt ortam İngiliz Tiyatrosu’nun son dönemde neden bu kadar fars etkisinde olduğunu açıklayan bir sebep olabilir. Ulusal Tiyatro’nun – Richard Bean tarafından Carlo Goldoni’nin 18. Yy’da yazdığı “İki Efendinin Uşağı” oyunundan adapte edilen- “One Man, Two Guvnors” adlı oyunu çok büyük ilgi gördü. Ve ilk kadro Broadway’e transfer olduktan sonra Londra’da devralan yeni kadro, şimdi Michael Frayn’ın “Noises Off” (1982) ve Joe Orton’ın “What the Butler Saw” (1969) adlı klasik farslarıyla West End’i kuşatmış durumdalar.

Ve geçen hafta, Londra’daki Donmar, İsviçreli-Alman absürt yazar Friedrich Dürrenmatt’ın yazdığı ve “What Butler Saw”ı büyük ölçüde anımsatan Fizikçiler (1962) adlı oyunu sergiledi. İki oyunda da, bir polis sorgusu, kafası hastalardan daha karışık bir psikiyatristin bulunduğu bir hastanede geçiyor ve ikisi de farsın vazgeçilmez unsurları olan beklenti ve mantık tersinmelerinin en mükemmel örneklerine sahip.

Esas olarak bir tiyatro formu olmasına rağmen fars, şu an başka alanlarda da göze çarpıyor. Yazın en çok satan romanlardan birisi, fars türünü teatral olarak Noises Off’la fetheden Michael Frayn yazdığı “Skios”. Roman, seyirlik komediyi kağıt üzerinde deniyor: Yunanistan’a tatile giden bir fırsatçı, havaalanında bir taksicinin tuttuğu kağıtta adı yazan tanınmış akademisyenin yerine geçmeye çalışır ve bu durum birçok yanlış anlamaya ve utandırıcı olaya yol açar. Ve, 8 milyondan fazla izleyicisiyle, şu an en popüler televizyon komedisi ise “Mrs. Brown’s Boys”: içinde kılık değiştirmelerin, abartılı hareketlerin, yanlış anlaşılmaların olduğu sahne farsları ile  ilk olarak İrlanda’da ün kazanmıştı.

Peki, bu bunalım zamanlarında neden fars para kazanmanın akıllıca yolu olarak görülüyor? Cazip açıklamalardan biri şu: ekonomik ve politik anlamda sancılı bir dönemde fars, genellikle katartik kahkahaların salıverilmesini başaran bir form olarak, bizi ciddi meselelerden uzaklaştırıyor. Türün 30’lardaki Büyük Bunalım zamanında fazlasıyla popüler olması bu teoriyi destekler nitelikte. Sergilendiği tiyatrodan adını alan bunalım döneminin Aldwych Farsları en çok ilgi gören oyunlardandı. 1990’da ölen Ben Travers tarafından yazılmış bu oyunlar arasında; Prusyalı üvey babası tarafından evden atılan pembe pijamalı bir kadının hikâyesini anlatan Rookery Nook vardı. Travers; sosyal, ekonomik ve politik anlamda başka bir gerginlik dönemi olan birinci dünya savaşının yaklaştığı 20. yy başlarında Georges Feydeau tarafından yazılan farslardan etkilenmişti. Feydeau’nun oyunları, 1907’deki A Flea in Her Ear da dahil, sahne farslarındaki kalıplaşmış tablonun kurulmasına yardım etmişti: bir otelde hafta sonu kaçamağı yapan zampara, karısına ve patronuna yakalanır.

Eğer farsların kötü zamanlarda iyi vakit geçirmeyi sağladığı düşünülüyorsa bu, John Caird’in bilgi verici kitabı Theatre Craft’ta belirtiği gibi, türün doğru yapıldığında kaçınılmaz olarak eğlenceli olmasından kaynaklanıyor: “İyi bir fars seyircinin karakterlere ve olaylara, gülmenin tek çare olacağı noktaya kadar inanmasını ister.”

Josie Rourke ,“fars olarak başlayıp trajedi olarak bitiyor” dediği Fizikçiler oyununun yönetmeni. Türün çekici bir yalınlığı olduğunu kabul ediyor Rourke: “Fars hem izleyici hem yönetmen için güven verici. Net şeylerle uğraşıyorsunuz: kapı zamanında açılacak ya da açılmayacak. Provalarda, bir şeyin neden olduğunu yarım saat oturup tartışmıyor olmak aslında rahatlatıcı. Bence seyirci için de oldukça tatmin edici bir form; dinleyip anladığınızda karşılığını alıyorsunuz. Başlangıçta kurulan bir şeyin sonradan karşınıza çıkmasından doğan bir memnuniyet kahkahası var.”

Caird bir farsı yönetme başarısının, bütün değişkenlerin yok edilmesine bağlı olduğunu söylüyor: “Nihayetinde seyircinin kahkasını patlacak olan eylemleri, söz tekrarlarını ve ritimleri parlatmaya […] saatlerinizi vermeniz gerekiyor. Farsta hiçbir şey şansa bırakılamaz.” Ama ne kadar sıkı çalışılırsa çalışılsın şans, performansın önemli bir unsuru olmaya devam ediyor ve farsın eylemleri genellikle kapılardan koşturarak geçmeleri ve dize düşmüş pantolonla merdivenden inmeleri içerdiğinden oyuncular için ciddi bir risk var. A Flea On Her Ear’ın 2010da Old Vic’teki gösteriminde Tom Hollander kolunu kırmış, aynı şekilde yönetmen Michael Frayn da çalışmalar sırasında düşmelerde bir terslik olduğunda ambulans çağırdıklarını itiraf ediyor.

Şuan ki What Butler Saw’ın yönetmeni Sean Foley, geçen yıl Belfast’ta The Painkiller (ağrı kesici – ç. n.) isimli modern bir Fransız farsı sergiledi. Gösterim sürecinde oyunun ismi ironik bir hal aldı: Francis Veber’in oyununda intihar teşebbüsünde buluncacak birisi ve bir suikastçinin yan yana otel odalarında olduğu kısımdaki eylemler sırasında olan kazalar yüzünden bazı oyuncular morluklarla ve sargılarla oynamak zorunda kaldılar ya da onların yerini hazırda bekleyen diğer oyuncular aldı. Bu kısımlar sırayla, eğer ajandalarına uyarsa prodüksiyonu Londra’ya getirmeleri beklenen (daha büyük bir ilk yardım ekipmanı talep etme ihtimaline rağmen) Kenneth Branagh ve Rob Brydon tarafından oynandı.

“Bence tehlike hissi seyirciyi eğlendiren şeyin bir parçası” diyor Foley. “ Bir anlamda fars en saf teatral form. Olup bitenin, senin gözünün önünde canlı canlı gerçekleştiğini fark etmeni sağlayan bir meydanda olma ve aşikâr olma hissi var. Ve bir dolap birinin üstüne düştüğünde ya da biri ayağını bir yere çarptığında –ki gerçekten bir akşam çarpabilirler- bu seyirci için heyecan vericidir. Bu yüzden çok canlı ve tehlikeli hissedilir.”

Risk, büyük oranda farsın gerektirdiği yüksek tempodan kaynaklanıyor. Foley bu yüksek tempo ihtiyacını vurguluyor: “Benim provalarda en sık kullandığım cümle şu oluyor: ‘Seni oynarken görmeliyim, düşünürken değil.’ İnsanlar bir olayla karşılaşır ve tepki verirler – ‘Aman tanrım, kapıdan bana doğru gelen bir polis var.’ Teknik olarak, fars bütün düşünme sürecini, yalnız karakterler için değil seyirci için de, ortadan kaldırmakla ilgili. Asla olan bitenin düşünüldüğü bir zaman aralığı vermeyiz – olaylar sadece olur.”

Fars, oyuncuları fiziki olarak yaralayabiliyor olmasına rağmen; sanırım seyircisine etkisi, sulu komedi stereotipinin sunduğundan daha fazla acı verici olabilir. Noises Off’un yeni gösterimini izlemek beni öyle etkiledi ki çarpan kapıların, düşen pantolonların, karanlık dönemlerde insanları ucuzca güldürebildiği için geliştiğini söyleyen teorinin yalnız belli bir noktaya kadar doğru olduğunu düşündüm. Lindsay Posner’ın prodüksiyonun bazı parçaları oldukça sarsıcıydı çünkü karakterler- yatak odası farsıyla İngiltere’de turneye çıkmış bir kumpanya- kendi profesyonel ve kişisel koşullarının ortaya çıktığı anlarda bile devam etmek için fazlasıyla umutsuz görünüyorlardı. Fars, belki de, yalnızca mutsuz zamanlarda kafa dağıtmanın bir yolu değil, daha çok o mutsuzluğa yakalanmanın yarattığı hislerin bir yansıması olabilir mi? Rourke öyle olduğunu düşünüyor. “Fars zekice yapıldığında” diyor Rourke, “sonuç oldukça radikaldir. Varoluşsal bir çaresizlik hissine varırsınız. Bu gerçekten oluyor mu? Ben gerçekten burada mıyım?”

Ve, bazen farsın doğası gereği sulu ve gevşek olduğu düşünülse de, The Painkiller’in öyküsü bir cinayeti ve intiharı anlatıyor. Foley karanlığın kaba güldürüde de mümkün olduğunu söylüyor: “Bence What the Butler Saw farsın altına saklanmış sarsıcı ve şok edici bir oyun. Birçok farsta tabular ele alınır. İnsanlar fars için en iyi konuların ölüm ve seks olduğunu düşünüyor. Ve farsta her zaman seks ve sıklıkla ölüm vardır ki bu gerçekten insanları güldürür. Fars, -bazıları basit bir yolla yaptığını söylese de- derin temalarla uğraşır.

Daily Mail’in eleştirmeni Quentin Letts, One Man, Two Guvnors’a yazdığı yazıda, çok fazla güldüğü için soluksuz kaldığını itiraf etti. Bu, o çaresizlik hissiyatı–biz kahkahaları değil kahkahalar bizi kontrol ediyor- ki farsın o özgün keyfini veren şey de bu; sağlık görevlilerinin ilgisine ihtiyacı olanın yalnız kıçının üstüne düşen oyuncular olmamasından korkmak. “Bizim amacımız insanları o durumlara dâhil edebilmek” diyor Foley. “Bu, sanatın başka formlarıyla elde edemeyeceğiniz türden bir kahkaha”

İnsanlar hükümeti “farsvari” olmakla suçlarken, işlerini iyi yapmadıklarını kastediyorlar; ama sahnede kaos ve yanlış anlamaların sadece profesyonel bir mükemmellikten doğabileceğini söylüyor Foley. “Farsın harika paradoksu, sahnede sürmekte olan çifte görüntüdür. Karakterlerin beceriksizliklerine gülerken, oyuncuların ustalıklarının farkına varırız. Ve bu tiyatroya özgü bir histir.”

Paylaş.

Yanıtla