Üstün Akmen
Geçen hafta sonu, bulunduğum İzmir’in ilçesi Çeşme’den 105 kilometre yol kat ederek Güngör Dilmen’in (1930-2012) 30 yıl kadar önce yazdığı, İzmir Devlet Tiyatrosu yapımı “Bağdat Hatun” oyununu izlemek üzere Karşıyaka Ragıp Haykır Sahnesine vardım. Birinci perde boyunca içimden, Melih Karakurt’un seyirci ile oyun arasında hiç mi hiç etkileşim sağlayamayan, sahnede sergilenen oyunla eş güdüm içinde olamayan, Can Atila’nın müziğine hiç mi hiç eşlik edemeyen, oyunun grafiğini aşağı çeken dekor tasarımını, hele hele (amiyane tabirle) “dandik” olarak tanımlanabilecek Bahadır Han’ın tahtını; Zeynep Işık’ın 1 ve 3. tablolarda sahne gerisindeki figürün üzerine düşürdüğü nokta ışığı veren ve seyirci tarafından (14. Yüzyılda!) ayan beyan görülen spotu kibarca nasıl eleştirebileceğimi kafamda kurguladım durdum. Yıldız Köse İpeklioğlu’nun, Bağdat Hatun’un Bahadır Han’a verilmek üzere göğsünden çıkarttığı, esasen kıyılarının sırma işlemeli ya da oya yazma olması gereken mendilini (eserde “çevre” sözcüğüyle anılıyor) neden bu kadar basite indirgediğini ve Barbaros Ünlü’nün düğündeki pek sıradan dans koreografisini aklımda gene kibarca mıncıkladım ve sonuç itibariyle kırmayacak eleştiri üslubumu kendimce buldum.
Savaş, Gezgin ve Gürler’in Oyunculukları
Bu arada, o çevreyi Bahadır Han’a getiren Büyücü Kam’ın, soldaki üç bölmeden sonuncusundan sahneye girdikten sonra, neden ilkinden çıktığını kendi kendime sorguladım durdum. 10. tabloda sahne gerisindeki “slow motion” savaş canlandırmasında görev alanların hantallıklarını kılıçların uydurukluğuna yordum. Şeyh Hasan’da Ümit Dikmen’in repliklere erken girişinin ve Emir Çoban rolünde Arif Yavuz’un, Bağdat Hatun: “Yakında anne olacağım” dediğinde: “Neee” diyerek şaşırmasındaki o olağanüstü yapmacıklığı iki oyuncunun da rollerini sekiz oyundur olgunlaştıramadıkları mazereti üzerine oturttum. Fena halde ezbere yaslı oyunculukların, profesyonelliğe hiç mi hiç yakışmayacak mertebedeki mimiklerin, jestlerin, vücut kullanımlarının ikinci perdede düzeleceğini umdum. Bahadır’da Özkan Gezgin’in, hele hele Bağdat Hatun’a can veren Hande Gürler’in, ama özellikle İzmirli izleyiciler tarafından “İzmir’in kazancı” olarak değerlendirilen Kam rolündeki Hülya Savaş’ın oyunculuklarını hemen değerlendirmeden önce, pertavsızımın altına ikinci perdede daha bir yerleştirmem gerektiği gerçeğini kendimce kafamda kurdum.
Öyle Bir Kadın Ki
Döneminde yaşamış gerçek kişilerin öyküleri vardı oyunda. İzlerken, bütün bunlar gerçek olabilir mi diye kuşku duydum. Bahadır Han’lar, büyücüler, Şeyhler, Noyanlar, yanları sıra sömürülen, ezilen, sindirilen halk olabilirdi böyle öykülerde, ama Bağdat Hatun gibi bir kadın yaşamış mıydı acaba diye düşünmeden duramadım. Bir kadın ki ihtirası uğruna yedi kardeşini ve de babasını ölüme gönderiyor, kendi rahminden bebeğini söküp atıyor, Bahadır Han’a karşı koyamadı diye kocasını cırt diye sili-yor; iktidara gelinceye kadar ve sonrasında envai türlü entrikalar yaratıyor ve yaşatıyor.
Yani her şey taht için…
Ülkeyi Bahadır ile birlikte yönetebilmek için…
İktidar için…
Haris Tutum Halka Nasıl Fatura Edilir
Güngör Dilmen’in, yöneticilerin haris tutumunun halka nasıl fatura edildiğini Bağdat Hatun’un ağzından dile getirişini o sırada aklıma düşürdüm. (“Bağdat Hatunu”/Toplu Oyunları 2, Mitos Boyut Yayınları, 1996, Sayfa 173). “Bağdat: (…) ‘İktidar en kestirmeden kargaşada el değiştirir.’ / Arpa: ‘Savaşın bize ne getireceği belli olmaz.’ / Bağdat: ‘Savaş bize ışık getirecektir. Barış durağandır, düşmanımızdır.’ / (…) / Bağdat: ‘Köylü toprakla haşır neşir. İşçi işliğinde uğraşır, Asker çelikle dövüşür, Hükümdar altınla ışır.’” Bağdat Hatun’un ikinci perdede gelişecek iktidar tutkusunun, bugünkü iç-dış politikalarımız içinde oynanan oyunlarla ilişkilendirilip ilişkilendirilemeyeceğini düşünerek ciddi anlamda heyecanlandım.
Elektrik Gitti, Oyun Paydos
Bozkurt Kuruç Hoca’nın on üç tabloda oluşturduğu birinci perde sona erdiğinde, tiyatronun ışıkları gitti. Fuayede seyircilerle beraber yarım saat kadar bekleştik. Sonuç itibariyle yüksek gerilim hattında arıza olduğunu, elektriğin iki saatten önce geri gelemeyeceğini, Karşıyaka Ragıp Haykır Sahnesinde jeneratör bulunmadığından ikinci perdeyi izleyemeyeceğimizi gene diğer izleyicilerle birlikte öğrendim. Karşıyaka Ragıp Haykır Sahnesi İdare Amirine Bozkurt Kuruç Hoca’ya saygılarımı iletmesi için ricada bulundum, İzmir’e yeniden geldiğimde, bu oyunu yeniden izleyeceğimi söyledim, yola koyuldum, 105 kilometre daha kat ederek eve vasıl oldum.
“Bağdat Hatun”un yarısını izlemiş dahi olsam, hiç değilse birinci perdesinin eleştirisini/değerlendirmesini yapmam gerektiği düşüncesiyle bilgisayarımın başına oturdum.
Derken, bazı oyunları hiç izlemeden ahkam kesen, tiyatromuzun tepesine Demokles’in “pala”sını yerleştirdikten sonra “fetva” veren, yazılar çiziktiren ya da eleştiri yazıları yazan ağabeylerim, ablalarım, bacılarım, kardeşlerim olduğunu anımsadım.
Vallahi başka bir nedeni yok!
“Bağdat Hatun” ile ilgili eleştiri yazısı yazmaktan, onlara ayıp olmasın diye caydım.