Mehmet K. Özel
geçenlerde bir fotoğrafa denk geldim; bir kolaj. farklı apartman görüntüleri üst üste yerleştirilerek kadraj bütünüyle kaplanmış, devasa bir duvar yaratılmıştı; gökyüzü görünmüyordu. günümüz (ve gelecek) istanbul’una dair klostrofobik, gayri insani, iletişimsiz bir resimdi çizilen.
şahika tekand’ın “oyun”unun başlamasıyla birlikte karşımda dikili duvarı ve duvarın içindeki birörnek “gözleri” görünce aklıma ilk o kolaj-fotoğraf geldi. birörnek gözlerden (pencere veya balkonlardan) dışarıya bakan birörnek kadın ve erkekler. hepsi kendi “penceresi”nden dışarı bakıyor; dışarıdaki, görmedikleri birine doğru konuşuyorlar; hiçbiri birbiriyle iletişim kurmuyor; herkes tek başına; herkes kendi boşluğuyla tanımlanmış, bütünden yalıtılmış.
“oyun”un başında, sözleri ve davranışlarıyla her biri kendine has gibi; ama zaman geçtikçe belli sözlerin ve belli davranış şekillerinin hepsi tarafından tekrarlandığını ve hatta sonuna doğru herkesin hep bir ağızdan aynı sözleri söylediğini, benzer hareketleri yaptığını fark ediyorsunuz. bireysellik sıfır noktasına indirgeniyor; tam tamına distopik bir görüntü!
kıyafetlerdeki koyu kasvetli renk kullanımı ve nereden geldiği belirsiz, gölgeleri en aza indirgenmiş ışık tasarımı kadar, devasa duvarın çeliktenmiş hali de “oyun”un distopik atmosferini kuvvetlendiriyor.
işin ironik ve acınası yanı, bu atmosferin uzak bir geleceğe değil günümüze referans vermesi; bugünün fotoğrafını çekiyor olması. işte bu kasvetli, klostrofobik, gayri insani, iletişimden uzak, nefessiz fiziki çevrenin içinde bireyselliklerimizden soyulan, birörnekleştirilmeye çalışılarak yaşamaya zorlanan bizleriz.
…
istanbul şehir tiyatroları’nın “kriz”den önceki genel sanat yönetmeni ayşenil şamlıoğlu’nun icraatlarından bence en önemlisi, günümüz türkiye tiyatrosunun alternatif isimlerinin ödenekli ve kurumsal bir yapıda da ürün vermelerini ve karşılıklı deneyim paylaşımını sağlamak oldu. şahika tekand bu isimlerden biriyse, emre koyuncuoğlu da bir diğeri…
kişisel fikrime göre şahika tekand günümüz türkiye tiyatrosunun en evrensel sanatçısı. tekand özgün bir oyunculuk tekniği geliştirmiş; kendine has, imza gibi bir tarzı olan istisnai bir sanatçı.
tekand oyunlarını şimdiye kadar sadece kendi topluluğu studio oyuncuları ile sahneye koydu. topluluğunun bütün üyeleri tekand’ın tezgahından geçen, o tezgahta pişen oyuncular. yapımlarına dair her anlamdaki/aşamadaki kontrol de bütünüyle tekand’da. bunun iyi tarafı sanatından taviz vermemekse, kötü tarafı mekansızlık nedeniyle yeterince ve düzenli bir periyotta seyirciye ulaşamamak.
işte, şamlıoğlu bu -bir anlamda- içine kapalı, -bir açıdan- kısırdöngü yapıyı kırdı. şahika tekand ilk defa bir ödenekli kurum sanatçıları ve imkanlarıyla bir yapım sahneye koydu. bu hem şehir tiyatroları için bir prestij ve uluslararası anlamda görünür olma projesi, hem de şahika tekand için daha geniş ve daha önce onun yapımlarını seyretmemiş kitlelerle buluşma imkanı.
“oyun”, mayıs’ta istanbul tiyatro festivali’ndeki prömiyer gösterilerini sayılmazsa, ilk defa bu hafta istanbul seyircisi, özellikle de “istanbul şehir tiyatroları seyircisi” ile buluştu. “oyun”u bu hafta iki kere izledim; çarşamba akşam ve pazar matine gösterilerinde.
sıkılan, sonunu beklemeden çıkan, bir süre sonra kendi aralarında konuşmaya ve gülmeye başlayan, çıkışta “ne bu ya” diyen seyirciler de olduğu gibi; nefessiz, pür dikkat izleyen, bittiğinde bir süre koltuğuna çakılı kalan, heyecanla ayakta alkışlayan, çıkışta birbirlerine “kesin bir kere daha seyretmeliyiz” diyen seyircilere de rastladım. belli ki “oyun” bu sezon bayağı ses getirecek!
…
“oyun” samuel beckett’in bir kısa oyunu; yaklaşık 10-15 dakikalık; ikisi kadın biri erkek üç karakterli. şahika tekand’ın versiyonu yaklaşık 45-50 dakika sürüyor, kişi sayısı ise 5 ile çarpılmış; 5’erli iki grup halinde 10 kadın ve 5’li bir grup erkek.
metnin oyun kişileri için yazılmış kısmı dışında, beckett’in sahnelemeye dair direktiflerinden bazıları da tekand’ın yorumunda kullanılıyor; sol-üst baştaki kadın oyuncu hem metne dahil oluyor hem de arasıra direktifleri seslendiriyor. bu durum hem yabancılaştırma efekti görevi görüyor hem de sahnede yaratılan atmosferin otoriterliğine vurgu yapıyor. kadın “5 saniye karanlık” dedikten sonra 5 saniye karanlık oluyor. “oyuncu” olan kadın ışık masasını kontrol ediyor.
ışık, şahika tekand tiyatrosunun imzalarından biri. bu oyunda da ışığın büyük bir rolü var.
bir kere; her şeyden önce, ışık tiyatro perdesinin yerine geçiyor; oyun başlamadan önce seyircilerin gözlerinin içine doğru tutulmuş projektörler sayesinde perdeye gerek kalınmadan sahne seyirciden saklanmış, sahne-seyirci ayrımı sağlanmış oluyor.
“oyun”un başlamasıyla birlikte ise; ışık kullanımı bir yandan müthiş bir illüzyon yaratırken (oyun kişilerinin bedenlerine dair bazı öğeleri saklayıp bazılarını gösterirken -ki bu sahneler oyunun beckett tarafından öngörülen sahnelenme şekline de gönderme yapıyor: küpler içinde sadece başları gözüken üç karakter), bir yandan da bütün çıplaklığı ile her şeyi gözler önüne seriyor (oyun kişilerinin küçük dünyalarını, pencerelerini “olduğu gibi” saklamadan gösteriyor).
sahne tasarımı (esad tekand), kostüm tasarımı (ayşen aktengiz) ve istanbul şehir tiyatroları’nın genç oyuncularının “performansları” şahika tekand’ın yarattığı/tasarladığı/hayal ettiği dünyaya, “oyun”a başarıyla hizmet ediyorlar.