Avrupa’da Sanat Finansmanı için Tehlike Çanları Çalıyor

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Mimesis Çeviri / Avrupalı hükümetlerin kültüre verdiği desteğin azalmasının sonuçlarını Amerikalı sanat severler hissetmeye başladı.

New York Times. 24 Mart 2012, Çeviri: Levent Soy

Hollanda, Haziran 2011. Ekonomik kesintilere karşı yapılan gösteride taşınan bir pankart, sanatın geleceğe yapılan bir yatırım olduğuna dikkat çekiliyor.

İtalya’nın dünyaca ünlü opera salonu La Scala, sübvansiyonlarda yaşanan kesintiler yüzünden 9 milyon dolarlık bir açıkla karşı karşıya kalıyor. Hollanda’da, sanat programlarına ayrılan hükümet finansmanında yüzde 25’lik bir kesintiye gidiliyor. Portekiz ise Kültür Bakanlığı’nı tümden lağvetmiş durumda.

Avrupanın ekonomik sorunları ve bu sorunlara karşı üretilen kemer sıkma politikaları yüzünden sanat kurumları program, turne ve hibelerini daraltmak zorunda kalıyor. Bu nedenle bazı topluluklar prodüksiyonlarını küçültüp, bir kısmı Birleşik Devletler’de bulunan özel bağışçılardan para toplamaya çalışıyor. Hal böyle olunca da Amerikan sanat organizasyonlarının potansiyel rakibi haline geliyorlar.

Avrupa’nın en iyi ve en cüretkar eserlerine turnelerinde ev sahipliği yapmaya alışmış olan Amerikalılar için, bu kemer sıkma politikaları sanatsal alış verişin nitelik ve nicelik olarak kayba uğraması anlamına geliyor. Ocak ayında New York’da düzenlenen Under the Radar Tiyatro Festivali’nde sahne alması beklenen üç Avrupalı topluluğun, seyahat masraflarının karşılanamaması nedeniyle gösterilerini iptal etmek zorunda kalması, buna bir örnek.

Under the Radar festivalinin sanat direktörü Mark Russel, “bu durum uluslararası sanat alış verişi bakımından, özellikle de nispeten küçük topluluklar söz konusu olduğunda çok ciddi sıkıntılar yaratıyor” diyor. “Şu anda çok sinir bozucu bir durumla karşı karşıyayız. Bu belli bir ölçüde kendi krizimizden kaynaklanıyor. Fakat asıl kriz daha büyük, ne zaman uluslararası bir çabaya girişsek, geri adım atmak zorunda kalıyor ve iptal noktasına geliyoruz.”

Bu yeni durum, Avrupalı sanatçılar ve idareciler için son derece rahatsız edici, hatta çok büyük bir darbe niteliğinde. Birleşik Devletlerin aksine, Avrupa’nın benimsediği modelde, kültür, piyasa koşullarının belirlediği bir meta değil, kitlesel ilgiye haiz olmayan sanat formlarını da içeren, korunması gereken ortak bir miras olarak tanımlanır.

New York’taki Avusturya Kültür Forumu direktörü ve Avrupa Birliği Ulusal Kültür Enstitüleri New York şubesi başkanı Andreas Stadler “Kültür temel bir ihtiyaçtır” diyor. “İnsanlar operaya gitme hakkına sahip olmalı.”

“Kültür, buradakine kıyasla bizim politik gündemimizde çok daha büyük bir yer tutar, çünkü kültür asıl olarak bizim kimliklerimizle bağlantılıdır.”

Avrupanın en büyük ve en istikrarlı ekonomilerine sahip olan Almanya ve Fransa ise durumdan en az etkilenen ülkeler. Hatta, sinema filmi gibi, ülkelerinin yurt dışında imajını yükseltecek, resmi olarak tercih edilen programlara, türlere ve topluluklara finansman desteklerini arttırabiliyorlar.

Fakat – İtalya, Macaristan, Hollanda ve İngiltere gibi – muhafazakarlar ve teknokratlar tarafından yönetilen diğer ülkelerde, kültür bütçeleri kesintiye uğramış durumda. Yunanistan, Portekiz, İspanya ve İrlanda gibi, euro bölgesinde kalmak için kamu harcamalarını kısıtlamak zorunda kalan ülkelerde de durum farklı değil.

Hollanda’da, kültür bütçesi 2013 itibarıyla yaklaşık 265 milyon dolar, başka bir deyişle %25 azaltılıyor. Üstelik, sinema, spor faaliyetleri, hayvanat bahçeleri ve sirkler muaf olmak koşuluyla, kültürel etkinliklerde biletlerden alınan %6 olan vergi oranı %19’a yükseltiliyor.  Eğitim, kültür ve bilim bakanı Halbe Zijlstra, kurumların yaptıklarını ekonomik olarak haklılaştırmalarını ve sınırlı fonlar için rekabete girmelerini gerektiren bu yeni yönelimi “nitelikten ziyade, yeni bir kültür politikası vizyonu” olarak açıklıyor.

Daha basit bir dille ifade etmek gerekirse, öngörülen kesintiler asıl olarak küçük toplulukları, özellikle de deneysel ve avangard çalışma yapanları etkileyecek. Rijksmuseum, Van Gogh Müzesi, Royal Concertgebouw Orkestrası ve Dutch National Ballet gibi büyük, yerleşik kurumlar ise nispeten daha iyi bir pozisyondalar.

Netherlands Music Center’ın uluslararası ilişkiler yöneticisi Michael Nieuwenhuizen’e göre, ekonomi artık eskisi kadar güçlü bir durumda olmadığından, destek alabilmek için uluslararası üne sahip büyük bir topluluk olmak gerekiyor: “Artık, devlet parasının karşılığını ve ürünün piyasayla ilişkisini görmek istiyor. Eğer çok seyirci toplamayı başarırsanız, ödülünüzü alırsınız.”

Sonuç olarak, “bazı orkestraları ve koroları kaybedeceğiz bu gidişle.”

Amsterdam International Danstheater direktörü Sophie Lambo dans alanından tamamlıyor: “bu bir tsunamiye yol açacak.”

2008’in sonlarındaki ekonomik kriz patlak vermeden önce, yani o şaşalı yıllarda, Avrupalı orkestraların, opera ve bale topluluklarının ya da tiyatro gruplarının Amerika turnelerinde New York’un ötesine, Minneapolis ya da San Diego gibi kentlere geçmeleri sık rastlanır bir durumdu. Bunu başarmak artık hiç de kolay değil. Bir yolu bulunup gerçekleştiğinde ise, Avrupalı icracılar Amerikalı ev sahiplerinden masrafların daha büyük bir bölümün karşılamasını bekliyor.

44 üyesi olan Avrupa kültür kurumları grubundan Andreas Stadler, “Eskisi kadar paramız yok ve biz de ortak çalışmalara ilişkin konseptimizi değiştirdik. Ortaklarımızdan daha fazlasını bekliyoruz ve daha sıkı pazarlık ediyoruz” diyor.

Kesintiler o kadar etkili oluyor ki, kendi ülkelerindeki sanat topluluklarına aracılık yapan New York’lu kültür kurumları, ya personel sayısında, ya maaşlarda, ya da her ikisinde birden azaltmaya gitmiş durumda.

Kriz aynı zamanda ne tip bir sanatın, ne şekilde yapılacağını da belirliyor. Lincoln Center ve Spoleto sanat festivallerinin direktörü Nigel Redden geçen ay Avrupa’dan döndüğünde, yükselen trendin mümkün olduğunca az sayıda karakter ve oyuncu içeren, özellikle destek almış, eserleri sahnelemek olduğunu belirtiyordu:

“Pek çok oyun yazarı sekiz kişilik değil de, üç kişilik oyunlar yazıyor. Ya da bir besteciyseniz, senfoni yerine oda orkestrası için besteler yapıyorsunuz. Mevcut iklimin bir sonucu da işte bu. Sanatçılar eserlerinin sahneye konmasını ister, küçük prodüksiyonları sahneye koymak, doğal olarak daha ucuz olacaktır.”

Söz konusu küçük ölçekli çalışmaların bir kısmı Birleşik Devletler’e ulaşmaya başladı artık. Bu yaz düzenlenecek olan Lincoln Center Festivali’nin katılımcıları geçen hafta açıklandı. Listede Amerika premiere’ini geçen yıl Spoleto’da yapan, Finlandiyalı besteci Kaija Saariaho’nun tek solistlik 2010 ‘monodrama’ operası “Émilie” de bulunuyor.

Avrupalı sanat kurumları New York’ta eserlerini sunmak için daha küçük, daha masrafsız yerler arıyorlar. İş bağlantılarını riske atmamak için isim vermemekte ısrar eden kültürel alış veriş organizatörlerinden biri, “daha ucuz yerler varken neden Carnegie Hall’a o kadar para verelim?” diye soruyor.

Diğerleri de, Amerikalı kurumlarla daha yakın ilişkiler geliştirmek için çabalıyor. Yeni akım Romanyalı ödüllü yönetmenler ve oyuncular hakkında farkındalık geliştirme konusunda iyi işler yapan Romanya Film Festivali, geçtiğimiz yıl Lincoln Center Film Topluluğu’nun eş-sponsorluğunda Lincoln Center’da gerçekleştirildi.

Romanya Kültür Enstitüsü’nden Corina Suteu, “beş yıl öncesiyle kıyasladığımızda, artık kendi başımıza bir şeyler yapmayı düşünmüyoruz bile” diyor, “Aniden çok daha yaratıcı olmamız gerekti, ister Amerikalı olsun, ister Avrupalı, ya da başka bir kıtadan ortaklar bulmamız gerekti. Benim yaptığım iş bu, bütün meslekdaşlarım da aynı şeyleri yapmaya çalışıyor.”

Avrupa’da krizden etkilenen kurumlar, hayatta kalabilmek için herhangi bir yerden bağışçılar bulmak için çabalıyor. Ancak bu tip bir fon bulma konusunda biraz deneyim ya da bilgi sahibi olanlar, yine dönüp, uzun süreli ilişkilere sahip oldukları Amerikalı kurumlara danışmak durumunda kalıyorlar.

Brooklyn Academy of Music’den yapımcı Joseph V. Melillo, “okyanusun karşı kıyısında, devletlerinin artık Amerikan modeline geçeceği konuşuluyor” diyor, “ancak bu kültürlerin çoğunda kişisel yardımseverlik geleneği bulunmuyor, bu yüzden ne motivasyon, ne de vergi muafiyeti sunmak gibi şeyleri bilmiyorlar.”

Sonuç olarak Avrupalı sanat kurumlarının bir kısmı, Amerikalı topluluklarla ya da ana vatanlarıyla hala duygusal bağları bulunan zengin Amerikalılarla flört ederek Birleşik Devletler’de mali destek aramaya başlamış durumda. Fakat bu, Stadler’in söylediği gibi, “yine krizden oldukça etkilenmiş olan Amerikalı kurumlarla rekabet ediyoruz” anlamına geliyor.

Sanatçılar, para akışının yeni yeteneklere kucak açan daha deneysel topluluklar yerine, daha muhafazakar olan yerleşik kurumlara yönelmesinden endişe ediyor. Bunun sanatsal gelişimi derinden etkileyeceğini düşünüyorlar.

Amsterdam’da yaşayan koreograf Ivana Müller, “yerleşik kurumlar çalışmalarını canlandırmak için daha genç sanatçılarla çalışmak durumunda, ve çeşitlilik ile yenilikler küçük ya da orta ölçekli topluluklardan çıkıyor” diyor, “Artık yeni bir prodüksiyon dinamiği yaratıldı, pek çok iyi çalışma ayakta duramadığı için yok olacak.”

Pek çoğu, kriz aşılsa bile, kesintilerin sanatsal gelişimin üretimden tüketime, her aşamasını kalıcı olarak etkileyeceğinden korkuyor.

Festival direktörü Redden, kendini Avrupalı meslekdaşlarının yerine koyarak “gişe geliri önemli olduğu için artık Brian Friel yerine Noel Coward olmak istenecek” diyor, “Bu tip değişimler kaçınılmaz olacak, fakat gerçek tiyatronun yerini tümüyle salon komedisi alırsa, bunun yıkıcı sonuçları olacak. Şu an o aşamaya gelmedik, ama bu gidişat bu yönde devam ediyor.”

Paylaş.

Yanıtla