Tarık Günersel’den Hiciv Yüklü Şiirsel Trajedi: ‘Zırhlı Kurt’

Pinterest LinkedIn Tumblr +

2012-2013 Tiyatro Sezonunda İzlenecek ‘Reprise’ Oyunlar

Üstün Akmen

Osmanlı tarihinden bir kesitin sunulduğu “Zırhlı Kurt”, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları yapımı olarak 2012-2013 sezonunda da izlenebilecek. Oyunda: “Darbe hazırlığı var” diyen Kösem Sultan, oğlu Deli İbrahim’den “tasfiye” ister, “tasfiye”si istenilen Deli İbrahim’in oğlu Mehmet’tir (1642-1693). Yani Kösem Sultan’ın torunu olan Mehmet! Deli İbrahim, oğlunu katletmeyi reddedecek; gel gelelim, cellatları burnunun ucunda görünce işin ciddiyetini anlayacak, sonuç itibariyle öldürülecektir.

Kösem Sultan, torunu Mehmed’i 7 yaşında tahta geçirir. Mehmed’in 21 yaşındaki Turhan Hatice Sultan’dan başka sığınacak kimseciği yoktur. Babası Deli İbrahim ile babaannesi Kösem Sultan’ın sarsıcı izlerini ömrü boyunca taşıyan IV. Mehmed, ‘yaralı bir zırhlı kurt’ olarak yaşamını sürdürür. Babaanne, IV. Mehmet’i tahttan indirerek Turhan Sultan’dan da kurtulmak ister, ancak “kazın ayağı” planı öğrenilir, 1651 yılında Turhan Sultan’ın adamları tarafından öldürülür. “Avcı Mehmet” olarak da nam salan IV. Mehmed, tecritte anılar ve hayalleriyle boğuşarak yaşamaya çabalar: Ve de: “Dünya zindan idi, zindan dünya oldu” diye inlemeye başlar.

Erol Keskin’in Önerisi ile Başlayan Yazma Süreci

Yazar, Dramaturg, Oyuncu, Şair, Libretto Yazarı, Çevirmen, Dünya Yazarlar Birliği P.E.N’in Uluslararası Yönetim Kurulu Üyesi ve Türkiye Merkezinin başarılı Başkanı Tarık Günersel, program kitapçığında 1993 yılında Erol Keskin’in önerisi ile başlayan yazma sürecinin 2010 yılında “Zırhlı Kurt”un ortaya çıkması ile sona erdiğini söylemiş. Gene program kitapçığından öğreniyoruz ki “Zırhlı Kurt” ilk kez 16 Mart 2011’de “perde” demiş. Erol Keskin Usta, IV. Mehmed hakkında bir piyes yazması ile ilgili olarak Günersel’e vakt-i zamanında şu önerileri getirmiş. 2 aktör 1 aktris için bir oyun olacak, IV. Mehmed’in tahttan indirilmesinden sonraki bir dönemde tecritte geçecek, IV. Mehmed’in ölüm öncesi hayal ve anılarını yansıtacak. Tarık Günersel bütün bu uyarılara uymuş, oyunu IV. Mehmed’in çocukken babasının idamına onay vermiş olduğunu yıllar sonra öğrenmesinden duyduğu acının üstüne kurmuş.

Hayli Hızlı Bir Zaman Akışı

“Zırhlı Kurt”, metin olarak şiirsel ve estetik bir piyes… Tarık Günersel, ustası Erol Keskin’in ince fırça dokundurmalarıyla Osmanlı İmparatorluğu’nun 20. Padişahı IV. Mehmed döneminden birkaç kesiti, “Barış insan tabiatını bozar”, “Padişahım, İmparatorluk zayıflamaya başladı. / Belki fazla şişmandı” ve benzerleriyle hiciv yüklü repliklerin de renklendirmesiyle 30 tabloda, iki saat içinde, hayli hızlı bir zaman akışı ve oyun temposu içinde anlatıyor.

Erol Keskin’in Bilinen Titizliği ve Ustalığı

Erol Keskin, yapım için kollarını sıvadığında, hiç kuşkum yok ki, işe doğal olarak oyun metnini mizacının özelliği olan kişisel açıdan görerek başlamış. “Zırhlı Kurt”u, IV. Mehmed’i yansıtacak koşullar içinde sahnelemiş. Oyuncular üzerindeki etkisini denektaşına vurmuş, büyültmüş, bağrına basmış, beslemiş, değiştirmiş. Kösem Sultan’ın hem beşeri hem de evrensel duygu ve isteklerini çok başarılı bir şekilde öne çekmiş. Pek iyi bilinen titizliği ile ustalığını bir kez daha ortaya çıkarmış, “dönem oyunu” nasıl olması gerektiğini göstermiş.

Ne diyeyim?

Dekor

Aysel Doğan’ın dekoru kötü…  Doğan, Edirne’deki Saray-ı Atik’in (yani Eski Saray) bir tecrit yeri olduğunu vurgulamak için olsa gerek, ortaya bir kuyu oturtmuş (Ki Yönetmen Erol Keskin Usta ‘O kuyu değil, kule’ dedi). Böylece, Keskin’in de IV. Mehmed karakterini o kuyunun kenarından oyun boyunca aşağıya indirmeyip; soldan sağa, sağdan sola dolaştırmasını, dolayısıyla tecrit imajının altının çizilmesine vesile olmuş. Tamam, da, a Sevgili Doğan, Osmanlı saraylarında o kadar kumaş hangi dönemde kullanılmış ki? Dönem saraylarında ağırlıklı olarak mermer, taş, çini kullanılmaz mıydı? O ne “altın kafes” öyle! Sonracığıma tarih kitaplarında “aççık seççik” yazmakta, Turhan Hatice Sultan, oğlunu “perde” arkasından değil, kafes ardından yönetirmiş. O halde o kuşkanadı açılan perdeler de ne ola ki!

Kostüm – Müzik

Aysel Doğan’ın kostümleri de “matluba” hiç uygun değil. O Rokoko aplike motifli giysiler ne öyle ayol! Hele sinek telinden kavuklar! Ya Kösem Sultan’ın başlığı! Oyun sanki 1690’lı yıllarda değil de efsane çağlarında Pekin’de geçmektedir ve de Puccini’nin “Turandot” operası seyredilmektedir, az sonra da Prenses Turandot “In questa Reggia” aryasını dinletecektir. Sözün kısası: Aysel Doğan’ın dönemselliği stilize etmesine söz etmek kimsenin haddi değil, olamaz, tamam, ama temeli yok saymak, piç etmek de af edilmemelidir.

Uskan Çelebi’nin müziği ve İlhan Ören’in ışık tasarımı oyunun yönetmeni Erol Keskin tarafından belirlenmiş duygu yoğunluğu dozunu; atmosferi seyirciye ulaştıracak olgunlukta tasarımlar. Bence eleştirilmemeli.

Oyunculuklar

“Deli” İbrahim’i, Cellat’ı, Saraylı’yı, Köprülü Mehmet Paşa’yı, Pietro Della Valle’yi, Viyana Kumandanı’nı, Kanaryalı Vezir’i, Kadızadeli’yi, Jüstinyen’i oynayan İbrahim Gündoğan oyuncunun en yoğun anlatım aracının hareket olduğunu biliyor, hiç “baştan savmacı” değil. Dramatik sürekliliği koparmamak için sürekli “teyakkuz” halinde. Murat Coşkuner, IV. Mehmed’i aklın ve duygunun uyumlu beraberliğinde gerçekleştiriyor. Tekstte karaktere ait ne bulduysa seyirciye abartmadan aktarmakta… Fiziksel olduğunca ruhsal yaşam duyusunu da içinde yarattığı ve yaşattığı IV. Mehmed’i uzun tiratlarında da öyle mükemmel canlandırıyor ki, insanın içinden yüksek sesle “helal olsun” demek geliyor.

Osmanlı Tarihinde Bozulma Devri

Kösem Sultan’ın dışında Giritli Gülnuş Sultan, Recmedilen Kadın ve Dilsiz Cariye karakterlerine can veren Aslı Öngören ise oyuncunun görevinin sadece karakteri ortaya koymak değil, karakterin duyumsadıklarını seyirciye yansıtmak olması gerektiğinin fevkalade bilincinde. Sultan İbrahim’i öldürttükten sonra yerine torunu Sultan Mehmet’i tahta oturtan Kösem’in bütün insani değerleri hiçe sayacak mertebedeki iktidar tutkusunu çok kalın çizgilerle pek güzel çiziyor. Hatta jestüeliyle Kösem Sultan’ı üzerinde dikkatle durulması gereken bir kahraman haline getiriyor. Osmanlı tarihinde bozulma devrinin karmaşık siyasi havası içinde 1623’ten 1651’e kadar doğrudan ya da dolaylı olarak söz sahibi olan bu devşirme sultanı kişisel açıdan görerek yorumluyor. Canlandırdığı üç karaktere fiziksel yaklaşımını iyi saptamış, oyununun bütüne olan etkisini iyi planlamış, kutlanacak bir oyun veriyor.
Eleştirmen Ağabey’inin pek esirgediği kocaman “aferin”i kapıyor.


Mutsuzluk Komedisi: ‘Anıta’nın Aşkı ya da Antigone New York’ta’

İstanbul Devlet Tiyatrosu Polonya asıllı Amerikalı Yazar Janusz Glowacki’nin “Antigone in New York” adlı oyununu “Anita’nın Aşkı ya da Antigone New York’ta” başlığıyla 2012-2013 sezonunda da sahnelemekte. Janusz Glowacki, New York’un Topkins Square Park’ında dünyanın dört bir yerinden, yöresinden Amerika’ya göç etmiş insanlardan yaşam uğraşı veren bir kesitinin öyküsünden oyun çıkarmış. Sofokles’in Kral Kreon’un buyruklarına karşı direnen soylu kadını Antigone’yi Puerto Rica’lı, hayatını Manhattan’daki Central Park’ta geçiren, geceleri park kanepelerinde uyuyan “bir tahtası eksik” göçmen kız Anita yapmış.

Kimsesiz, Yarı Akıllı Bir Antigone

Sofokles’in Antigone’si, Kreon tarafından hain ilan edilen kardeşinin cenazesini kaldırmak için direniyor. Ailesinin değerlerini, Kral’ın yasalarına ve buyruklarına önceliyor. New Yorklu Antigone’nin ise ailesi yok. Bu Antigone, kimsesiz, yarım akıllı bir kız, ama tıpkı Sofokles’in kahramanı örneği, hayatının uğruna mücadele etmeyi gerektiren yüce bir anlamı olması gerektiğine inanmakta direniyor. Parkı, evi biliyor. Biri Polonyalı, diğeri Rus iki Doğu Avrupalı göçmen arkadaşıyla birlikte, bir iki gün içinde kimsesizler mezarlığına gömülecek olan platonik aşkla bağlı olduğu gencin cesedini, bulunduğu hapishaneye ait bir mekandan çalarak parka getirmeye ve bir ağacın altına defnetmeye karar veriyor. Onun için sadece iki kişinin katıldığı bir cenaze töreni bile hazırlıyor.

Kapitalist Sistemin Uzlaşılamaz Çelişkisi

Oyunu izlerken, evsizlerin sokaklarda yaşama kurallarının normal evi olan insanlarınkinden çok farklı olduğunu kavrıyoruz. Gel gelelim izliyor ve görüyoruz ki sokaktakiler arasında da aynı ön yargılar paylaşılmakta. Bu ortamda dostluk, aşk, sadakat ve arkadaşlık başka tanımlara giriyor ve ciddi anlamda sınanıyor. Bir cesedin peşinden serüvene dalan evsizlerin öyküsü hem toplumsal düzeni, hem de “normal ve doğru” olanı yeniden sorguladığımız bir kara komediye dönüşüyor. Hüzünlü ve yürek burkan, ama bir o kadar da  absürt ve trajikomik  bir varoluş öyküsü ortaya çıkıyor. Dayatmalara ve zorlamalara karşı koyan insan doğası ve karşısında dev gibi dikilen hiç de insani olmayan dayatmacı ve kapitalist sistemin uzlaşılamaz çelişkisi.

Faik Çetiner Tekdüzeliğe Düşmemiş

Oyunu Faik Çetiner sahneye koymuş. Eseri gittikçe zavallılaşan ve dünya nüfusunun büyük bir kısmını oluşturan akıl almaz bir insanlık dramı olarak ele almış, “işte adına ‘sistem’ denilen gerçek bu” dercesine seyircinin burnuna dayamış. Yazarın yeğlediği absürt düzleme sadık kalmış. Tekdüzeliğe düşmemek için titizlenmiş. Polis karakterinin monologlarını enteraktifleştirerek diyaloga dönüştürmüş. Başarısı tartışılır, ama Polis ile simgelenen yasalarla seyircinin gerçeklerle sıkılmadan yüzleşmesini sağlamış. Polis/Yasa mutlaka iyi bir şeyler yapmak istiyor, ama fevkalade ikiyüzlü. Yapabildiği sadece ve sadece evsizlerin haklarına ve onurlarına yönelik şiddet…

Rejiye Söz Yok

Faik Ertener, Suat Şeylan (Dekor), Medine Yavuz (Kostüm), Ayhan Güldağları (Işık) gibi yaratıcıların farklı bileşenlerini öyle güzel bir araya getirmiş ve de öylesine bir eş güdüm sağlamış ki, mükemmel bir reji çıkmış ortaya. Eş güdüm çalışmasını teatral üretimin “klavyesi” olarak kullanmış, rahat kavranabilir kıldığı öykünün açıklama ve yorumu işine girişmiş. Rejisini eksiksiz organik bir dizge olarak kurmuş. Her öğe, bütün içerisinde kaynaşıyor. Hiçbir şeyin rastlantıya bırakılmadığı Faik Ertener rejisinde, bütünün kavranışı kapsamında işlevler üstlenilmiş ve bu üstlenişler yapıyı oluşturmuş.

Mehmet Ali Kaptanlar’ın Oyunculuğu

Pire’de Şamil Kafkas oyuncunun sahne üzerindeki hareketlerini belirleyici temel kuralları biliyor ve bu kuralları doğru biçimde uyguluyor. Şamil Kafkas, Erzurum Devlet Tiyatrosundan İstanbul’a yeni geldi. Bana sorarlarsa, İstanbul onun değerini bilmeli derim. Özden Çiftçi (Anita) konuşma ve tepkiyi aynı anda mükemmel dengelemesiyle dikkat çekmekte. Mehmet Ali Kaptanlar oyunun “içine kattığı” oyunculuk tekniğinin mührünü taşıyor.

Ve o mühür, dağlıyor onu.

Bedeni, dramatik metin de dahil olmak üzere gösterime damgasını vuruyor.

“İşte oyuncu bu,” dedirtiyor.

Evrensel

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Üstün Akmen

Yanıtla