Bir Zamanlar Tiyatro…

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Dikmen Gürün

Peyami Safa, 3 Şubat 1937 tarihli Cumhuriyet’te “Tiyatro Mektebi ile Beraber” başlıklı yazısında Ankara Devlet Konservatuarı’nın (1936) kız öğrenci bulmakta zorlandığına değinerek, bu durumu “hayret ve teessür mevzuu” olarak değerlendiriyor ki bu okul, bilindiği gibi, 1949’da kurulan Devlet Tiyatrosu’nun (Devlet Tiyatro ve Operası) temelini oluşturmuştur.

Bugün, iktidarda olan partinin tiyatro sanatına olumsuz bakışı, tüm sanat dallarında olduğu gibi tiyatroya da adeta indirgeyen bir tavırla müdahale etme uğraşları karşısında, Peyami Safa’nın “hayret ve teessür” duyguları günümüzde daha da anlam kazanıyor ve insana “Nereden nereye geldik, nereye gidiyoruz” sorularını bir kez daha sorduruyor.

1937’de şöyle diyor yazar: “Güzel sanatların asıl mektebi, içinde sıra, yazı tahtası, kürsü ve hoca bulunan herhangi bir bina değil, güzelliğin bütün tezahürlerine karşı halkta aşk ve alaka uyandıran sanat atmosferidir. Bir memlekette ve şehirde muntazam konserleriniz, yerli ve ecnebi, sık tiyatro temsilleriniz ve bütün bu tezahürlere (gösteriler) koşan bir dinleyici ve seyirci kesafetiniz yok mudur? (…) Kültür Bakanlığı’nın bir tiyatro mektebi açmak suretile bu sanatın istikbaline karşı beslediği emellere hürmet ederim; fakat onunla beraber bir sanat atmosferi de yaratmak ister. (…) Atmosfer, yani hava, hava, hava, sanat havası…Bunsuz hiçbir güzellik nefes alamaz.”

Evet, tam 75 yıl önce yazılmış bir yazı bu. Bugün ise Peyami Safa’nın üzerinde önemle durduğu kente ve memlekete dair sanat atmosferi kısmen yok edilmek, kalan da kendi çizgilerine uygun bir biçimde dönüştürülmek isteniyor AKP tarafından.

Bir başka yazı, Şehir Tiyatrosu yayını olan ve her 15 günde bir çıkan Türk Tiyatrosu dergisinden. 22 Ekim 1942 tarihli. Yazının başlığı “Tiyatro Tarihi Matineleri”.

Bir bilgilendirme yazısı: “Geçen sene tertip ettiğimiz ‘Türk Tiyatrosu Matineleri’nin gördüğü rağbetten cesaret alarak bu sene ‘Tiyatro Tarihi Matineleri’ tertibini düşündük. Yine bu sahadaki malumatından istifade etmek üzere arkadaşımız Selim Nüzhet Gerçek’ten bunları hazırlamasını rica ettik.”

Aeschylus, Sophocles, Euripides, Aristophanes, Seneca ve Plautus üstüne konferanslar, her bir yazara ay içinde üç gün vermek üzere, yine Selim Nüzhet Gerçek ve Azra Erhat, Ahmet Hamdi Tanpınar, Fehmi Karatay tarafından gerçekleştiriliyor.

Şehir Tiyatroları ve Devlet Tiyatroları aynı zamanda birer eğitim kurumu olarak değerlendirilmesi gereken yapılanmalar. Sanatı, sanatçıyı, seyirciyi salt büyük kentlerde değil, tüm Anadolu’da besleyen kurumlar. Dün, tiyatroları Anadolu’ya yayan bir yapılanmaya şahit oluyoruz. Bugün, bunları kaldırmaya çalışan bir başka yapılanmayla karşı karşıyayız! Ödenekli tiyatroların işleyişlerinde aksayan yönler varsa, gerekli iyileştirmeler ancak sanatçılarla birlikte ve yasalarla çözümlenebilir. Çağdaş dünyanın hiçbir ülkesinde sanatçı “yok” sayılarak sanata darbe anlamında birtakım girişimlerde bulunulmamıştır, bulunulamaz.

Türkiye’de de iktidar partisinin kendi oluşturduğu kurulların güdümlü olarak ortaya koyduğu “özelleştirme” odaklı birtakım değerlendirmeler değil, sanatçılarla, sanatçı temsilcileriyle aynı masa çevresinde gerçekleştirilecek buluşmalar, bu ülkenin tiyatro soluğunu kesmemek, bilakis daha da güçlendirmek için gereklidir.

Ve, günümüzde Şehir Tiyatroları yönetmeliğinde hızla yapılan önemli bir değişikliğe parmak basan düne ait bir doküman daha. 2 Ağustos 1924 tarihli Vakit gazetesinde çıkan, “Tiyatro Eserleri” başlıklı yazısında Muhsin Ertuğrul diyor ki:

“Filhakika (gerçekten) bugün Darülbedayi’nin başında bir heyet vardır ve eserlerin tetkike başlandığını ilan eden işte o heyettir. Bugünkü heyetin selahiyattar (yetkin) olup olmadığına gelince; bunun hakkında hüküm verebilmek için evvela bu zevatın (kişilerin) asarına (eserlerine), sonra da yeni temaşa eserlerini ve cereyanlarını takip edip etmediklerine bakmak lazımdır. (…) Temaşanın yeni şekillerinden ve terakkiyatından (yeni gelişmeler) haberdar olmamış, bilvesile (dolayısıyla da) de ondan zevk alamamış bir heyetin önüne Bernard Shaw yahut da Wedekind veya Toller’e ait bir eser vererek kararlarını beklemek tuhaf olmaz mı?” Yoruma gerek var mı? Hiç sanmam…

Sanat dünyasının, tüm tiyatrocuların ve seyircinin kol kola girmesi gereken günler yaşıyoruz…

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Dikmen Gürün

Yanıtla