Bir buluşma dostlarla, yakın geçmişte.. Önce sinemacı Nurşen Bakır (Tekel İşçileriyle yaptığı belgesel “Tekel 51” görkemli!).. Sait Faik Abasıyanık’tan film yapma istemi var ikimizde de.. Yönetmen o olacak, ben de Abasıyanık’la olan sevgi birlikteliğine dayanarak katkı sunmaya çalışacağım.. Bir aralar, dört beş yıl sürekli Burgazada’daki anma günü, benim Hişt Hişt öyküsünü okumamla başlardı.. Geçen yıl da Darüşşafaka’da yorumladım öyküyü; ama o günün anısı bir başka. Son hişt hişt’lere geldiğimde, ki üç kez yinelenir.. ikinci hişt hişt’ten sonra kısacık bir durak verdiğimde önsezisel, salonda yaklaşık bin beş yüz öğrenciden geldi o son ses, “hişttt” diye.. İşte, vay canına!.. Sait Faik’in, neredeyse bir filme dönüşmesi olanaksız görünen öyküleri içinde, sinemaya en yatkınlarından biri gibi duran bu Hişt Hişt’i denemekte yarar var.. Sonra Ahmet geliyor eve.. Onla da işim var.. Gelecek yıl Bizim Tiyatro’nun 30.yılı ve kuruluşunun ilk oyunu olan Hamlet’i yeniden sahnelemeyi düşünüyorum nicedir.. Her oyunumuz gibi yoğun bir araştırma içindeyiz uzunca bir süredir ki içim dışım zaten Shakespeare. (Bu yıl Özdemir Nutku’nun yazıp-yönettiği Bana William Deyin adlı oyunda da yoğundu bu bitimsiz yazar.) Sorun Shakespeare’de değil doğal olarak, bizde; ondan neler yapabileceğimizde?! Evden çıkıp, aşevine gidiyoruz. Söyleşi sürüyor. Masada Dr. Mustafa Soylu da var. Ve Nurşen. Ahmet, akrabam.. Ona kuzen derim, kuzi derim kimi.. Görüşlerini alacağı: Bizim Hamlet, öyle krallıklarda falan değil de -günümüzde, şu dünyanın anasını belleyen çok uluslu bir şirkette geçecek; bu konuları ondan daha iyi kim bilebilir ki? Ahmet Ahmet derken siz yabancısı değilsiniz bu adın: Prof. Dr. E. Ahmet Tonak. Cumartesi günleri yazıyor Birgün Gazetesi’nde; hem de ne yazıyor. Derim ki, belki de şu yeryüzünde neler olup bittiğini en doğru biçimde ondan öğrenebilirsiniz.. Bana kızacak ama, dünya çapında önemli bilim adamı-yazar kendisi, konusunda.. Ama onun konuları da pek bitmez gerçekte; sinema da vardır onda, tiyatro da.. Sahneye çıkardım ya onu Lisedeyken.. Ki bak rastlantıya şimdi; o günlerden aynı sahneyi paylaştırdığım bir diğeri görünüyor uzaktan. O beni görmezken daha, bağırıyorum: “Selçuk!” diye.. Sarılıyoruz birbirimize.. Ne ki onlar birbirlerini anımsayamıyorlar ve Selçuk bir parmak hesabıyla çıkıyor işin içinden: “Eh, yani, kırk üç yıl geçmiş..” Bu Selçuk da, Selçuk Yöntem.. Üstün oyunculuğunun yanı sıra, alçakgönüllü, sımsıcak insan yaklaşımıyla size sokulan doğal yapısıyla, tadı damağınızda kalan-belleğinizden silinmez bir kıvamdadır o güzelim kişiliği, ki hep bende kalan.. Az konuştuktan sonra, başka bir masaya geçiyor; kızıyla yemeğe gelmiş.. Bizde söyleşi yoğun sürüyor.. Ana başlık: 1 Mayıs.. Derken ne olup bitiyor birden konu dil tartışmasına kayıyor. Hınzırca gülerek anlatıyor Ahmet, yıllar öncesine uzanan dil üzerine yazışmalarımızı; o daha ta Amerika’dayken de.. ben sayfalarca döktürürmüşüm de.. onca pelür kağıtlara, daktiloyla da.. Türkçeyle düşünmek, gerekliğinden söz ediyorum; tümceleri öyle kurmaktan. Yoksa yabancı sözcüklerin yerine Türkçeleri koymak değil iş tek başına.. Bu söyleşinin anlatısı uzun, belki bir başka kez ele alınası bir konu.. Olayın özetine geliyorum: Eh, sen misin beni kızdıran kuzen, diye geçiriyorum içimden ve “dün,” diye başlıyorum, “minibüsteydim.. Dinliyorum sürekli ve çıldırıyorum. Yahu, “elverişli” ya da “uygun” desenize.. Herkes, müsait bir yerde.. Müsait bir yerde inebilir miyim.. Müsait’iniz batsın.. E, ben ne yaptım, her zamanki gibi: Bayım, uygun bir yerde…” Kızılca kıyamet kopuyor: “Nee, uygun mu??? Öyle mi dedin??.. Ne istediğini anladı mı bari Şoför?”
“Canım, neden abartıyorsun?!” Ahmet tuturuk: “Ne demek uygun, halkın kullandığı dil şu: müsait, müsait.. Herkesin anlayacağı dille konuşmalı, yazmalısın..”
Bak sen duruma, oysa ne konularımız varken..
“Hadi,” deyiveriyor az sonra, beni kırmak istemezce, ama kara güldürüyü de elden bırakmazca:
“Eh, “uygun”, uygundur..”
Ben de soruyorum o zaman: “Film için de Hişt Hişt öyküsü uygun mudur?”
“Uygundur..
“E peki, benim on beş günde bir, Birgün’de yazmam?”
“2 Mayıs’ta “Yasaklamalar Üzerine Öykücükler”in yayınlandı pazar ekinde..”
“Tamam da, sen soruma yanıt ver: Uygun mudur?”
“Uygundur!”
“Nasıl yazacağım, hani şu kopasıca dilimi de nasıl kullanacağım, anlaşılmış mıdır biraz?! Bu da uygun mudur?”
Kıs kıs gülüyor canım kuzen ve ekliyor:
“Uygundur…”