Emre Ersezer
Boğaziçi Gösteri Sanatları Topluluğu’nun yeni prodüksiyonu Karşılaşmalar, İKSV Tiyatro Festivali’ndeki iki gösterimin ardından Boğaziçi Üniversitesi’nde sezonun son gösterimiyle izleyenlerin karşısına çıktı. Türkiye’nin son on yılında yaşanan hızlı dönüşümden ve bu hızlı dönüşüm içerisinde farklılaşan hayatlardan kesitler sunmayı hedefleyen oyun bu yönüyle adını ziyadesiyle hak ediyor. Öyle ki, gösteriden çıktığınızda; hemen hemen herkesin bir şekilde şahit olabileceği oyunda konu edinen farklı durumlarla kendi içinizde karşılaşmalar yaşıyorsunuz.
Son 10 yılda Türkiye’de yaşanan önemli toplumsal değişimlerin, birbirinden ayrı hayatlara ve görüşlere sahip üç kardeşin hikâyesi üzerinden verilmek istendiği oyunda; düşüşe geçen ‘laik-cumhuriyetçi’ orta sınıf ile yükselmekte olan ‘islami burjuvazinin’ yer değiştirmesine, bunların yanında her türlü emek sömürüsüne maruz kalan emekçi sınıfın yaşadığı sorunlara, çelişkilere dair güzel tespitler bulunuyor. Tüm bunları dans, müzik ve oyunculuğun iç içe geçtiği sahnelemelerle hoş bir kurgu içinde izliyoruz. Sahne üzerinde gerçekleştirilmeye çalışılan projenin hedeflerini dikkate aldığımda izlediğimiz gösterinin başarılı bir çalışma olduğunu düşünmekle beraber, görece ufak sayılabilecek birkaç noktada kendi görüşlerimi ifade etmeye çalışacağım.
İlk olarak oyunda Doktor Mehmet karakterine babası Rauf Bey’den ortaklarıyla birlikte miras kalan inşaat firmasına değinmek istiyorum. Oyunda dev bir otoyolu inşaatı ihalesinin verileceğini gördüğümüz ‘Cumhuriyet değerleri’ üzerine kurulu bu şirket, Rauf Bey’in ortakları tarafından hükümetin de telkiniyle yandaş kabul edebileceğimiz başka bir inşaat firmasıyla ortak bir ihaleye girmeye zorlanıyor. Dev otoyolu ihalesini almak için tek yol olarak bu gösterilmekte. Ancak bu durum gerçek bir düzleme tam olarak oturmuyor gibi. Yani nüfuzlu geçmişi ve engin tecrübelerinden dolayı yeni otoyol ihalesinin kendisine verilmek istendiğini düşünsek de sahneleme anlamında Doktor Mehmet’e miras kalan inşaat firmasının, günümüzde pek de bu konumdaki güçlü gruplara ait bir şirket olmadığı görünümü ortaya çıkıyor. Bu durumda gösterilmek istenen bugünün Türkiye’sinde ekonomiye yön veren ve geçmişten kalan cumhuriyetçi değerlere sahip bir şirket ve bu zümreye ait öznelerse bu konuda çok güçlü bir tablo çizilebilmiş değil. Zira aksi yönde varlıklı ama pek de zirvede bulunmayan bir şirket profili varsa; o zaman da bunun gerçekliğini tartışmak gerekir. Çünkü hükümet ekonomik düzende büyük bir aktör olmayan böyle bir şirkete niye bu kadar büyük bir ihaleyi vermek istesin ki? İlk bahsettiğim güçlü bir şirketse sergilenmek istenen; zayıf kalınan nokta, bizim bu kadar güçlü bir şirket tasvirini sahnelemede görmeyişimizdir.
Yukarda değindiğim husustan kendimce daha fazla önem addettiğim ikinci nokta ise, Doktor Mehmet’in kardeşi olan ve islami değerlerle yetişmiş biri olarak gördüğümüz Sümeyra karakterini tanıdığımız ve hikâyesine dair kesitlere gördüğümüz sahne. Öncelikle şunu söylemeliyim ki; sahneleme, günümüzde artık iyice yerleşmiş olan yeni burjuva sınıfının karakteristik özelliklerini yansıtma konusunda oldukça başarılıydı. Ancak bu sahnede Sümeyra Hanım’ın iki kızı arasında geçen bir bölümde; 28 Şubat sürecinden bugünlere geldiğimizde, on yıl öncesinin mağdurlarının on yıl sonra günümüzde nasıl muktedir olduğunu ve bir anlamda uca çekersek ‘kurbanın katile’ dönüşümünün nasıl bir süreçten geçtiğini gördüğümüz bu kesitte, bu iki genç kadın üzerinden verilmek istenen durum biraz sıkıntı yaratıyor. Açmak gerekirse, 28 Şubat döneminde üniversite kapılarının başörtülü kadınların yüzlerine kapatıldığı, kampüslerden içeri alınmadığı ve yaşanan bu travmatik durum sebebiyle psikolojik açıdan ağır hasarlar alan başörtülü kadınların okumak için yurtdışına çıkmak durumunda bırakıldıkları ya da tahsillerini sonlandırmak zorunda kaldıkları gerçeğine sahibiz. Ancak abla kardeş üzerinden yürüyen bu kesitte; abla karakterinin geçmişte onca travmalar yaşayıp bugüne geldiğimizde dönüşen ve dönüşümünü kanıksayan bir şekilde çizilmesi, geçmişin mağdurlarına değinirken sorun yaratabiliyor. Burada belli bir kesimden belli bir kesit sunulduğunun farkında olarak 28 Şubat’ın tüm mağdurlarının bugünün de masumları olduğu fikrini paylaşmadığımı eklemem gerek.
Sonuçta bir parantez açmak gerekirse pek de değinmedim ancak hem sahneleme olarak hem de içinde bulunulan çelişkilerin yansıtılması açısından en başarılı bulduğum Doktor Mehmet’in bir diğer kardeşi olan ustabaşı Salih karakteri de oyunda bir yorgun demokrat olarak çizilmiş. Fakat bu tercih yönünde tüm solcuların yorgun demokrat olarak çizilmiş olabileceği gibi bir düşünceye kesinlikle sahip değilim. Bununla birlikte önceki konuya dönecek olursak, dün mağdur olanlar bugüne geldiğimizde dünü çok rahat bir şekilde sindirebilmiş de olabilirler. Ancak ne var ki; başörtülü kadınların 28 Şubat sürecinde yaşanılan büyük felaketlerden kalan izleri hala taşıdıklarını düşünüyorum. Bu kesite dair hikâyesini tam olarak bilmediğimiz Sümeyra Hanım’ın büyük kızı üzerinden gördüğümüz bu kritik jesti – zamanında üniversite kapılarından girilemediği, ancak bugün durumun değiştiği/düzeldiği – Sümeyra Hanım üzerinden görmek daha doğru olur. Çünkü değiştiğini, dönüştüğünü gördüğümüz ve aslında yükselen islami burjuva sınıfının tam anlamıyla temsil eden karakter olarak Sümeyra’yı görüyoruz.
Özetle Türkiye’nin son on yılındaki köklü değişimleri ve dönüşümleri yansıtan Karşılaşmalar sahneye taşıdığı tartışmalar açısından başarılı bir prodüksiyon. Bunun yanında oyunun, süreç içerisinde kurguya bir hayli yoğunlaşıldığından dolayı diğer birçok alanda eksikler olduğu anlaşılıyor. Bu noktaların yaz döneminde tekrar ele alınacağı düşünülürse, oyunun yeni sezonda çok daha gelişkin bir versiyonla seyirci karşısına çıkacağını düşünüyorum.