Ümit Denizer
Giriş
Boğaziçi Gösteri Sanatları Topluluğu (BGST), 18. İstanbul Tiyatro Festivali kapsamında “Karşılaşmalar” adlı son oyununu sergiliyor. Ben de Şehir Tiyatroları / Kadıköy / Haldun Taner Sahnesi’nde coşkularına tanık oluyorum. Gösterim öncesindeki kısa sohbetimizde, aklım yakın geçmişteki anılara gidiyor… “Doğru/Güzel” olarak nitelediğim “Karşılaşmalar” oyununun düşündürdüklerine geçmeden önce, Mimesis okurları ile bu anıları paylaşmak istiyorum:
Anılar
Muhsin Hoca (Ertuğrul) Üsküdar Salacak’taki evimize çok yakın olan Harem’de otururdu. (Değerli eşi, Devlet Tiyatrosu Sanatçısı, Handan Ertuğrul Hanımefendi; Harem iskelesine kuşbakışı bakan ve ünlü İstanbul siluetini seyreden aynı çatı katında yaşıyor hâlâ…) Hep Handan Hanımın kullandığı küçük Volkswagen otomobilden el sallarken görürdük onları. Ama bazı yaz akşamları, bizim evimizin önünden yürüyerek Üsküdar’a inerlerdi.
1975 yılı yazında, yürüyüşe çıktıkları bir akşam, Muhsin Hoca yine küçük beyaz zarflarından birini bıraktı kapımıza. Merakla açıp baktık: “Boğaziçi Üniversitesi’ndeki çocukları mutlaka görmelisiniz.” diye bir not yazmış ve bilet parası koymuştu… Hocamızın sözlü veya yazılı talimatları, sorgu-sual edilmeden yerine getirilirdi. Bizde gelenek buydu!
Gittik Boğaziçi Üniversitesine… “Boğaziçi Üniversitesi Oyuncuları”nı Peter Weiss’ın ünlü “Marat/Sade” oyununda seyrettik… (Bebek sahilinden yukarıya çıkan korunun huzur veren atmosferi, bende şöyle bir espri yapma dürtüsü uyandırmıştı: AÇOK’lu genç arkadaşlarımın duyacağı kadar bir sesle “canım Eminönü” deyivermiştim. Herkes içimdeki çelişkiyi anlayıp dakikalarca güldü. Ve bu iki sözcük, o günün anısı olarak kurumsal tarihimize kaydedildi.)
Sonraki yıllarda Boğaziçi Üniversitesi Oyuncuları kısa söylenişi “BÜO” ile anılır oldular. Ve biz BÜO’yu da Shakespeare’in “Fırtına”sında seyrettik. Brecht’in “Arturo Ui”sinde seyrettik. Bu defa şehir merkezindeki salonlardaydılar… 1980’li yılları yarıladığımızda, İstanbul’daki “Öteki Tiyatroları” bir çatı altında buluşturmayı hedefleyen toplantılar yaptık. Beklan Algan Hocamızın başkanlık ettiği “İstanbul Alternatif Tiyatrolar Platformu Girişimi” toplantılarına AÇOK olarak BÜO ile yan yana katıldık…
Sonraki yıllarda BÜO Bayrağı el değiştirdi. İlk bayraktarlar, Boğaziçi’nden mezun olduktan sonra -doğal olarak- mesleklerine ve ailelerine odaklandılar. Yeni Boğaziçililer de tiyatroda BÜO Bayrağını şövalye gibi dalgalandırmaya devam ediyorlar… Şimdi bir de salonları var artık: Maya Sahnesi! Eğer maya tutarsa… Harika olacak!
BÜO adını BGST olarak değiştiren genç tiyatrocuları, yıllar sonra kendi salonları olan Maya Sahnesinde seyretmek de kısmet oldu. İstanbul içinde yaptıkları turnelerde farklı salonlarda seyretmek de… Hep “Doğru” ve “Güzel” işler peşindeydiler…
Bu “Doğru” ve “Güzel” tanımlamamın nereden kaynaklandığını, basit bir şema ile anlatmak istiyorum. Ben şemadaki eksene “Tiyatro Çiçeği” adını verdim…
Tiyatro Çiçeği
Benim “Tiyatro Çiçeği” dediğim, bilinen bir eksendir. Bilindiği gibi her bir yönün ucunda “artı” ve “eksi” değerler vardır. Ve eksende oluşan alanlardan sadece birisi “2 artı değere” sahiptir… İşte, BGST oyunlarının konumlanacağı alan bence burasıdır. (Günümüz Türk Tiyatrosundan, maalesef çok az çalışmanın Tiyatro Çiçeğindeki “2 artı değerli” alanda yer alabileceğini görüyoruz. Son yıllarda sahneye çıkarılan oyunlar, çoğunlukla “Güzel/Yanlış” veya “Çirkin/Doğru” alanlarında değerlendirilebilirler…)
Bu kısacık açıklamadan sonra, seyredebildiğim BGST oyunlarının değerlendirmesinde sıra:
“Moliere Efendi”
Çok “güzel” ve çok “doğru” bir çalışma olarak göz doldurduğunu düşünüyorum. Güzeldi, çünkü oyuncular yaptıkları işin güzelliğine inanıyorlardı. Sahnede olmaktan öyle keyif alıyorlardı ki, bu keyif seyirciye geçiyor, yaşanan tiyatro süreci, oyuncu-seyirci arasında duygusal paylaşımla yükseliyordu. Doğruydu, çünkü öncelikle yapılan metin çalışmasında, Moliere oyunlarının sınıfsal kaynağı çok anlaşılır biçimde yansıtılmıştı. Didaktik olmadan, ciltler dolusu bilgiyi kolayca aktarıyordu seyircisine…
“Yeni Bir Hayat”
Genç oyuncu Cüneyt Yalaz’ın replikleri, yeni tiyatrocu kuşakların hatırlayamayacağı usta oyuncu Yıldırım Önal’ın ses tonu ile Genco Erkal’ın diyaframdan tonlaması arasında gidip geliyordu. Cüneyt Yalaz, stand-up, performans ve tek kişilik oyun sınırlarında dolaşıyordu. Hatta iki ayrı karakteri iç içe oynadığı sahnelerde, usta bir meddah kadar etkiliydi… Bizim seyrettiğimiz matinede, seyirci yaş ortalaması 18-20 arasındaydı. Oyun öyküsünde pek çok ayrıntıyı yaşamamış olmalarına rağmen, çok doğru reaksiyonlar verdiler…
“Karşılaşmalar”
Eğer “tiyatro hayatın aynasıdır” tanımlamasına inanıyorsak, bu oyun Türkiye’nin bugününe tutulmuş bir aynadır işte. Bu yüzden doğrudur. Dönüşüm sürecindeki toplum kesimleri, bir karnaval coşkusuyla sahnede akıp gitmektedir… Hiçbir oyunda, sinema filminde, televizyon dizisinde, böyle cenaze töreni görmemişizdir… Bu yüzden de güzeldir işte. Orkestranın canlı müziğinden, dansçıların yerli koreografisine; ışığın yerinde kullanımından, giysi tasarımına; yaşayan Türkçenin kullanımından, göstermeci oyunculuk tarzına; her bir ayrıntının doğru ve güzel olduğunu düşünüyorum…
(Beyaz, Hıristiyan, Batılı tiyatronun “in yer face” akımına kapılan genç tiyatroculara selam olsun… “Karşılaşmalar”ı seyredip, bizim her sınıfımızın yüzüne tutulan aynayı bir görsünler. Berliner Ensemble’dan, mesela bir “Kafkas Tebeşir Dairesi” seyrediyor gibi olacaklar…)
Söz biterken size bir sır vereyim: BGST’na “Doğru” ve “Güzel” işleri hep bilinç yaptırıyor!