İpek Seyalıoğlu
Başbakan Devlet Tiyatrolarını özelleştireceğini açıkladığından beri tuhaf tuhaf rüyalar görür oldum. Bu yazıyı yazma aşamasında Radikal’de yeni bir haber daha okuyunca olanlar oldu ve işler rüyamda iyice karıştı. Recep Tayyip Erdoğan görünümlü İdris Naim Şahin rüyamda başbakandan resmen rol çalıyordu, hâlbuki okuduğum haberde Ertuğrul Günay vardı. Sonra arka arkaya şu kareleri gördüm: Cafe Néro, Roma İmparatoru Neron tarafından işletiliyormuş ve Neron aynı zamanda İstanbul’da çeşitli kentsel dönüşüm planlarını da başarıyla yürütüyormuş. Rüya bu ya, ardından bilimsel teori görünümlü yaratılış konuları simsiyah bir tiyatro perdesinin önünde tiyatrocu görünümlü imamlar tarafından Akapella yapılarak anlatılıyor fakat bir anda içeri uluslararası festivaller düzenleyicisi görünümlü bir oto tamircisi elinde bir İngiliz anahtarı olduğu halde salona dalarak üzgünüm bu salonun anahtarı bende, az sonra Alice’e teslim etmek zorundayım, o yüzden lütfen tiyatromuzu boşaltın diyormuş. Ve kalabalık bir grup üniversite öğrencisi de dışarıda Prometheusluk yaptıkları için acımasız Zeus tarafından dağlara değil, zindanlara atılıyormuş ve Zeus’tan kaçan Prometheuslar İstanbul metrosuna sığamadıkları için dağlara çıkıyormuş. Rüya bitmez ve ben bir türlü uyanamazken anneme ayrıca şu soruları soruyormuşum: rüyada bakan görmek hayırlımıdır, rüyada Neron görmek ne demek, gördüğüm Zeus kaçıncı versiyonu olabilir, biliyor musun video art kullansaydı şu rüyacı, ne acayip bir efekt olurdu vs. vs. Sonra uyandım.
Geçen sene İtalya’da bir oyunculuk atölyesinde karşılaştığım İtalyan aktör Gianluca Pantosti, Roma’ya döndüğümüzde tiyatroya gitmeyi teklif ettiğinde elbette çok sevindim. İkimiz de Teatro Valle’ye vardığımızda hiç beklemediğimiz bir manzarayla karşılaştık. Tiyatrocular ve başka alanlardan gelen sanatçılar ve teknisyenler tiyatroyu işgal etmiş, telaş içinde ertesi günün programını yapıyorlardı. Biz o gün programı kaçırmıştık. Ertesi gün tiyatronun önünde upuzun bir kuyruk vardı ve sonunda gönlümüzden ne koparsa miktarı bilet parası vererek Paolo Rossi’nin sunduğu gösteriyi seyretmek üzere ikimiz de içeri girebildik. Venedik’te de Teatro Marinoni işgal edilmiş, iki tiyatro arasında canlı yayın bağlantısı kurulmuştu. Bu gösteri bir tiyatro gösterisinden ziyade işgalin, dolayısıyla özgür tiyatronun ve hatta özgür sanatın ve düşüncenin yaşatılmasına dair bir gösteriydi. Sanatçılar ve seyirciler, İtalyan hükümetinin bir süredir devam eden sanat ve kültür alanındaki bütçe kesintileri ve etkinlik mekânlarını kapatma girişimi karşısında bir hareket başlatmış ve Teatro Valle İtalya’da sanatın sembolü haline gelmişti. İtalyanca bilmesem de aynı dili konuşuyorduk. İlk kez dört yaşımda Muhsin Ertuğrul Sahnesi’nde Polyanna’yı seyrettiğimde de aynı coşkuyu yaşamıştım. Oyun bitip de oyuncular kulise gittiğinde ağlamaya başlamış, birden sahneye fırlamış ve geri gelmelerini beklemiş, görevliler beni alıp annem de zar zor gitmemiz gerektiğine ikna etmeye çalışırken ben hâlâ fuayede fotoğraflara dokunup ağlayarak orayı terk etmemek için direnmiştim; şu sıkıcı dünyaya alternatif bambaşka bir dünya olduğunu ve dünyanın değiştirilebileceğini ilk kez o gün yaşamış, kendi gözlerimle görmüştüm. İşte tiyatro tekrar bu coşkuyla bizi karşılıyordu. İstanbul’da ise zengin muhitlerin dükkân vitrinlerinde Sokakta Hayat Bitti gibi yazılar görüyordunuz; AKM simsiyah boş bir bina olarak orada öylece duruyordu, ne kadar karşı çıkılsa da sinema ve tiyatro salonları AVM’lere dönüştürülüyor, kimi yazarlar bilboardlarda kredi kartı reklamlarını süslüyordu. Doğru, herkesin hakkı vardı istediği yerde okumaya, yazmaya, oynamaya, sanat yapmaya, yapmamaya, seyirci kalmaya, kalmamaya, ama ne yazık ki hâlâ uluslararası tiyatro festivalinde son derece uçuk fiyatlarda satılan biletleri alamayan seyirci de tiyatroyu işte böyle bir şey sanmaya devam ediyordu. Oysa Federico Garcia Lorca, Duende kavramından söz ederken, ölümle çarpışmaktan söz eder. Tiyatro, an’ı, sonsuzluğun sıkıcılığına yeğler ve izin verilsin verilmesin her an çarpışır. Hem de kimilerinin hayal bile edemeyeceği biçimlerde. Oyuncuların ve seyircilerin arasını açmaya çalışanlar işte bunu unutuyorlar. Recep Tayyip Erdoğan da geçenlerde Radikal’de çıkan bir habere göre okulda öğrenciyken ve okullar henüz jip görünümlü dört artı dört artı dört değilken bir oyunda oynamış. Ama acaba sahnedeyken seyircisini partneri olarak görebilmiş miydi doğrusu merak ediyorum.
Roma’daki işgal bütün hararetiyle devam ettiğinden ve vakit olmadığından daha sonra söyleşi yapmak üzere oradan ayrıldım. Yazdan bu yana İstanbul’da benzer bir gelişme de Boğaziçi Üniversitesi’nde Prometheus yürekli bir grup öğrencinin kampusa açılan Starbucks’ı işgal etmesiydi. Üniversite, düşünce özgürlüğü ve sermaye ilişkilerinin tekrar sorgulanmasına yol açan bu işgal sayesinde öğrenciler, böylelikle önemli başka değişimlere ön ayak olmuş oldular. Nasıl üniversiteler öğrencilere ve öğretim üyelerine aitse, tiyatrolar da tiyatroculara ve seyircilere aittir. Hükümetin yaptığı bu son açıklamalardan sonra Teatro Valle işgalcilerinden sevgili Giampiero Judica onca yoğunluğunun arasında sorularımı yanıtlamayı neyse ki kabul etti. Söyleşiden sonra Teatro Valle İşgali’nin internet sayfasını tekrar gözden geçiriyordum kişu sözlerle karşılaştım: “Umarız bulaşıcı bir hareket olur!”
2011 Haziran ayında tiyatrocular ve sanatçılar Roma’daki Teatro Valle’yi işgal ettiler. Bu işgalin sebepleri neydi ve süreç nasıl başlayıp gelişti?
Geçen haziran ayında Teatro Valle, tiyatroyu yönetmesi gereken kişilerce yani kültür bakanı, tiyatro binasının sahibi ve vali tarafından unutulmuş, geleceği tamamen belirsizliğe terk edilmiş bir halde duruyordu. 14 Haziran günü Devlet Tiyatroları Birliği’nin çatısı altında olan Teatro Valle’nin geleceği hâlâ belirsizdi ve bu birlik de aylar önce dağıtılmıştı. Birtakım söylentilere göre Teatro Valle bambaşka bir şeye, estetik güzelliğe sahip lüks bir gıda marketine dönüştürülecekti. Bu yüzden bir grup tiyatro çalışanı Teatro Valle’yi işgal etmeye karar verdi. Böylelikle tiyatronun hem özel bir şirkete satılması önlenecek hem de bu işgal, İtalya’daki diğer tiyatrolar için bir örnek teşkil edecekti. Bundan böyle ülkemizdeki devlet tiyatroları yepyeni bir model ile yönetilecekti; bu sistemde kültür kamuya ait olarak tanımlanacak ve yurttaşlar, tiyatronun yaşamı ve yönetiminde tiyatronun paydaşları olarak aktif bir şekilde yer alacaktı.
İtalya’da tiyatrolar nasıl yönetiliyor?
Öncelikle devlete ait tiyatrolar vardır ve ekonomik olarak büyük ölçüde devlet tarafından yardım görürler. Bir de özel tiyatrolar vardır ve bu tiyatrolar da % 30 ve % 50 arasında değişen oranlarda yine devletten yardım alırlar. Gelecek yıl için devlet, canlıperformansları içeren bütün etkinlikler için 416 milyon Euro ayırmış bulunuyor. Bu miktar GSYİH’mızın % 0,16’sı demek.
İtalyan hükümetinin bu işgale tepkisi ne oldu?
İtalyan hükümeti açıkçası henüz bir tepki vermedi. Olanları izleyip bekliyorlar. İşgalcilerle bir diyalog kurmaya çalışmadılar. Vali ve sorumlu kişiler arada sırada tiyatroyu başkasına devretmek istediklerini söylüyorlar ama bu konuda oldukça belirsizler. Medya ise işgali ve hem buradaki hem de yurtdışındaki kültürel alanlarda çalışan toplulukları epey destekliyor.
İşgalde Teatro Valle’deki gösteriler finansal olarak nasıl destekleniyor?
Bütün sanatçılar para almadan gösteri yapıyorlar. İşgal seyircilerin katkılarıyla destekleniyor. Yani yurttaşların katılımıyla.
Birkaç hafta önce Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tiyatroları özelleştireceğini açıkladı. Sizce devletin tiyatro sanatındaki rolü ne olmalı?
Bizce kültür herkese ait olduğundan devlet, tiyatronun yaşamasına katkıda bulunmalıdır, bunu da sanata fon sağlayarak yapabilir. Kültür hem devlet tarafından hem de bazı özel kurumlar tarafından desteklenmelidir ama tiyatro yönetimi söz konusu olduğunda devletin ve politikanın kesinlikle bu alandan uzak durması gerektiğini düşünüyoruz. Tiyatroyu tiyatrocular yönetmelidir. Sanat Yönetmeni İtalya’da her zaman olageldiği gibi devlet ya da politikacılar tarafından değil tiyatrocular tarafından seçilmelidir. Biz, yurttaşların, kurulan bir halk meclisi aracılığıyla, tiyatronun paydaşları olarak yönetime aktif olarak katılması ve dönüşümlü çalışacak bir grup Danışman’ın da sanat yönetmenini, talep üzerine işleyen bir sistem doğrultusunda seçmesi gerektiğini düşünüyoruz. Sanat yönetmeninin İtalya’da olduğu gibi yıllarca değil, en fazla 3 yıl ve 5 yıl arası görevde kalması ve görev süresince kendi oyunlarını yönetmekten uzak durması gerektiğine inanıyoruz. Biz yeni bir model yarattık. Bu modele Toplum Yararına Yönelik Teatro Valle Vakfı diyoruz. Bu model, İtalya’daki bütün tiyatrolara uygulanabilecek yeni bir hukuki modeldir. Bu modelde devlet gereken ekonomik yardımı yapar ama ötesine, yani yönetime karışmaz.