Can Merdan Doğan
“The rest is silence” (“Bundan sonrası sessizlik”)
William Shakespeare
Oscar Wilde, Hamlet’in deliliğinin eleştirmenlerce çokça tartışılmasının parodisini çıkararak şöyle der: “Asıl önemli olan, bu oyunun eleştirmenleri gerçekten deli midirler, yoksa deli geçinmek mi isterler?” (Urgan 1996) Bu yorum, Hamlet’in her dönemde çokça tartışıldığını ortaya koyar. Dolayısıyla bu yazıyı kaleme alırken, Hamlet üzerine ahkam kesmekten ziyade, yorumuyla ilgili ahkam keseceğimi belirtmek isterim.
İKSV’nin düzenlediği 18. İstanbul Tiyatro Festivalinde, kuşkusuz en çok konuşulan oyunlardan biri, Ostermeier’in yönettiği “Hamlet”ti. Berlin’den gelen tiyatro topluluğu, Hamlet’e “zorlu” bir yorum getirerek seyirciyi etkilemeyi başardı. Hamlet, tiyatro tarihinde ve yazınında kuşkusuz en çok tartışılan oyun karakteridir. Bu çok tartışmalı karakter, çeşitli uygulamacılar tarafından farklı özellikleri gündeme getirilerek ve yorumlanarak tekrar tekrar ele alınmış, farklı kavramlar aracılığıyla sahnelenmiştir.
Yaklaşık bir hafta öncesinde izlediğim Hamlet, gerek sahne düzeni gerek ışık kullanımıyla etkileyici bir işe imza atmış. Hamlet bu sefer, oyunun oyununa vurgu yaparak, gerçekliği -tam da bu çağdan- sorguluyor. Sorgulamakla kalmıyor, gerçekliğin nasılda elde avuçta durmayan, elimizden kayan bir mefhum olduğunu gösteriyor. Yani oyun bütün malzemesini “yanılsama” üzerine kuruyor; Hamlet’in yorumunda, Elsinore şatosundaki kişiler, asıllarının yerini alacak kadar güçlü suretleriyle de kötülüklerini çoğaltıyorlar. Bu yorum, Baudrillard’ın “simülasyon evrenini” de içinde taşıyor elbet. Gerçeğinin yerini “kaime”sinin aldığı günümüzde, böylesi bir Hamlet yorumu, Ostermeier’in söyleşisinde de belirttiği gibi, Hamlet’i daha çok “senden benden biri” yapıyor. Hamlet’e böylesi bir dokunuşu, sahnede olup bitenle, somutlarsak; yirmi küsur oyun kişisi bulunan Hamlet’de, Ostermeier’in yorumuyla oyun kişilerinin “gerekli” görünenleri altı kişiyle oynanıyor; yani bu çoğaltma işini bir oyuncuya iki-üç rolü daha vererek sürdürüyor; maskelerin ve rollerin sonsuzluğunu da içinde barındırıyor bu yorum. Antik Yunan tragedyalarının masklarla oynandığına dair bilgilere sahibiz, yani oyunların taşıyıcısı olarak yorumlayabileceğimiz maske, Hamlet’de sahiden “oyun”un kötücül yanını ortaya koymak için hareketlendirilmiş. Yani Ostermeier’in Hamlet’i “şu dinine yandığımın tiyatrosunu göklere çıkartmayın, bu da yalanın bir parçası!” diyen bir kavrama. Sanat aşkıyla yanan izleyicilerin bu yorumu da yerlere göklere sığdıramaması bu sebeple ironik geldi bana. Çünkü Hamlet, boğazına kadar boka batmış bir sanatın gerçekten ne boka yarayacağını merak eden bir oyun. Oyunda, kralın ölümü üzerine şatoda başlayan iğrençlikler dizgesi seyirciyi bekliyor.
Üzerinde duracağım/hatırladığım iki önemli sahne var; birincisi şatoda tiyatro kumpanyası tarafından oynanacak olan sahne, ikincisiyse oyunun giriş sahnesi. Hamlet’in giriş sahnesi, iğrençlikler dizgesinin de başlangıcı çünkü; sahnenin tamamını toprakla kuran ve mezarlığı diğer oyun kişilerinin ölümleri üzerinden de işlevsel kılan Ostermeier daha ilk sahnede, ölüyü gömememe ritüelini suyu kullanarak taçlandırmış. Yani suyu bir anlamda toprakla kavuşturarak, çamurların üstüne kurulu bir şato inşa etmiş; bunu oyun boyunca oyuncuların birbirlerinin üzerine fışkırttıkları kırmızı ve beyaz içecekler ya da sıvılarla da destekliyor. Oyunda farklı renkte her türlü sıvı da sürekli çoğaltılmış. Şatoda düzenlenecek olan oyun sahnesiyse, tamamen pornografik öğelerle kurulmuş. Kadın kıyafetleri içinde sahneye gelen Hamlet, annesinin şehvete nasıl kapıldığını imliyor bu sahnede. Yine sıvılar, çıplaklık ve parodi ön planda. Her iki sahnede de ve oyunun geneline bakarak diyebileceğimiz Hamlet’in dünyasına ait olan her şey, kirli! Bu kirlilikse bize oyunun içindeki oyundan seslendiği için şaibeli. Yani kirliliğe dair bir farkındalık geliştirmeye izin vermiyor oyun; sözlerle, sesle, mikrofon ve kamerayla sürekli olarak çoğaltıyor kiri. Seyirci bombardımana uğrayarak finale geliyor.
Oyun süresince gidip gelen duygularımdan tek bir sonuç çıkmadı; oyunda hissettiğim ve yakaladığım çokça iyi şeyi, nasıl olduğunu anlamadığım bir biçimde finalde kaybettim. Bunu şöyle açıklayabilirim; oyunun finalinde, Hamlet’in katlandığı Hamlet oyunu (Hamlet bu oyunda Hamlet rolüne katlanmak zorunda. Yani kendi olmaktan sıkılmış bir Hamlet görüyoruz, Hamlet bitmek bilmez “monologlarına” katlanmak zorunda olduğunu söylüyor, oynayacağı bir sonraki sahneyi ezbere bildiğini varsaydığı seyirciyi hayal kırıklığına uğratarak oyunu sürekli baltalıyor.) finale geldiğinde, silahlar kuşanılıyor: Hamlet ve Leartes’in düello sahnesinde, “klasik” bir Hamlet yorumuna dönmeyi bekliyorum; çünkü oyuna sarılmamın en temel anlamı bir yerde gerçekle yani belki de ölümle bir bağ kurması. Ölümün varlığını bir miktar kutsaması. Ostermeier’in yorumu buna da izin vermiyor, final sahnesini de “iğrenç sıvılar” içinde çoğaltarak ve resmen sahneyi seyirciye püskürterek göstermeyi seçiyor. Finalde şunu hissediyorum; oyun tekrar başa dönebilir, ve ben bu sahneden hiç ayrılmadan, ebedi yanılsamalar içinde aynı şeyleri izleyebilirim. Sanırım batı için, içinde bulunulan hiçlik ve tutunamama duygusu daha fazla. Şöyle bir fark var, Ostermeier oyunun finalinin de bir önemi olmadığını, aslının(?) yerini herhangi bir tepinmenin alabileceğini söylese de, ben temiz temiz bir düello sahnesi görmeyi böylelikle oyun boyunca izlediğim “kimliklerin, rollerin, oyunun, yanılsamanın” anlamını içimde bulmayı umardım. Dolayısıyla oyunda bir diyalektik aradım. Ostermeier umutsuz çıktı; Hamlet “senden benden” derken, onu bu çoğaltımın içinde aleladeleştirerek seyirciden öç alma yoluna gitti. Hamlet’in eylemsizliğine bile güvenme dedi seyirciye, çünkü onun eylemsizliği de aleladeleştirilmişti.
Böylesi bir dünya düzeninde iki seçenek var; ya çamurda tepinmek ya da o mezara gömülmeyi ummak! Oyundan sonra yaşamlarına kavuşanlar için sonrası hiçbir zaman “sessizlik” olmayacak, böylesi uyaranların olduğu ve gerçeğin elden kaydığı bir süreçte, tutunacak bir final bulup eylemekten başka çare yok!
- Urgan, M. Shakespeare ve Hamlet. İstanbul: Cem Yayınevi.