Zafer Diper
Arkadaşım bir yükleniyor da bir yükleniyor: “Sinirimden bittim. Midem kaldırmıyor bu olup bitenleri” diyor. “Çorbana sinek düşmüştür” diyorum. “Sen dalga geç. Yahu, tiyatrocu değil misin? İnsanlar konunun üzerinde, ama esas yazması gerekenlerden biri de sen, iki satırcık olsun yazmadın daha”. “İyi ya, yazılıp çizilmiş, bana ne söz düşer şimdi. Sonra herkesin dediklerini neden yineleyeyim?” Bu sözüme bir durak koyuyor ve kısık gözlerle bakıyor; benden hep bir şeyler beklerce: “Bir durulsun hele sular da ben sonra mı yazarım diyorsun?” “Durulmasalar ne yazar!” diyorum. “Haklısın, 2-3 bin kişilik bir azınlık, bir tükürükte boğulur” diyor. “Öyle kolay değil, onu demek istemedim” diyorum. Takılmış gidiyor: “Koca denizde bir damla… Yine de bir çalkantı denizde ama, değil mi?!” diyor, kendince anlamlandırarak yaşananları… “Gerçekte baydı artık” diyorum, ‘bu devleti de şehri de batmış tiyatrolar, bunlara para pul yok, özelleştirme’ laflamaları; hem kimi tasarımlara, aylar öncesi yapım başı 3’er milyon verilmiş gerçeğiyle bağdaşmıyor…” Atılıveriyor: “Demek ki aslında mangır sıkıntısı yok! Hem bu bir yapıma ayrılan ödenek, tüm özel tiyatrolara dağıtılan paraya denk”. “Evet’” diyorum, “istenene mangır bol… Ve de işte, aşağılamalarla itilip kakılıp küçümsenirken, ‘yahu siz de kimsiniz tiyatrocular’ falan gibi saçma sapan laflar geliyor ard arda ki…” Yine kesiyor sözümü: “Birilerinin demesiyle tiyatro küçülür mü?” Sürdürüyorum: “Dünyada çok yerde artık tiyatronun devletlisine de şehirlisine de özeline de çeşitli yöntemlerle destek verilirken ve bu bilinirken, şimdi ben yeniden ‘yok öyle değil, bu böyle’ diye, yinelemenin gereğini göremiyorum; tiyatro yasası denen bir şeyin olmadığı somut ortadayken…” “Önemli olan bu değil mi?” diye soruyor. Tepemin tası atıyor: “Neyin önemi önemlisi?! Bak siyasetçilere tüzüklerine kurultaylarına, kaç sözcükle var sanat?”
“Açıkça özetim şu: Başbakanın aracılığıyla söylenenlerin tümüne katılmıyor, karşı görüş ve eleştirilerin tümünü katılıyorum.” Susuyorum. “Bitti mi? Hepsi bu mu?” diye soruyor. “Sayılır…” diyorum. “Amma yaptın ha” diyor, “kestirip atıyorsun, adam mı uyutuyorsun!” “Yine de, iki saptamam var…” diyorum. “Hah şöyle, konuş!” diyor. “Birincisi, tiyatronun reklamı…” der demez daha tutamıyor kendini: “Sen açıkça dalga geçiyorsun benimle… Nasıl ucuzlattın işi ya, olmaz olsun böyle reklam! O gündem değiştirme!” “Biliyorum. Gündem mündem derken ‘Ne lan bu teatro’ diyeninden kimi aydınına dek, ‘bir oyuna mı ne gitsek’ isteği doğdu, ilgilenimi arttı milletin sanki tiyatroya bir sürecik de olsa… Belki başbakanın da canı çekti. İstanbul’da tiyatroya giderdi belediye başkanı olduğunda. Duyardık”. “Şöyle her şeyi alaylı anlatman yok mu… Bırakalım artık gırgırı!” diyor. “Bence de. Şakası da konusu da ilginç değil, ikincisinin dışında… Bakıyorum, şimdi de ne yumurtlayacağım diye bekliyorsun?” “Yumurtla şu ikincisini” diyor. “Peki… Gazetelerde televizyonlarda, boy boy görünüyor söylene dura başbakan. Ancak tiyatro konusunda konuşması gereken Kültür ve Turizm Bakanı değil mi?! Ona görüşü sorulduğunda sus pus bilemem edememli yaklaşımla ‘benim önüme dosya gelmedi’ diyor. Kendisi televizyon hiç izlemiyor mu? Başbakanı günlerdir her yerde; ama o görmüyor, okumuyor mu? Yine de bence gösterdiği bu tutumda haklı olabilir. Öyle ya ne diyebilir? Hem bizim bakanımız değil ki; adı üstünde kültür ve turizm… Bildiğimizce resim, müzik, yazın, heykel, sinema ve benzerleri gibi tiyatro da sanatın içinde… Kuşkusuz tiyatro, kültürün içinde yer alır, turizmin de; kolları upuzundur her yana uzanır. Ne ki onu ‘sanat’ başlığı altında ele almak gerekir. Yani kültür-turizm yerine, Kültür-Sanat Bakanlığı olsaydı konuşurdu diye düşünüyorum… Anla işte arkadaş; bir bakanlık, bir bize bakan bile yok iken… Deve tellal sinek berber iken, ben anamın babamın beşiğini tıngır mangır…