Dikmen Gürün
Televizyonda haberleri dinliyorum. Birden, Sayın Başbakan’ın tiyatroculara yönelik sözleri yankılanıyor kulaklarımda. 98 yıllık Şehir Tiyatroları için o kurumun sanatçıları hiçe sayılarak kaşla göz arasında belediye meclisinde yapılan yönetmelik değişikliğine ve de bu kurumu bir şube müdürlüğüne indirgeyen uygulamalara karşı duranlara, onlara destek verenlere “Siz kimsiniz” diye soruyor ve devam ediyor: “Tiyatro sizin tekelinizde mi?”
Bölücülüğü körükleyen tehdit dolu bir tavırla söylenen bu sözlerle aba altından göstermiyor sopayı Sayın Başbakan. Ortada duruyor sopa zaten! O kısa ve kanımca talihsiz konuşma boyunca öfkenin dozu giderek tırmanıyor.
Sayın Kadir Topbaş’ı yaptıklarından dolayı ödüllendirirken Melih Gökçek’e Ankara’da yapacakları için açık kart veriyor! Özelleştirmenin altını yine bu tehditkâr tavır içinde çizerken bu ülkenin “öz” insanlarından söz ediyor. Özelleştirme, bir kalemde ve tek bir sözle AKP meclisinden geçirilecek denli kolay bir iş midir? Özelleştirme bir tehdit unsuru mudur? Eğer tiyatrolara yönelik bir yeniden yapılanma olayı masaya yatırılacaksa, bu şekilde olmaz /olamaz. Buna, öncelikle sanat dünyası izin vermez.
Ayrıca, şu da bilinmesi gereken bir gerçek ki dünyanın pek çok kentinde ödenekli tiyatrolar vardır ve olacaktır da. “Önce özelleştiririm, sonra istediğime sponsor olurum, sen de git ne istersen onu yap” yaklaşımı tartışılamaz bile. Bu nefret kokan, cepheleşmeyi körükleyen resim insanı kızdırmıyor. Pek şaşırtmıyor da. Sadece içini acıtıyor ve aklıma ünlü Amerikalı oyun yazarı Arthur Miller’ın 2003’te New York Times gazetesinde çıkan bir yazısını getiriyor. O yazıda Miller, devleti yönetenlerin baskıcı fikirlerine karşı duranları neredeyse vatan haini ilan ettiklerine değinir ve “Cadı Kazanı” adlı oyununda Vali Danforth’un mahkemede ettiği şiddet dolu sözlerin altını bir kez daha çizer: “Şunu anlamalısınız ki her yurttaş ya bu mahkemeyle beraberdir, ya ona karşıdır…”
Tiyatro eleştiren, sorgulayan, biat etmeyen bir sanattır. Hiçbir ülkede ve hiçbir dönemde bu niteliklerinden ödün vermemiştir. Tiyatro sahnesi önemli tartışmaların yaşandığı, düşüncelerin buluştuğu bir alandır. Dünden bugünlere sorgulayarak gelmiş, bugünlerden yarınlara farklı kapılar açarak uzanacak bir sanattır tiyatro. Tiyatroya, tiyatronun sanatçılarına, emekçilerine, seyircilerine saygı göstermek hepimizin sorumluluğudur.
Bu sorumluluğu çok daha iyi özümsemek için de bu ülkenin tiyatro geçmişini, salt Cumhuriyet dönemini değil, daha öncesini de iyi bilmek gerekir. Şu noktada, sözü daha fazla uzatmadan bir kez daha Muhsin Ertuğrul’un sözlerine kulak kabartmak gerektiğini düşünüyorum:
“Kuruldukları günden bu yana tiyatrolar hürriyetlerini, özgürlüklerini muhafaza etmişlerdir. Çünkü tiyatro, Aristophanes zamanından beri topluma önderlik eder, devleti hükümeti idare edenleri denetler. Her konuda yol gösterir. Görevi, gerçeği, güzeli, iyiyi tanıtmaktır. Hiçbir devirde tiyatro, bu hükümet dışı eleştirme, denetleme yönünü kaybetmemiştir. En koyu istibdat altında bile tiyatro, her yerde, her zaman hürriyetini korumuştur. Önce bilinmesi gereken şey şudur: Tiyatro, hükümetlerin üstünde bir kurumdur. Toplum ona ancak ‘hürriyet’i, özgür çalışması için ödenek verir.
Şehir meclisi üyelerinden birkaçı, eğer tiyatroyu özel çiftlikleri, sanatçılarını da parayla tutulmuş kâhyaları sanıyorlarsa, uyansınlar. Bu tiyatro sanatçılarındır. Belediyeyle ilgisi, şehirliden vergiyi belediye topladığı ve tiyatro toplumun hizmetinde olduğu, bu vergiden payına düşeni belediye kanalıyla aldığı içindir. Tiyatro; hükümetlerin veya belediyelerin lütfuyla yaşayan bir arpalık değildir. Aldığı ödenek; topluma verdiği yüksek ruh ziyafetinin, seyirciye yaptığı eğitim ve kültür görevinin karşılığıdır.”(*)
(*) “Perde Açılıyor” Türk Tiyatrosu. Ekim 1965. Sayı 364. ss 1-3
1 Yorum
Durumu tüm açıklığı ile bilmeyenlere dahi çok güzel anlatan ders niteliğinde bir yazı..
Teşekkürler, elinize sağlık..