Serbest Bölge / “Yok Oğlum, Biz Evdeyiz”

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Seda Güney

Erkeklik Halleri

Serbest Bölge 2010 yılında çalışmalarına başlayan, bu sezon Görkem Şarkan’ın yazıp yönettiği Yok Oğlum, Biz Evdeyiz oyununu seyircisiyle buluşturan bir ‘drama üreticisi’. Belki alışık olduğumuz, belki de sadece tanık olduğumuz bir mahalle kültürünün evde, arkadaş muhabbetinde seyirciye sunulmasıyla karşı karşıyayız. Kadınların ayrıldığı sınıflar vardır; evlenilecek kadın, seks yapılacak kadın, anne olmuş kutsal kadın, kardeş olan dokunulmaz kadın, harekete geçilecek basit kadınlar… Erkek olma halleri vardır; otorite figürü para kazanan erkek, kontrol mekanizması ağabey olan erkek, kanka olup ancak bir başka kanka erkekle var olabilen erkek, kadınlarla cinsel ilişkiye giren heteroseksüel erkek, âşık olabilen delikanlı erkek, namusuna sahip çıkan bilinçli erkek… Bir mahallede esas olan her koşulda büyüklerine saygı duymak, küçüklerini korumak ve dışardan gelen tehlikelere karşı kenetlenmektir.

Oyunun başında annesi evde olmayan Murat’ı (Mustafa B. Koçkar)  Ayşegül (Esme Madra) ile evde baş başa görüyoruz ve içerde olanları duyuyoruz. Ayşegül gitmek üzereyken kapı çalar, kızın ağabeyinin de arasında olduğu anlaşılan yakın arkadaşlar içeri girer, kız saklanır. Önce Kerem (Görkem Şarkan) ve Faruk (Ersin Olgaç), sonra da Can (Deniz Celiloğlu) biralarını kapıp Murat’ın evine gelir. İçki, sigara, kavga anıları ve kadın muhabbeti karşımızdaki dört erkeği tanımamızı sağlar.

Bir kavga anlatılıyor dakikalarca, önce Murat’a sonra Can’a. Kerem ve Faruk bir minibüs şoförünü dövmüşler, sebep şoförün Kerem’in yeğenini taciz etmesi. Şoför erkek, yeğen erkek… Eşcinsel eğilim Kerem ve Faruk gibi erkekler tarafından kabul edilebilir bir durum değil. Taciz, hiç kimse tarafından kabul edilebilir bir durum değildir fakat bu olayda Kerem’in sinirlendiği nokta yeğenin erkekliğine kast edilmiş olması. Konuşmanın bir noktasında minibüs şoförünün pasif olabileceğini düşündüklerinde Faruk’un adamı boşuna mı dövdük tereddüdü görülüyor. İki erkeğin cinsel birlikteliğinde aktif olanın eşcinsel olmadığı, erkeklik görevini (!) yerine getirdiği kanısı ortaya çıkıyor. Kerem için bu seçenek de kabul edilebilir bir durum değildir. Bu durum karşısında şoförü öldüresiye döven Kerem, kız kardeşini yakın arkadaşı Murat’ın evinde bulduğunda Murat’a birkaç kez vuruyor, bağırıyor ve kimsenin bilmediğini öğrenince sakinleşip, çıkıp gidiyor. Kerem’in çizdiği delikanlı karakterden bu olayı bu denli çabuk kabullenmesi beklenmeyen bir durum olarak dikkat çekiyor. Oyun boyunca seyircinin sondaki bu karşılaşma için hazırlandığı düşünüldüğünde karşılaşma sonrası olup bitenin hızlı geliştiğini, aceleye geldiğini söylemek mümkün.

Dilimiz sadece küfürden oluşuyor, sevgimizi bile nefret söylemleriyle belirtir olduk, algımız kadınları evlenilecek ve eğlenilecek kızlar olarak ayırıyor, mantığımız erkekleri her zaman haklı buluyor… Bu cinsiyetçi ayrımı yaşam biçimi haline getirdiğimize göre sahnede gerçekleri görünce rahatsız olmamamız gerekiyor. Sahneye yaşamı birebir taşımak Serbest Bölge’nin tercihi olmuş.

Esme Madra

Esme’yi yıllar sonra sahnede izlemek… En son O’nu izlediğimde kulisteydim. Aristophanes, Kuşlar… Lise mezuniyet oyunumuz. Köprünün altından çok sular aktı, değişik bilgiler edinildi, birçok eksik fark edildi, türlü deneyimler kazanıldı… Çok can arkadaşımdır Esme, candan hatundur fakat bu sebeple değildir iyi oyuncu olduğunu düşünmem; kafası çalışır, bedeni çalışır, sahneye yakışır, yönetmenin işini kolaylaştırır. Seyirci yerinden bakmak, sadece izlemek ayrı bir deneyim, karşınızdaki keyifli, doğal, tertemiz bir oyunculuk. Oyunun geneli için öngörülmüş olan doğal oyunculuk bütün oyuncular tarafından oldukça iyi anlaşılmış. Oyunculuklar gerçeğin en yalın hali olarak karşımıza çıktığı için, Ersin Olgaç’ın ve Deniz Celiloğlu’nun oynadıkları rolde karton tipe doğru kaymaları göze batıyor. Mustafa Koçar’ın sakin tedirginliği, abartısızlığı, ilk akla geleni yapmamış olması seyri keyifli kılıyor. Oyun hem yazıp, hem yönetip hem de oynayan Görkem Şarkan rolünün çok boyutluluğunu dozunda sunuyor, diğer oyun kişileriyle kurduğu ilişki seyirciden bolca reaksiyon alıyor.

Tanık olmak!

Bir Han’ın 2. katına çıkıyoruz, küçük bir fuayeden sonra bir odaya giriyoruz. Yeni tiyatroların mekanlarına alıştığımız için şaşırmıyoruz. Karşımızdaki dekor çok gerçek. Bir evin salonuna tanık oluyormuşuz gibi bir his kaplıyor içimizi. Bir evdeyiz, gördüğümüz eşyalardan evin genç birilerine ait olmadığını anlıyoruz. Salonu incelerken içerden gelen seslere tanık oluyoruz. Mahrem bir anı gizli gizli dinliyormuşuz gibi bir rahatsızlık alıyor içimizdeki konukluk hissinin yerini. Salon boş, içerden sesler geliyor. Bir kadının ve bir erkeğin seslerini duyuyoruz. Genç seslerden evin sahipleri olmadığını anlıyoruz. İçerdekilerden habersiz salonda bulunan biri gibi istemsiz duyuyoruz, istemsiz duyduğumuz her olayı dinlediğimiz kadar dikkatle dinliyoruz. Sesler susuyor, sahneye oyuncu geliyor, biz mi yakalanıyoruz, O’nu mu yakalıyoruz bilemeden oyun devam ediyor, tanıklık devam ediyor.

Seyircinin oyundaki yeri kalın çizgilerle belirlenmiş. Seyirci oynanan oyunla aynı hizada, fakat oyunda çok belirgin bir dördüncü duvar var. Bu durum seyirciyi hem tanık olmaya zorluyor hem de kendisini rahat hissetmesini engelliyor. Yaşamın sonu olmadığı gibi, oyunun da bir sonu yok. Oyuncuların selama çıkması yerine seyircinin salondan çıkabileceğinin söylenmesi, bütün o tanıklık duygusunu yeniden hatırlatıyor.

Bu oyunun bir sözü var, bir meselesi var, oyuncularının üslup birliği var. Durum böyleyken oyun metnindeki küçük sıkıntıların da, arada bir abartıya kaçan oyunculukların da, bütünü zedelemediğini söylemek doğru olur. Yok Oğlum, Biz Evdeyiz, Türkiye’de tiyatronun geldiği noktaya tanık olmak açısından mutlaka izlenmesi gereken oyunlardan biri.

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Seda Güney

Yanıtla