Türkiye’de “Çağdaş” Tiyatro Metinlerinin Yorumlanması Üzerine…

Pinterest LinkedIn Tumblr +

19. İstanbul Amatör Tiyatro Günleri’nin ilk gününde izlediğim oyunlardan biri de Galatasaray Üniversitesi Tiyatro Topluluğu’nun sahnelediği “Gerçek Müfettiş Hound” idi. Altı yıldır İstanbul’daki üniversite tiyatrolarını takip etmeyen çalışan biri olarak Galatasaray Üniversitesi Tiyatro Topluluğu’nu ilk defa izleme şansı bulduğumu belirteyim.

Grubun İATG de oyununun prömiyerini yaptığını ise oyun sonrası katıldığım söyleşide öğrendim.

Fakat bu yazıyı yazmaktaki amacım GSÜTT’yi “Gerçek Müfettiş Hound”u nasıl sahnelediğine yönelik oyunculuk, sahne tasarımı veya dramaturjik tercihleri yönünden bir değerlendirmeye tabii tutmak değil. Niyetim daha ziyade bu oyun üzerinden “çağdaş” tiyatro metinlerinin Türkiye’de nasıl sahnelendiği ve seyirci için ne anlam ifade ettiği üzerine daha geniş bir tartışma açmak…

“Gerçek Müfettiş Hound” Tom Stoppard tarafından 1961-1962 yıllarında İngiltere’de yazılmış ve 1968 yılında ilk defa sahnelenmiş bir oyun. Oyun iki tiyatro eleştirmeninin bir polisiye oyunu izlerken oyunun kurgusunun içerisine dahil olmalarını konu ediniyor. Stoppard bu oyununda, Agahta Christie’nin ünlü romanı “Fare Kapanı”nın bir parodisi olarak sergilenen oyunu izleyen iki eleştirmen üzerinden, dönemin tiyatro piyasasını ve eleştirmenlik mekanizmasını alaya alıyor. Eleştirmenlerin yükselme hırslarını, kirli ilişkilerini, Royal Court veya Broadway’deki teatral ortamı gözler önüne seriyor belki de…

Fakat bu oyunu günümüzde bir üniversite tiyatro grubundan izlemek Türkiyeli seyirci için ne ifade ediyor? GSÜTT’li oyuncuların sahne üzerinde enerjilerinin yüksek olduğunu ve metnin hakkını vermeye çalıştıklarını belirtmekte fayda var. Fakat 1960’lı yılların Londra’sındaki tiyatro ortamını tartıştıran bir oyunu izleyen bizler bir belgesel izlemiş hissiyatı ile ayrılıyoruz salondan. Başka bir coğrafyaya ve zamanda ait teatral tartışmaları izliyor olmak bizi “geçmiş”e götürüyor ama “bugün”e hiç değmiyor. Bu sadece belirli bir coğrafya ve zamana ait olmaktan kaynaklanan bir sorun değil. Çağdaş tiyatroyu “çağdaş” yapan en önemli özelliklerden biri de yazarın metinde kendi özgün dilini oluşturması ve oyunun üslubunu belirleyen bu dilin dönemin değişen ifade biçimlerinden yararlanmasıdır. Tom Stoppard’ın bu oyununu okuma fırsatı bulamasam da daha önceden “Hint Mürekkebi” adlı oyununu okumuştum. GSÜTT de bu oyunda metne büyük ölçüde sadık kaldıklarını belirtti. Buradan hareketle yazarın metnine hakim olan ironi, İngiltere’ye özgü göndermeler, sözcük oyunları ve “oyun içinde oyun” tekniklerinin bir tiyatrocu olarak izlerken bende hayranlık uyandırdığını fakat bu teknikleri yazarın ne sebeple, hangi arka plandan beslenerek kullandığını izlediğim üründen anlayamadığımı söyleyebilirim. Bu da oyunun, ortalama tiyatro seyircisi için bir melodramın eğlenceli parodisinden daha öteye gitmeme riskini taşıyor.

Benzer bir tartışmayı çağdaş tiyatro metinlerini Türkiye’de sergilemeyi kendisine görev edinmiş profesyonel tiyatrolar için yapmakta da fayda var. Joe Penhall, Anthony Neilson, Sarah Cane, Mark Ravenhill, Philip Ridley gibi yazarların oyunlarını son yıllarda her sezon izleme şansı buluyoruz. Başarılı rejilerle ve oyunculuklarla izlediğimizi söylemeden geçmemek gerekiyor. Fakat bu çağdaş metinleri Türkiye’de iyi oyunculuklarla ve başarılı sahne tasarımları ile sergilemek Türkiye tiyatrosu için ne kadar avangard bir misyona sahip sorusunu sormak gerekiyor. Ya da yazıldığı coğrafyalarda sergilendiği zaman yarattığı etki Türkiye için ne kadar çağdaş? Bu soruya verilecek yanıtı ararken Schechner’in “tarihsel avangard” ve “güncel avangard” kavramlarının yol gösterici olduğunu düşünüyorum. 19. yüzyılın sonlarında şekillenen akımları “tarihsel avangard” olarak tanımlayan Schechner “güncel avagard”ı ise sanat piyasasında “şimdi” neler olduğunu tartışarak tanımlari.

Fakat “şimdi” her zaman değişim halindedir ve dünün avangardı artık güncel olmayabilir. Bu da popüler kültür ile avangard arasındaki ayrımı neredeyse yok etmiştir ve sanat alanında bir “pazar” yaratmıştır. Schechner’e göre avangardı poptan ayıran imgeler değil niyetlerdir. Warhol’a referansla, avangardla popüler kültürü birbirinden ayırmak istiyorsak şu soruyu sormamız gerektiğini söyler: “Yapıt kimi hedeflemektedir ve nasıl pazarlanmaktadır?”.

Eğer Türkiye’de deneysel tiyatrodan bahsetmek istiyorsak bu tartışmayı uzun uzadıya yapmak ve sonuçlarıyla yüzleşmek zorundayız. Bu arada umarım günümüzü anlatan, Türkiyeli çağdaş metinler yaratma girişimleri de artarak çoğalır…

i Ayrıntılı bilgi için bkz. Richard Schechner, Mimesis Tiyatro/Çeviri-Araştırma Dergisi, Sayı:16, “Beş Avangard… Ya da Hiçbiri?”, s. 85-100, (Çev. Uluç Esen)

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Duygu Dalyanoğlu

2 yorum

  1. Konuyu ele alışınıza ve gündeme getirişinize tümüyle katılıyorum. Özellikle “Fakat bu çağdaş metinleri Türkiye’de iyi oyunculuklarla ve başarılı sahne tasarımları ile sergilemek Türkiye tiyatrosu için ne kadar avangard bir misyona sahip sorusunu sormak gerekiyor. Ya da yazıldığı coğrafyalarda sergilendiği zaman yarattığı etki Türkiye için ne kadar çağdaş?” sorunuz tam ’12’den’ vurmuş.

Yanıtla