Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü’ne bağlı olarak faaliyetlerini sürdüren 13 bölge tiyatrosundan biri olan Trabzon Devlet Tiyatrosu, 7 Ekim 1987 yılında Necati Cumalı’nın “Boş Beşik” adlı oyunuyla ilk kez perdelerini açmış ve 23. yılını sergilediği 100’ün üzerinde oyunla geride bırakmış bir kurum. İlk olarak, 2000 yılında yapılan ticari antlaşmanın kültürel ayağı olarak, “Karadeniz’e Kıyısı Olan Ülkeler Tiyatro Buluşması” adı altında başlayan ve bu yıl 11.si düzenlenen “Uluslararası Karadeniz Tiyatro Festivali”, şu günlerde 16 uluslararası tiyatroyu ağırlamakta.
Festival geçen pazar günü Trabzon Devlet Tiyatrosu Müdürü Fatih Dokgöz, Devlet Tiyatroları Genel Müdürü Lemi Bilgin ve Trabzon Valisi Recep Kızılcık’ın konuşmalarıyla açıldı. Hayret! Trabzon Belediye Başkanı Dr. Orhan Fevzi Gümrükçüoğlu gene yoktu. Bir belediye başkanı neden bu denli tiyatrodan korkar, anlamak gerçekten çok zor. Neyse! Konuşmaların ardından Zağnos Vadisi denilen alana kadar bando eşliğinde hep birlikte yürüdük. Gürcistan Legacy Dans Tiyatrosu Vadi’de bir gösteri yaptı. Ardından İspanya’nın Lunas Teatro’su, “Prensesin Ejderha ile Yolculuğu” başlıklı bir çocuk oyunu sergiledi.
Akşamüstü, Hüseyin Kazaz Sahnesi’nde İspanya Lunas Teatro’nun Mariana Gonzáles Roberts’in yazdığı, kendi kendini yönettiği ve oynadığı “Kıyılarda” başlıklı oyununu izledik. Roberts, ailesinin içine düştüğü “saçmalık”ların, boşuna çabaların, boşuna bekleyişlerin acısından kaynaklanan umutsuzluk havasını duru bir oyunculukla oluşturmakta pek zorlanmadı. Yaşamın saçmalıklarını sergiledi, mutsuzluğun “dehşetini” gösterdi; gösterirken (güya) “yeni bir umut kaynağı”nı işaretledi. Bir umutsuzluk dönemi yaşadı, seyircisine de yaşattı. Düşüncesi bir ara anlayamadığı güçler karşısında felce uğradı. Derken, korku ve güvensizlik gibi nedenini az çok bildiği duygular, yerlerini nedensiz bir endişeye, bunalıma, boşluk duygusuna bıraktı. “Kıyılarda”dan sonra, Devlet Tiyatroları Genel Müdürü Lemi Bilgin ve Devlet Tiyatroları Başrejisörü Rüştü Asyalı, Trabzon Devlet Tiyatrosu Müdürü Fatih Dokgöz’le Atapark Haluk Ongan Sahnesi’nde Gürcistan Legacy Dans Tiyatrosu’nun gösterisini (yeniden) izleyenlerin arasına katıldık. Estetik ve çevikliği coşkuyla alkışladık.
“Kıyılarda”da Mariana Gonzáles Roberts’i “iyi tiyatrocu şarkı söylemeyi de bilir” tezini kanıtlamasını över; oynadığı oyunun gerek metin, gerek kullandığı eğretilemeler, gerekse oyunculuk açısından pek geri kaldığını düşünürken; festivalin ikinci günü Amerika Birleşik Devletleri’nden Martha Reiner de etrafında yerlere saçılmış kitaplar, küvet ve iki tabureli dekoruyla tiyatrocu damağımda aynı tadı bırakmaz mı! Öyle oldu. Reiner de anne oldu, Sofie Petrovski oldu, Lilly oldu, Scoth oldu, “Güzel Popolu Adam” oldu, Bill oldu, ama yaptığı iş bana sorarsa tiyatro olmadı.
Ammaaa… İki yıl önce “Ha! Hamlet” oyununda izlediğimiz İsviçre’den Markus Zohner Tiyatrosu, bu kere de iz bıraktı. Patrizia Barbuiani ve Markus Zohner, bir podyum üstüne yerleştirilen iki sandalye üstünde oturarak “Odissea”yı oynadılar. Kral Odysseus’un destanını çok yönlü bir eğlence olarak ele almışlardı ve bu anlamda hem çok doyurucu, hem de oynanması özel beceriler, hünerler ve hazırlık gerektiren bir oyun örneği verdiler.
Barbuiani ve Zohner, ünlü Yunan Tarihçi Homeros’un Zeki Kahramanı Odysseus’un Troya Savaşı sonrası ülkesine dönüşünde karşılaştığı olayları, bu olayların insanlara özgü, tanrılarda olmayan zayıf yönlerini anlatırlarken ölümü bile hem bir acı, hem de eğlence kaynağı olarak değerlendirdiler. Oyunu seyirciye kolayca geçirdiler. Yaşamın ve ölümün, varlığın ve yokluğun anlamı, sürekli olarak değişen bakış açılarıyla derinlik kazandı. Her bir kavram, her bir değer Patrizia Barbuiani-Markus Zohner ikilisinin yaratıcılığının doruğunda toplumsal ve evrensel ölçütlere göre başka görünümler kazandı. Kirke’nin, Penelope’nin, Kyklop Polyphemos’un, Poseidon’un, Güneş Tanrısı Helios’un, Telemakhos’un oyun içindeki davranışları beklenmedik tepkiler olarak izleyiciye iletildi. Barbuiani-Zohner çifti, mimik ve vücut jestüeli; lokal ve “sosyal jestus”u, evrensel drama ilkelerini öyle olağanüstü bir başarıyla buluşturdu ki etkilenmemek olanaksızdı.
Oyundan sonra, kaldığımız Zorlu Otel’in lobisinde Trabzon Devlet Tiyatrosu Müdürü Fatih Dokgöz, Patrizia ve Markus ile birlikte söyleşirken ve hep birlikte 11. Uluslararası Karadeniz Tiyatro Festivali anısına fotoğraf çektirirken anladım ki, izlediğim yenilikçi-öncü tiyatro örneği, beni bu gece iyiden iyiye sarsmıştı, sarıp sarmalamıştı.
…
‘GÖZLEMEVİ’ KÖŞESİNİN ‘GÖZLEME’ KAVŞAĞI
Geçenlerde kendimi dedikoduya öyle bir tutsak eylemişim ki, mesleğin etiğini delmişim! İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları yapımı “Tarla Kuşuydu Jüliet” oyununun başoyuncularından Özlem Türkad’ın rolünü nedensiz olarak bırakarak çekip gittiğini (Evrensel–13 Mart 2010) dillendirmişim. Aramamış, araştırmamış, sormamış, soruşturmamış Özlem Türkad’ı gözümden, gönlümden, içimden silip attığımı söylemişim.
Hata etmişim.
Meğer işin aslı öyle değilmiş! Kurum içinde, oynadığı oyun içinde, her neyin içindeyse içinde huzursuzluk belirmiş, Özlem Türkad da bu durumda: “Ben gideyim,” demiş. (Der ya! Özgür irade bu, kim karışabilir?) Yani, sezonun ortasında rolü bırakacağının sözünü bile etmemiş, yerine Sevinç Erbulak yetişinceye dek görevine devam etmiş. Kısacası, “Hadi bana eyvallah” deyip çekip gitmemiş. Beklemiş. Beni yanlış haberle tongaya bastıranlarsa, olayı bambaşka biçimde bana yetiştirmiş.
Hal böyle olunca, bendenize kendi kendimi “tekzip” etmek ve Özlem Türkad’dan özür dilemek kalıyor.
Haaa, bu arada kendimi açık yüreklilikle Basın Konseyi’ne ve mensubu olduğum Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin ilgili kurullarına şikayet ediyorum; kendi hakkımda suç duyurusunda bulunuyorum. Başkalarına da örnek olması açısından, böyle bir hatayı görmezden gelmemelerini diliyorum.
Zaten, hatamdan dolayı yerin dibine batmakta, vicdanımı kıyım kıyım kıymaktayım. O halde cezam neyse razıyım!