Mehmet K. Özel
bir oyuncu tek bir nefes süresinde en fazla kaç karaktere ses verebilir?
…
yakın zamanda bir arkadaşım laf arasında “uzun zamandır izlediğim en iyi oyun” demişti seyyar sahne’in “tehlikeli oyunlar”ı için. haksız değilmiş; bence de son zamanların en nefeskesici oyunu.
sahnede bir oyuncu. çıplak ayaklı, yırtık kazaklı, dizi çıkmış pantolonlu, saçı sakalı birbirine karışmış tek bir oyuncu.
ve iki de salıncak; yan yana, biri önde diğeri arkada, biri yerden normal yükseklikte diğeri ondan biraz daha yüksekte.
ilk bölümü 80 ikincisi 50 dakika süren, tek oyunculu, iki salıncaklı, müziksiz, sabit ışıklı; kağıt üzerinde “yoksul” gözüken “tehlikeli oyunlar”, başladığı ilk andan itibaren avucunun içine aldı beni ve bir an bile sıkmadan geçirttiği yaklaşık 2.5 saat sonrasında “hiç bitmese keşke” dedirterek salıverdi.
bu kadar etkileyici olmasındaki en büyük pay sahibi o tek oyuncu: erdem şenocak. ikinci etkense oyuna kaynaklık eden metnin oğuz atay’a ait olması. ve tabii ki, oyunun diğer yaratıcıları: yönetmen celal mordeniz ve metni düzenleyen-reji danışmanı oğuz arıcı. şenocak’ın oynayan dışında, metni düzenleyenlerden biri olduğunu da belirtmek gerekir.
…
“…Kaygımız oyuncunun ve oyun karakterinin aynı anda sahnede görülebileceği bir form bulmaktı. Oyuncunun kendini sahnede teşhir etmediği aynı zamanda rolün arkasına saklanmadan kendisini seyirciye açtığı bir form… Bu bir süredir arayışında olduğumuz bir şey. Kulis kullanmamak, bölüm aralarındaki su içmeler ve oyunculuktaki rahatlık ve hafiflik bu forma hizmet ediyor…”
“seyyar sahne”cilerden erdem şenocak bir röportajda artaud, grotowski, barba etkileriden bahsediyor.
bu ustaların yanı sıra, “tehlikeli oyunlar” bana, bu ustalarla aynı çizgide ürünler veren başka bir ustanın, peter brook’un, son yıllardaki projelerinde iyice rafineleştirdiği oyuncu odaklı sadeliği hatırlattı.
şenocak’ın salıncağa başüstü asılarak, durduraksız konuştuğu sahnede ise, beckett’in sadece bir ağız tarafından oynanan “not i” oyununun etkisini yakaladım.
salıncaklar 130 dakika boyunca neler olmadı. meğer ne marifetmiş seyyar sahnecilerinki; iki salıncaktan koca bir dünya, fantazisi geniş bir rüya yarattılar.
…
“…Romanın uzunluğu, bir kere bu işe girişmeye karar verdikten sonra bizim için güçlük yaratmadı. “Bu oyun mutlaka çıkacak” ya da “şu tarihe yetişecek” kaygısı taşımadığımız için bunalım dönemleri yaşamadık. Rahat rahat, uzun uzun prova yaptık. Ayrıca romanın her sayfası bir tiyatrocu açısından iştah kabartıcı. Biz de prova sürecinin ortalarına kadar romanı ikişer saatten iki oyun halinde oynarız diye düşünüyorduk. Sonrasında senin de seyrettiğin bu 130 dakikalık versiyon üzerinde karar kıldık. Sahnelemede tıkandığımız yerde ise sahne tasarımında kullandığımız salıncaklar imdadımıza yetişti. Fikir oyunun yönetmeni Celal Mordeniz’le buluşmalarımızın birinde Celal’den çıkmıştı. Salıncakların, üzerinde birtakım tehlikeli oyunlar oynanabilecek şeyler olduğunu söyledi. Şimdi dönüp baktığımda salıncakların özellikle Hikmet’in ele gelmeyen, kaygan zihin dünyasının havasını yakalamamızda çok yardımcı olduklarını görüyorum…”
“tehlikeli oyunlar”, hikmet benol’un yere yatmış halde, rüya görürkenki sayıklamalarıyla başlıyor, ortalarda bir yerde erdem şenocak hikmet’i yine gözleri kapalı olarak oynayarak rüya halinin devamlılığını vurguluyor ve oyun 130 dakika sonra hikmet yine yerde yaratken, yeniden rüya halindeki sayıklamalarıyla ve son sözü “düşünüyorum” ile noktalanıyor. [oyunun içinde “cogito”su kullanılmadan atıfta bulunulan ünlü “düşünüyorum öyleyse varım” (cogito ergo sum) tamamlanmış oluyor.]
“tehlikeli oyunlar” bütünüyle uzun bir rüyadan oluşuyor belki; belki de kesintisiz bir bilinç akışından. hikmet’in hayatına giren onlarca karakter, mekan, olay serbest bir kurguyla konu ediliyor. türkçe edebiyatın benzersiz yazarlarından atay’ın 500 sayfalık “tehlikeli oyunlar” romanı seyyar sahne tarafından özü, atmosferi, dili korunarak sahneye taşınmış.
…
“…Onun dışında tüm oyunu Hikmet’in kafasında geçen bir dizi görüntü, bir sayıklamalar bütünü olarak düşündük. Tek kişilik bir oyun olması da bu dramaturginin bir parçası. Örneğin farklı karakterlerin uzamdaki yerlerini sabitlemedik. Hüsamettin Albay bir an solda, hemen sonra sağda belirebiliyor. Çünkü Hikmet’in kafasında gezinen bir albayla karşı karşıyayız…”
sahnede tek bir oyuncu var, ama o tek oyuncunun bedeninde onlarca can. elleri, ayakları, ayak parmakları, ağzı, gözleri, sesinin tonları, vurgularının şiddeti, nefesinin ritmi; hepsi birbirinden bağımsız olarak canlanıp bir sürü karakterlere bürünüyor. erdem şenocak öyle böyle değil, muazzam bir oyunculuk gösterisi sergiliyor.
bu oyun sayesinde çok net bir şekilde farkına vardım ki, tiyatro denen şey aslında bu! boş bir mekan, çok basit bir aksesuar, tek bir oyuncu ve sıkı bir metin. bu kadar az. bu kadar yalın. bu kadar “basit”.