Can Merdan Doğan
Claude Chabrol’ün filmlerinde kadınlar; gündelik hayatlarında; arzuları, hırsları ve hatta kadın oldukları için başlarını belaya sokarlar. Aslında mesele, Chabrol’ün filmlerinden birinin adı da olan “Bir Kadın Meselesi”dir (Une Affaire de Femmes 1987). Chabrol, ölmeden önce çektiği son filminde, diğer filmlerindeki “kurmaca” kadın karakterlere de göndermede bulunarak, hikayesini bir kadın “aktris” üzerinden aktarır. Böylelikle Actrices filmiyle, yönetmen olarak anlatılarını da tamamlamış olur. Chabrol, filmin kadın oyuncusu ve sahnedeki tiyatro oyuncusuyla kurduğu katmanı mekansal olarak da sunar. Hem filmin doğal mekanları, hem de tiyatro sahnesi. Filmde Chabrol, sahne ve simgesel düzendeki aynılığın altını çizer. Marcelline başkişisi, filmde sahne ve sembolik düzen arasında, bir nevi filmin sahnelerinde arzularını tatmin etmeye çalışsa da, her ikisinin de (sahne ve gerçek hayatı) taleplerini karşılayamadığı için bir yarılma yaşar. İnceleme de, film sahnesi ve tiyatro sahnesi üzerinden, bir tiyatro oyuncusunun simgesel düzende kadın kimliği yüzünden baskılanması ve erkek dünyasına ‘arzu’larında da yakalanması sonuç olarak da Lacan’ın “kadının yokluğu” saptaması üzerinden birkaç söz söylenecektir.
Anahtar Kelimeler: Arzu, Rol Yapmak, İmaj, Sahne, Simgesel Düzen, Gerçek, Kadın, Babanın Yasası.
Bir Kadının Hikayesi
40 yaşında bekar bir aktris olan Marcelline; annesi ve teyzesinin yaşadığı apartmana taşınmıştır. Marcelline, yeni oyununun provalarına başlamak üzeredir. Fakat bir süredir, kendisinin de ne olduğunu bilmediği mutsuz bir süreç yaşamaktadır. Yine bir erkek arkadaşından ayrılmış ve yaşadığı hayal kırıklığı ertesinde, bir tiyatro oyununda oynamayı kabul etmiştir. Oyunun yönetmeni Denis ise, Marcelline’den hoşlanmaktadır. Denis, Marcelline’i asistanı Nathalie ile tanıştırır. Nathalie ile Marcelline birbirlerini konservatuardan tanırlar. Marcelline’in yalnız, çocuksuz, başarılı bir kadın olmasının aksine; Nathalie, yıllardır tiyatro yapmamış; evlenmiş, iki çocuk sahibi birisi olmuştur. Marcelline, Turgenev’in A Month in the Country oyunu sırasında, kadın olarak yokluğuyla yüz yüze gelecektir.
Sembolik Düzen
Film, piyanonun vinçle bir daireye yerleştirilmeye çalışılması ile başlar. Marcelline, daireye yeni taşınmıştır. Annesi ve teyzesi, aynı binanın üst katında otururlar. Annesi ve teyzesi Marcelline’in evinde eşyaları yerleştirmek için bulunurlar. Fakat bu “yardım” etme isteği, bir süre sonra iki yaşlı kadının, Marcelline’in başarısız ilişkilerinin dedikodusuna dönüşür. Marcelline’in “bir prensle” evlenmesi gerektiğinden dem vuran teyzesi, son ilişkisinden de neden ayrıldığını bir türlü anlayamaz. Çünkü onların hayatlarında erkekler; iyi, çekici ve isteklerine karşılık verilmesi gereken bir cinstir. Marcelline’in teyzesi “bir prensle evlenmek isterdim.” Der. Bir anlamda yaşamları boyunca inandıkları masal gerçekleşmese de, hala bir keşke olarak varlığını korur. Marcelline üstünü giyerek, annesinin ve teyzesinin endişeli bakışları eşliğinde aşağıya iner. Annesi, kiliseye gidip Marcelline için bir mum diktiğini söyler. Annesi kilisede Marcelline’in evlenmesini dilemiştir. Annesi bilmiyor gibi davranarak, Marcelline’e sevgilisi Jean’ı sorar. Marcelline, Jean’ın kendisini terk ettiğini söyler. Terk edilme sebebi ise, Jean’ın Marcelline’i “İsviçre Gölü”ne benzetmesidir. Anlamı ise, Marcelline’in ulaşılmaz oluşu ve Jean’ın yorgun oluşudur. Annesi, Marcelline’in diğer ayrıldığı erkekleri sorar; Arthur, Dominique, Julıen vs. Annesine göre kızının ilişkilerini sürdürememesinin sebebi, Marcelline’in ulaşılmazı, yani saf aşkı istemesidir. Marcelline, bu yorum üzerine annesi ve teyzesinden koşarak uzaklaşır. Saffet Murat Tura, Lacan’ın “özne” kavramıyla, Sartre’ın “özne” kavramını karşılaştırırken, Sartre’ın varoluşa yönelik seçim yapma düşüncesinin “özne” merkezli olmasının aksine, Lacan’ın “özne”sinin bir belirlenmişliğin içinde doğduğunu ifade eder(Tura2010). Yani, “simgesel düzen doğada temellenmemiştir ve aynı şekilde bir öznede de temellenmez. Her ne kadar bize bilinçdışı denilen çarpılma sebebiyle olduğu şekliyle belirmese de, imgeselin olduğu gibi doğanın, öznenin temeli olan da odur. Simgesel, Gerçek’in etkisine sahiptir, bir yandan sistematik ve yapısal niteliği nedeniyle, diğer yandan da kesinlikle kendi ritmine ve karşıtlıklarına göre zapt etmeyi ve ölçülerine uydurmaya çalıştığı Gerçek karşısındaki belirsizliği bağımsızlığı nedeniyle öyle sanılır. Simgesel’in özneye göre dışsal olmasının etkisi, Simgesel’in radikal olarak Öteki’ye bağlanması sonucunda elde edilir.” (Clero2002: 118) Simgesel düzende yaşamayı bir diğerinin etkisiyle, yani ötekinin varlığıyla öğreniriz. Dolayısıyla, Simgesel düzen dolayımlı olarak bizden hep bir şeyler talep eder. Görevlerimizi yerine getirmemizi bekler. Lacan’da özne kavramı, bir tür “kültürel özne”dir (Tura2002). Yani, kültürün simge düzeniyle belirlenmesidir. Marcelline’den beklenen de, “hayatının prensini” bulmasıdır. Marcelline, annesi ve teyzesinden, erkeklerle nasıl ilişki kuruluru öğrenmek; bir anne, bir eş olmak zorundadır. Marcelline’in film içindeki çelişkisi tam da budur. Saffet Murat Tura’nın Lacan yorumunda, İçgüdüler konusunda Lacan’ın vurguladığı şey, doğuştan bazı ihtiyaçların olması, bunların özellikle anne tarafından karşılanmasıdır. Ön plana anne ile ilgili olan ilişkiler taşınmıştır, içgüdülerin varlığı vs. değil, bir anlamda cinsel kimliği bile kültür baskısı kazandırır. Marcelline’in annesiyle kurduğu ilişki kazanılmış kimlik üzerinden, annesi üzerinden şekillenmiş bir cinsel kimliktir. Marcelline’in ilerleyen sahnelerde “arzuladıklarının” varlığı yine başka kadınlar üzerinden şekillenir. Chabrol’ün filmlerinde önemli bir temel izlek olan bir nokta çözümlenmeyi bekliyor. Chabrol’ün diğer bütün filmlerinde, kadınların histeriyle yakın bir ilişkisi vardır. Zizek, Lacan’ın “söylem” yorumunu açıklarken, histeriğin söylemini şu şekilde açıklar: temeli, efendiye yöneltilen şu sorudur: “Ben niye senin istediğin şey olayım ki!” Lacan, söylemde, “sen benim efendimsin, kadınımsın vs” yani simgesel bir görev yüklemeye, histerik bir tepki verildiğini söyler. Dolayısıyla öznenin meselesi, simgesel düzen içinde, varoluşunu nasıl haklı çıkaracağıdır(Zizek2010). Yani kadının, simgesel düzendeki meselesi, Sartrecı bir bakışla söylersek, varoluşsal “özne” olmak istemesidir. Filmde, efendinin konumlandığı yerden, Marcelline rol yaparak kaçmaya çalışır. Ancak bunu da başaramaz. Aslında, birtakım erkeklerle, istenildiği gibi ilişkiler kurarak, fantezilerine de hak kazanmıştır. Fakat, sahnedeki rolü de, yaşayacağı yarılmayı destekler hale gelir.
Fantezi Alanı Olarak Sahne
Marcelline, annesi ve teyzesinin yanından ayrıldıktan sonra, okuma provaları için tiyatroya gider. Oyun erkeklerin yoğunlukta olduğu bir oyundur. Aslında oyun, “efendiler”in kuşattığı bir oyundur. Marcelline’e rol arkadaşları, gerçek hayatında olanın aksine; eşi, kızı, aşık olacağı genç çocuk (kızının öğretmeni), sevgilisi, babası olarak tanıtılır. Oyunun yönetmeni de erkektir. Marcelline, gerçek hayatta yaşayamadığı sağlıklı ilişkileri ve reddedilmeleri, tamda hem somut hem de soyut anlamdaki sahne sayesinde yaşayabilir gözükür. Tiyatro sahnesi, onun “fantezi evreni”dir. Onun sembolik düzen’deki arzuladığı şeyleri, bir fantezi evreni olarak, tiyatro sahnesinde ulaşmaya çalışır. Fantezi, arzunun gerçekleşmesi için bir senaryodur (Zizek2010). Fakat, Marcelline, Nathalie ile karşılaştığında, arzuladığı şey şekil değiştirir.
Provalara ara verildiğinde, Marcelline, reji asistanı olan Nathalie’yle yıllar sonra tekrar sohbet etme şansı bulur. Nathalıe yıllarca oyunculuk yapmamıştır, simgesel düzenin isteklerini yerine getirmiştir. Bu durumla gurur duyduğu söylenemez, fakat kabul gördüğü kesindir. Marcelline, bir anlamda kendini çocuğu ve bir eşi olmadığı için suçlayarak, boş tiyatro sahnesine kaçar. Boş sahne de, koltukla konuşmaya başar. Sahne de “tutku dolu ve acımasız” olmaya hakkının olduğunu söyler.
Hayat Kopuştan Sonraki
Provalar sırasında ise Marcelline’in, simgesel düzende erkeklerle nasıl bir ilişki kurduğunu görürüz. Oyunun yönetmeni Marcelline’den etkilenir, genç yaştaki erkek oyuncu Marcelline’e aşık olmuştur. Marcelline, hepsinden kaçar. Sonraki sahnede -filmin sahnesinde-, elinde mumla Meryem Ana’dan “aşkı tatma”yı diler. Meryem ona bir erkek verirse, şöhretten ve paradan vazgeçebileceğini söyler. Özne, ancak fantezi yoluyla koordinatlarını bulur. Fantezi yoluyla arzulamayı öğreniriz. Yani özne yalnız, fantezi sayesinde “objet petit a”sını belirler(Zizek2010) Marcelline, hem provalar sırasında, hem de Nathalıe ile karşılaşması sonucunda, bir koca sahibi olmayı arzular. Dolayısıyla Marcelline, tam da kaçmaya çalıştığı şey içinde, kendisini bulur. Zizek’in, Malta Şahin’i filmini ele alırken dediği şey, tam da kişinin yenilenmek için kaçtığı şeyde, kendisini bulmasının, “objet petit a”nın sahteliği yüzünden oluşudur(Zizek2010: 22). Objet petit a, tam da birinin hayatını değiştirmeye iten o sahteliktir. Gerçekte hiçbir şey değildir, öncekiyle aynıdır(Zizek2010). Marcelline, yeni bir oyuna, yeni bir eve taşınsa bile, objet petit a’nın kendisi yüzünden koptuğu şeyden farksız olarak aynı şeyi arzular olarak bulur kendisini. Filmin ilerleyen kısmında da jinekoloğa gider; uzun zamandır adet olmamaktadır. Jinekolog bir an önce çocuk yapması gerektiğini söyler. Yoksa bu şansı kaybolacaktır. Bu noktadan itibaren, Marcelline’in arzu nesnesi değişse bile, aslında önceki isteğine bağlı kalmak zorunda kalır. Yani hep aynı noktadadır.
Rol Yapmak
Filmde rol yapmanın zorluğu özellikle vurgulanır. Marcelline, jinekologa gittikten sonra, provalar sırasında bir tıkanma yaşar. Rolünün gerekliliklerini yerine getirememektedir. Bunun önemli sebebi, özne olarak seçme şansını kullanamıyor oluşudur. Nathalıe’yle yine bir prova arasında sohbet ederken, oyunculuğu bırakan arkadaşlarından bahseder. Birçoğu, ağır bunalımlar geçirerek artık oyunculuk yapmamaktadır. Kadınların büyük çoğunluğu aile kurmuş, çocuk yetiştiriyordur. Oyunculuğun taklit kısmı, aslında arzuya benzer. Yani bir oyuncu hiçbir zaman o karakter olamaz. O karakteri temsil eder. Marcelline, oynadığı karakterin baştan çıkarıcılığına sahip birisi olamayacaktır. Rol yaparken bile, kendisidir. Ona kendisi üzerinden değebilir. Bu tıpkı arzunun, sembolik düzenin içinde ulaşılmaz olmasıyla birdir. Marcelline, sahnede baştan çıkaran bir kadını oynarken, o kadını hissedemez. Bunun üzerine oyundaki gerçek karakter canlanır. Bir hayalet olarak Marcelline’i takip eder. Oyunun içinde gerçekleşmeyen arzusunun, Marcelline’in gerçekleştirmesini bekler. Fakat Marcelline, kendi gerçeğine çarparak maskesini düşürmüştür.
Kadın “Yok”tur Ya Da “Kadın” Yoktur
Filmin ilerleyen kısımlarında oyun artık sahnededir. Oyunda genç erkeği oynayan oyuncu, gerçek hayatta (yani filmin sahnesinde) Marcelline’e aşkını itiraf eder. Marcelline ise, gülmeye başlar. Rol yapma ve histeriyle ilgili olarak Zizek, femme fatele figürünü örnekler: “Kadın hem adamların hayatlarını mahveder hem de bir iktidar arzusu takıntısı olduğu için kendi keyif şehvetinin kurbanıdır, hem birlikte olduğu kişileri fena halde manipüle eder, hem de ne idüğü belirsiz, üçüncü bir kişiye, hatta bazen iktidarsız bir adama kul köle olur.”Marcelline için iktidarsız olan erkek, bu genç oyuncudur. Filmde, Marcelline, bir erkek arzuladığı noktada dahi, bütün erkekleri reddetmeyi sürdürmektedir. Fakat, genç erkekle öpüşerek, onu kabul edeceği noktada, maskesini düşürür. Ona gülmeye başlar. Zizek devam eder: “Yoğun bir haz yaşıyormuş gibi göründüğü anda, birdenbire feci acı çektiği anlaşılır; korkunç bir şiddetin kurbanıymış gibi göründüğü noktada bundan keyif alıyor gibi gözükür.” Femme Fatale figür, erkeği baştan çıkarmak için rol yapar. Marcelline ise, sahnedeki rolüyle, genç erkeğe aşık olmasıyla, onu gerçek hayatta da baştan çıkarır. Marcelline, filmin sahnesinde, sona doğru onu bir kurtuluş olarak görmek istese de, genç erkek genç bir kıza yönelmiştir. Marcelline, tıpkı femme fatele’in oyununa kurban gitmesi gibi, Marcelline’de sahnedeki rolüne kurban gider. Oyunda bir erkeği arzularken, genç erkeğin rolünü gerçek hayatta da sürdürmek istemesi sonucunda kurban olur. Manipülatif gücünü yitirir. Marcelline gerçekte kim olduğunu bilmemektedir. Önce bir erkek ister, sonra çocuk; çocuk doğurmak için tekrar bir erkek istemektedir. Fakat tüm gizemini erkekler için yitirmiştir. Marcelline’in histerileri, diğerleri tarafından da fark edilir. Dolayısıyla, Marcelline, her noktada sembolik düzen’e, histerik söylem üzerinden eleştirisini getirmeye çalışsa da, başarılı olamayacaktır. Dolayısıyla, Lacan’ın “kadın yoktur” söylemi karşılığını bulur. Kadın yalnızca “erkeğin semptomu”dur. Yani kadın reddedildiğinde, büyülüme gücünü kaybettiğinde, ontolojik olarak kaybolur(Zizek2010: 95). Ama tam da var olmayarak, histerik çöküşü yüzünden var olmadığını kabul ettiği anda, özneleşir. Histerik çöküşünü filmin sonuna doğru tamamen yaşayan Marcelline, fantezi alanı olarak kurduğunu sandığı tiyatro sahnesinden de oyun sırasında tamamen kaçar; Paris’in sokaklarında koşmaya başlar. Sen Nehrinin kıyısına geldiğinde, nehirden kendini atar. Aslında Marcelline, fantezileri aracılığıyla arzulayan değil, arzulanandır. Tiyatro sahnesinde de “erkeğin bir semptomu”dur. Marcelline, tiyatro sahnesinden kurtulsa da, film sahnesinden, yani Chabrol’den kurtulamaz. Marcelline, Paris sokaklarında koşarken kameraya yakalanır. Nehirden kendini attığı anda, seyirci öldü sanır. Fakat, Marcelline, sudan çıkmak için yüzmektedir. Bu çırpınma, onun sembolik düzenle “mesele”sinin bitmeyeceği anlamına gelir.
ADI GEÇEN FİLMLER:
- Aktrisler. 2007. Yön. Claude Chabrol. Oyn. Ludvıne Saginer, Benoit Magımel, Tıglon.
- Bir Kadın Meselesi. 1988. Yön. Calude Chabrol. Oyn. İsabelle Huppert, François Cluzet, Fransa.
KAYNAKÇA:
- Clero, J.P. 2011. Lacan Sözlüğü. Ö. Soysal (çev.) . İstanbul: Say Yayınları.
- Tura, S. M. 2010. Freud’dan Lacan’a Psikanaliz. İstanbul: Kanat Kitap.
- Zizek, S. 2010. Yamuk Bakmak. T. Birkan (çev.) . İstanbul: Metis Yayınları.