Ortalık saydam kutularda plastik gül kaynıyordu. Her zamankinden daha baygın, tüketilmiş aşk şarkıları ve kuyumcuların allı pullu vitrinleri de cabası… Bir 14 Şubat gününde ortalıkta sevgi ve aşk dışında her şey vardı yine. Listenin başına alışveriş canavarını yerleştirmeyi elbette unutmuyorduk.
Sonra caddelerin ışıkları arkamda kaldı. Tam karşıdan Galata Kulesi’ni gören o tuhaf İstanbul yokuşlarından birine bıraktım kendimi. Sola kıvrıldığımda Tophane’de Firuzağa Hamamı’nın dumanı tüten kümbetinin biraz ilerisinde bir demirci atölyesinden içeri girdim. Bilirsiniz, Alis Harikalar Diyarı’nda da böyle bir giriş sahnesiyle başlar.
Çıplak Ayaklar Kumpanyası, önce bu demirci atölyesini dans stüdyosuna çevirmekle başlamış işe. Mekâna emek verince, o mekân artık bir organizma gibi tepki verir insana. Belki de büyünün tanımı burada gizli. Bu mekânda yaşamayan hiçbir şey yok. Alışılageldik eşya-insan ayrımını yapmak mümkün değil. Ve eşyaların dile geldiği bir mekânda da başınıza gelebileceklerin haddi hesabı yok.
Son zamanlarda hep bir maruz kalma ve güvensizlik duygusu içinde yaşıyorum. Ayağımın altındaki zemin çekiliyor bazen, iç organlarım beni bırakıyor sanki. Birbiri ardına sıralanan mahkeme haberlerine, MİT ile Emniyet ekseninde başlayan ama çok daha geniş, gezegenimsi bir daireye işaret eden o muğlak alandaki iktidar mücadelesine, akıl almaz gerekçelerle gözaltına alınan ve tutuklanan kendi işinde gücünde insanlara baktıkça, kanım donuyor. O yüzden işte bir demirci atölyesinden var edilen bu mekânı, kimsenin kimseye bahşetmediği ama emek verilerek edinilmiş umut niyetine çok ama çok sevdim, üstüne titredim.
Bir 14 Şubat günüyle var olunabilecek daha güzel hiçbir yer yoktu. Mihran Tomasyan ve Duygu Güngör, fikri de uygulaması da kendilerine ait ‘Ters Okyanus’ adlı gösteriyi esas olarak kadın-erkek ilişkisinin gelgitleri üzerine kurmuş.
Aramızdaki her şey
Hiç koca bir naylon parçasının dalgaya dönüştüğünü gördünüz mü? Siyah bir çöp torbasının, “aramızdaki her şey” diyebileceğim bir ağırlıkla elden ele aktığını gördünüz mü? Kaçtığınız benliklerin duvarlara yansıyışını izlediniz mi? Mihran Tomasyan ve Duygu Güngör, yerçekimine olduğu kadar olanak denen sözcüğe de meydan okuyor. O sahnede her şey ihtimal dahilinde.
Tam bu noktada da yaratıcılık denen şeyin esasına geliyoruz. Yaratıcı iş, hesapsız kitapsızlık, akla gelmediklik değil de ne? Yaratıcılık bir meramın olmasından, bir düşe gönül koymaktan ve uğruna ter akıtmaktan öte ne? Hem biz hepimiz de oradaki yaratının birer parçasıyız. Çünkü öyle bir kapsayıcılıkla kurgulanmış ‘Ters Okyanus’. Sahne ve seyirci yok, biz ve onlar yok. Sadece bir kadın ve erkeğin, en nihayetinde de insanın hakikati var.
Hakikat olunca bütün duyuların ayaklanır. Lambanın ışığı yakar, su damlaları seni de ıslatır. Ses, normalde “gönül teli” dendiğinde gülümseyip geçtiğin bir garip boşlukta titreşir durur. Gözün hem baktığını görür hem de anılara dalar. Havayı koklarsın. Nefesini dinler, kalbini duyarsın. Çünkü ‘Ters Okyanus’, senin hikâyene de yer açar.
Gördükleri her yere tırmananan, zeminlerde kayan bu kadın ve erkeğin eşliğinde müziğin, ışığın, en sıradan malzemelerin ve videonun birer iksire dönüşmesine tanıklık ediyoruz. “Herkesin yüreğinin bir köşesinde her zaman üçüdür saat gecenin. Bu gösteri böyle bir duyguyla ortaya çıkmıştır” demişler programda. Aklıma Fikret Kızılok’un şarkısı geliyor: “Bir gül biter içimde içimde içimde /Tam bildiğim biçimde/ Oy gecenin tam üçünde gecenin tam üçünde.”
Gecenin üçü en çıplak saatimizdir. İkiye kadar durumu idare edebiliriz, dörtten sonra da yeni gün için kendimize çeki düzen verebiliriz. Ama gecenin üçünü kandıramayız. Tıpkı ‘Ters Okyanus’un girdabından da kaçamayacağımız gibi.
Burası manifestolu bir yer. Şöyle diyorlar: “Çıplak Ayaklar Kumpanyası saz çalan olmaktansa kopan tel olmayı tercih eder. Ama kopan tek bir tel bile anlaşılmaya yeter. Her türlü ayrım ve şiddete karşıdır. Düşünmeye, tartışmaya, konuşmaya iyi gelebilir. Çocukların da ulaşabileceği yerlerde saklanmasında bir sakınca yoktur. ‘Şarkı dinlemek yerine şarkı söylemeyi’ tercih eder. Kerameti kendinden menkuldür. Deneme aşamasındadır ve hep deneme aşamasında kalmayı tercih eder…”
Denemek çocuklara özgü bir kudret. Bir tek onlar denemeyi, yanılmayı tekrar denemeyi, düşmeyi ve kalkmayı, hep sıfırdan yeniden başlamayı göze alır. Çıplak Ayaklar Kumpanyası, işte bu deneysellik çizgisinde duruyor. Burası tıpkı Mihran ve Duygu’yu trabzanlar, korkuluklar, pencere kenarları ve düz duvarda, yerçekimine inat hareket ederken hissettiğimiz gibi ürkütücülüğünde çekici, çekiciliğinde ürkütücü bir hat boyu. Sözleri ve özleri, manifestoları ve hareketleri bu kadar örtüştüğü için de inkâr edilemeyecek kadar sahiciler. Bir diğer alışılmadık, dolayısıyla da mucizevi yanları, kollektif yaşamı ve üretimi teşvik etmeleri. Burada dansın yanı sıra tiyatro gösterileri, Gevende ve Büyük Ev Ablukada konserleri, dans eğitimleri ve festival çalışmalarına ev sahipliği yapıyor. Anlayacağınız eskilerin demirci atölyesi artık kurtarılmış topraklar… Burada yeni bir dil konuşuluyor.
O dil kimsenin tekelinde değil üstelik. Sonuna kadar paylaşılmaya ve sizin sözcüklerinizle çoğalmaya açık. O yüzden ne yapıp edin, şu hayatta bir kere yolunuzu Çıplak Ayaklar Stüdyosu’na düşürün. Sonrasında kendinize, ülkeye ve dünyaya da başka bir gözle bakıyor olacaksınız. Ve içinizin saati gecenin tam üçünde takılı kalacak. Korkmaktan korkmayın. İnanın, sonu mutlaka iyi olacak.