Son günlerde İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları üzerinden başlayan, sahnede erotizm, cinsel içerik veya adaba aykırılık içeriğiyle yürüyen tartışmalar tiyatroda oyunların denetlenmesi taleplerine kadar gitme eğilimi göstermeye başladı. Şehir Tiyatrolarına yönelik yapılan eleştirilerin ana kaynağı ise “vatandaşın vergileri” ile tiyatro yapılması üzerinden gerekçelendiriliyor. Bu gerekçede yer alan “vatandaş” ise AK Parti adayına oy veren kitle ile özdeşleştiriliyor. Bu oy veren kitle 29 Mart 2009 tarihinde yapılan yerel seçim sonuçlarına göre İstanbul’daki 3.083.593 kişiden oluşuyor. Bu 3 milyon küsur kişinin aynı kültürel kodlarla hareket ettiğini, tiyatrodan aynı beklentilere sahip olduğunu var saymak, AK Parti’nin yıllardır eleştirdiği vesayetçi devlet anlayışının birebir kopyası olmuyor mu? Vatandaşı kitleler olarak algılayan ve her türlü sosyal mühendislik operasyonuna tabi tutmayı kendinde hak gören devletçi anlayışla giderek özdeşleşen güncel “muhafazakar” tavır, zaten geri kalan 4 milyon civarı oy veren “vatandaş”ı da vatandaş saymamakla, onların kültürel kodlarını ötekileştirmekle meşgul değil mi? Kurumlara sahip olduktan sonra, kurumların yönetim tarzını değiştirmemek, egemen vesayetçileri defedip, yeni resmi söylem kurmak demokrasi ile bağdaşıyor mu? Hele bunu tiyatroda yapmak için girişimlerde bulunmak, bir takım yazılarla aba altından sopa göstermek eskinin gizli kapaklı klikçi yönetim anlayışından ne kadar farklı?
Muhafazakar kültürel elit bir süredir sinemada, tiyatroda hakim anlayışla yer değiştirme taleplerini sık sık dile getirmeye başladı. Peki bu taleplerin ya da bu alt oyma girişimlerinin karşısında nasıl bir muhalif, alternatif duruş sergileniyor? Bu saldırılar karşısında ağlaşmak, “yaşam tarzımıza müdahale edilecek” (ki bu birebir meyhaneleri ima etmekte) sızlanmaları dışında nasıl bir örgütlenme, nasıl alternatif sanat alanı oluşumu öngörüldüğü belirsizliğini koruyor. İş öyle bir hale büründü ki Şehir Tiyatroları’nın herhangi bir oyununu eleştirmek muhafazakarların değirmenine su taşımak olarak algılanıyor. Sanatçıların sanatlarını icra etmenin yanısıra sanat alanında örgütlenerek kültürel ortama müdahale etmek gibi sorumlulukları yok mu?