Ömer Ongun
Ödüllü yazar ve oyuncu Zeynep Kaçar’ın hem yazdığı hem yönettiği hem de Kübra Kip ve Tuğçe Karaoğlan ile birlikte oynadığı Bab-ı Tiyatro’nun yeni oyunu “Varolmayan Ayşe’nin Muhteşem Maceraları”, kadınlara ve kadınlığa dair hikayeleri ironik bir dille sahneye taşıyor.
Bab-ı Tiyatro; bugünkü tiyatro ortamında, dünyanın, ülkenin, kadınların sırt çevrilen makro gerçekliklerine odaklanıyor. Sanatın güce muhalif olma gerekliliğinin bilinciyle hareket eden grup, mikro bakış açılarını bir kenara bırakarak, derinde, karşı çıkılamaz, büyük ve güçlü olanı tartışmaya açıyor.
Varolmayan Ayşe’nin Muhteşem Maceraları da okul, aile, evlilik, medya ve akrabalık alanlarının hepsinin el ele verip nasıl “Ayşe”ler doğurduğu ve yetiştirdiğini gösteriyor. Oyun, Türkiye’de yaşayan orta sınıf bir kadının bütün hayatının hikayesi olarak okunabilir aslında. Yaklaşık 55 dakika süren oyunda oyuncular tek bir karakter olarak karşımıza çıkmıyorlar. Oyun boyunca oyuncuların kimi zaman anlatıcı, dinleyici, “anne-kız”, kimi zaman öğretmen, öğrenen, azarlanan olarak birçok karakteri iç içe geçirerek sürdürdükleri akışın sonuna geldiğinde bir yapbozun parçaları gibi birleşiveriyor zihninizde her şey. Final sahnesindeki şarkıyı dinlerken artık en baştaki hissiyatınızın yerini acı bir tebessüm almış oluyor.
Dünyada ve Türkiye’deki feminist hareketin de etkisiyle toplumsal cinsiyet ve kadınlık/erkeklik son 30 yılın en çok tartışılan mevzularından biri sanırım. Yıllarca erkek karşıtlığı olarak marjinalleştirilen feminizmin aslında cinsiyetçiliğe ve dolayısıyla da toplumsal ve kültürel alanların damarlarına işlemiş olan eril bakışa dair bir mücadele sürdürdüğü birçok kesim tarafından kabul görüleli beri çok zaman geçmediği aşikar. İşte tam da bu noktada Varolmayan Ayşe’nin Muhteşem Maceraları “Bu böyle çıkmaz, menem bir döngüdür işte” diyor. Annelerden kızlarına, okullarından öğrencilerine aktarılan bir ezber bu. İçi beni yakar dışı sizleri ama sürer ve gider” diyor adeta. Ayşe’lere de sahip çıkın hayallerinize, şarkı söyletilmeyi beklemeyin. Siz söyleyin diyor. Ancak şu var ki bu toplumsal cinsiyeti irdeleyelim hem de makro bir yerden sorgulayalım deyip meseleyi salt orta sınıf bir kadının hayatı üzerinden ele aldığınızda her zaman beklenen etkiyi yaratmayabilir. Ee bu kadar mı yani mesele diyebilir seyirci? Peki ya Aliler? Hep bu kadınların başına bela “kadınlıklar”… Öyle ya erkeklerin başına bela erkeklikler nerede?
Oyunda özellikle öğretmen-öğrenci sahnelerindeki oyunculuklar ve metin düzenlemeleri oldukça başarılıydı. Oyuncunun sırayla gösterdiği farklı branşlardaki öğretmenlerin olduğu bölüm, müfredat ve eğitim sistemi kisvesi altında yıllarca çocuklarımızın damarlarına aşılanan o cinsiyetçiliğin ve toplumsal ahlakçılığın bir deşifresi gibiydi.
Sahnede bir salıncakta sallanan ve şarkılar söyleyen bir karakter var. Oyuna şarkılarıyla dahil olan bu “karakter”, benim açımdan oyunda adı konmamış bir “karakter” olarak kaldı. Bütününde yeterince yer bulmadı. Kendisi “Sessiz Ayşe, sus Ayşe, sessizlik on bin kere… Mesela Ayşe, var olmak mesele. Hiç Ayşe, yok Ayşe, klişeler sonsuz kere. Şarkı söylemek gerek, yüksek sesle…” diye acı acı ve sert bir şekilde Ayşe’lere telkinler verirken genel aksiyon çizgisinde belirli sorunlar olduğunu hissettim. Bu kadın kimdi? Ayşe’nin iç sesi mi? Ayşe’lere nasıl davranacağını söyleyen bir dış ses mi? O halde Ayşe değişir ve dönüşürken bu karakter bu kadar mı aynı? Üsluptaki tutarsızlıkların yarattığı kusurlar çok iyi icra edilen şarkılarla kapanıyor olsa da aklıma daha farklı nasıl olabilirdi sorusunu getirmedi değil.
Varolmayan Ayşe’nin Muhteşem Maceraları küçük Ayşe’lerin hayallerine sahip çıkmalarını bir kez daha hatırlatıyor. Bunu yaparken eksiğiyle fazlasıyla ortaya oldukça akan ve seyirciyi yormayan bir dil koyuyor. Evet “bu oyuna annenizi, anneannenizi, teyzenizi, halanızı alıp gidin” ama hala gitmedilerse erkek arkadaşınızı, partnerinizi, abinizi ve babanızı da götürün.