Fransız Yazarları da Yasaklansın!

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Metin Boran

Fransa hükümetinin kendi ülkesinde ‘Ermeni Soykırımı’nı inkarı suç sayan yasayı senatodan geçirmesinden sonra Türkiye de bazı aklı evveller (10 yıl önce olduğu gibi) milliyetçi ve şoven duyguları bir kez daha ateşleyerek eylem hazırlığındalar. Bu odaklar hükümetin diplomasideki beceriksizliğini ve tutarsızlığını halkı kin ve nefret duyguları ile sokağa dökerek Fransız mallarının boykot edilmesini öğütlüyor ve örgütlüyorlar.

Oysa Türkiye ve Fransa arasında bilindiği kadarıyla sadece iktisadi alanda iş birliği yok. İki ülke arasında siyasi, askeri, kültürel, turizm ve sportif alanda uzun yıllara dayalı sıkı bir iş birliği söz konusu. Bu alanlarda hiçbir şey yapmayı akıl edemeyen bu ilkel ve çağdışı kafa yapısı acaba hangi malları boykot edecek.

Mesela edebiyat alanında ya da sanat etkinlikleri anlamında bugün Türkiye de tiyatro sahnelerinde birçok değişik Fransız yazarlarının oyunları sahneleniyor ya da kitapçılarda Fransız yazar ve şairlerinin çeviri eserleri raflarda satışa sunuluyor. Bu durumda oyunları yasaklamalı ya da kitapları sokağa atıp yırtarak veya yakarak imha mı etmeli!

Türkiye’de nedense bazı alışkanlıklar hiç değişmiyor. Tepkiler, boykotlar, fevri çıkışlar…

Bundan tam on yıl önce de yine buna benzer bir girişimle insanlar sokağa dökülmüş ve Fransız mallarını boykota yeltenmişti.

O yıllarda eski Akşam gazetesinde köşe yazıları da yazan Tiyatro Yönetmeni, Yazar ve TV Sunucusu Kenan Işık, 24 Ocak 2001 tarihinde yazdığı bir yazı ile aslında bugün olabilecekleri de öngörüyor. “Fransız Şampanyaları Eşliğinde Sürek Avı” başlıklı yazısı, içinde yaşadığımız günlere ışık tutuyor.

“ABD ve İngiltere günde en az iki kez Irak’ı bombalamaya devam ediyormuş.

Irak’ta çocuklar hasta.

İlaçsız ve hastanesiz.

Tek bir oksijen maskesini üç-beş hasta münavebe ile kullanıyor.

Ankara’da Fransa Büyükelçiliği önünde bir grup bilim adamı marş söylüyorlar!

‘Tuna Nehri akmam diyor / Etrafımı yıkmam diyor / Şanı büyük Osman Paşa/ Plevne’den çıkmam diyor…’

‘Ne bu’, diye dehşete düşüp kalakalıyorum TV’nin başında.

Meğer Fransa’yı protesto ediyorlarmış koskoca profesörler, doçentler, araştırma görevlileri.

Hiç şakaları yok. Sırtlarında bilim adamlarına mahsus cübbeler var.

Suratlarında da cenge giden Yeniçeri ifadesini becerememiş olmanın verdiği şaşkınlık, öfke, kibir karışımı tuhaf bir ifade…

Basra’da bir otoban varmış. Ölüm otobanı. Savaş artığı dehşet görüntüleri ile bir korku müzesine benziyormuş. Yanmış, yıkılmış evler, yollar, otomobiller…

Seyreltilmiş uranyum kullanıldığı söyleniyor füzelerle atılan bombalarda…

Bir nedenle savaştan sağ çıkmayı başarmış, çocukların bir kısmı kanser…

Çocuklar ölmeye devam ediyor Irak’ta.

Erzurum’da sekiz on kişi Fransız bayrağını yakıyorlar…

İçlerinden biri bir çocuğu yakalıyor ve ona son günlerin en gözde sloganını söyletmeye çalışıyor.

‘Fransa şaşırma, sabrımızı taşırma…

Büyük Birlik Partisinden bir yönetici bildiri okuyor siyah bir çelengin önünde. Kötü yazılmış bir bildiri. Okuyanın Türkçesi daha da kötü. Başbakanın Fransız malı bir otomobile binmesini eleştiriyor kıyasıya.

Bütün Fransız mallarına yasak getirmesini talep ediyor TBMM’den.

O’na göre Fransız malları hangileri acaba?

Renault ve Citroen otomobilleri dışında başka neler? Channel, C. Dior, Yves Saint Laurent gibi ünlü markalar mı?

Ünlü Fransız şampanyaları mı?

Fenerbahçe ya da Ataköy marinalarında demirli lüks tekneler mi?

Airbus uçakları mı?

Okullarında Fransızca’yı yasaklayan rektörler sadece Fransızca’yı mı yasaklıyorlar acaba!

Sakın Balzac’ı da yasaklamış olmasınlar!

Molier’i, Alexander Dumas’ı, Racine’i, Sartre’ı, Camus’u!..

Çağ değiştiren Fransız ihtilali’nin önderlerini Danton’u, Robespierre’i, Russo’yu…

Yirminci yüzyılı en doğru yorumlayan Foucault’u, Sarrault’u, Barthes’i.

Üniversiteleri birer bilim yuvası değil de siyasal organmış gibi farz edenlere güvenip de nasıl göndereceğiz çocuklarımızı bu okullara.

Bu kararlar YÖK yasasına aykırı değil mi?

Aykırı ise suç sayılmıyor mu üniversitelerin aldığı dünyanın gözü önünde halkımızın onurunu zedeleyen bu ipe, sapa gelmez boykot kararları.

Biz Fransa’yı geçmişte bir zamanlar Ermeniler’e zulüm ettik, onları göçe zorladık, yollarda telef olmalarına sebep olduk diye meclisinden aleyhimize karar çıkarttıkları için kınarken onlar Irak’ı bombalamaya devam ediyorlar bunu televizyonlar göstermiyor, gazeteler yazmıyor… TV’nin göstermediği, gazetelerin yazmadığını bu profesörler söyleseler bari. Osman Paşa Marşı’nı söylemek yerine.

Enerjilerini bu yönde kullansalar.

Örneğin; 13 Şubat 1991’de Bağdat’ta bir sığınağa art arda atılan iki bombanın yarattığı 500 derecelik cehennemde kavrulan sivil bedenlerin sığınağın duvarlarında oluşturdukları siluetlerin fotoğraflarını alsalar ellerine ve öyle dursalar Fransa Elçiliğinin kapısında!

İngiltere, ABD Elçiliklerinin kapılarında.

Bu sığınakta yanıp, kavrularak ölenlerin fotoğraflarından oluşan bir albüm atılsa elçiliğin kapısının altından içeri sessizce.

Irak’lı çocukların lösemiden kırılmalarına neden olan U238 değerdeki seyreltilmiş uranyumdan imal edilen bombaların bu gün Filistin’e karşı kullanılıyor olmasından dem vursalar Büyük Birlik Partisinin Türkçe özürlü idarecileri.

Fransız sömürgelerinden bahsetse birileri TV’de.

Jamaika’dan, Guyana’dan, Kuzey Afrika’dan, Cezayir’den.

Filmler, fotoğraflar gösterseler de biz de bilsek eli tüfekli beyaz adamların -Fransızların- Zencileri önlerine katarak, ellerinde şampanya kadehleri ile nasıl sürek avına çıktıklarını.

Çoluk, çocuk demeden önlerine kattıkları yerli halkı birer tavşan gibi avlayarak nasıl eğlendiklerini…

Bırakın kalsın kütüphanemizde Balzac, Corneille, Racine, Sartre… Jean Genet, Foucault.

Çocuklarımız Fransızcayı öğrenmeye devam etsin.

Dünyanın bütün dillerini konuşsun çocuklarımız.

Bütün kültürleri ile barışık olsun.

Biz Fransa’nın, İngiltere’nin, Hollanda’nın nasıl olup da enselerini böyle kalınlaştırdıklarından dem vuralım biraz.

Az gelişmiş ülkeleri, halkları, sömürüp, birer metres gibi kullanırken Osmanlı’nın sömürgeciliği şanına yediremeyip ayıp sayarak bu halkları nikahına almasından ve sonra da nikahlısının ihaneti ile nasıl bitip, tükendiğinden.

Ezelden nikahlımız Ermeni milleti bu ihaneti kendine yakıştırıyor ve tıpkı 1915 öncesinde olduğu gibi koynuna girecek yeni hovardalar arıyorsa diyecek söz yok. Bırakalım bir kere daha baş başa kalsın bu ihanetin utancı ile!

Ben daha önce bir yazımda sözünü ettiğim halama kuma gelen Ermeni gelinin de kocası olan eniştemin babasının bir Ermeni’ye düşman olacağına inanmıyorum.

Büyük dedemin, büyük amcalarımın, dayılarımın birlikte yiyip, içtikleri, birlikte üzülüp, sevindikleri Ermeni komşularını topyekün katlettiğine.

İnanmıyorum.

Ama Irak’ta bebelerin Körfez Savaşı sırasında Batılılar’ın üzerlerine yağdırdığı tonlarca bombanın yaydığı radyasyondan kırıldığı bir gerçek.”

Evrensel

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Metin Boran

Yanıtla