Mimesis Çeviri – 7 Kasım’da, performans sanatçısı Marina Abramović’in Los Angeles Çağdaş Sanatlar Müzesi’nin her yıl düzenlenen galasında sahne alacak gösterisi için seçmelere katıldım. Bu kararımda uzun yıllardır çalışmalarını büyük bir ilgiyle takip ettiğim bir sanatçının projesinde yer alacak olmanın büyük bir etkisi vardı. Ayrıca Los Angeles kökenli bir sanatçı olarak ilişki içinde olduğum MOCA[1] da bu işin bir parçasıydı. Başvuru yapan yaklaşık sekiz yüz kişinin arasından seçilen ilk iki yüz kişiden biriydim. Ve nihayetinde de Abramović’in alamet-i farikası Nude with Skeleton’da (2002) rol alan altı çıplak kadından birini canlandırmam teklif edildi. Gösteri, bilet fiyatlarının 100 bin Dolar’a kadar çıktığı masaların ortasında sergilenecekti. Burada açacağım -ve kamusallaştırılması gerektiğini düşündüğüm- detaylar yüzünden teklifi geri çevirdim.
Theperformanceclub.org, 23 Kasım 2011, Çeviri: Taner Olçum
Sara Wookey; Montreal’deki VIVA! Performans Festivali’nde “Trio A”’yı sergilerken.
Fotoğraf: Guy L’Heureux
Bu yazıyı esasen üç temel noktayı vurgulamak üzere kaleme alıyorum: Birincisi, bu olgu etrafında oluşan söyleme karşı, mevcut deneyime eleştirel bir tavır alan ve çekip gitmeyi tercih eden bir sanatçı olarak kendi sözümü söylemek. Ki bu sözün LA Times ve New York Times küpürlerinde uzun bir süredir yer bulmadığına inanıyorum. İkincisi, sanatçılardan kabul etmeleri istenilen şartların neler olduğu hakkında muhbir rolü oynamak ve bunca zamandır Yvonne Rainer’a gönderdiğim e-postaları neden imzasız yollamayı seçtiğimi açıklığa kavuşturmak. Ve son olarak, kültürel alan işçilerinin herhangi bir projede yer almayı kabul etme ya da etmeme şeklinde tezahür eden kişisel tercihlerinin kısa ve uzun vadede sektörde nasıl etkiler yaratabileceği konusundaki düşünce şekillerini değiştirmeyi kışkırtmak. Tabii tüm bu hususları, gerek Los Angeles’ta gerek diğer bölgelerde güzel sanatlar ve gösteri sanatları sanatçılarının çalışma koşullarını ve adil ücretlendirmeyi güvence altına alan bir sendika örgütleme ve oluşturma konusundaki temel derdimi desteklemek üzere dile getirdim.
Bir icracı olarak yer almayı reddettim çünkü karşılığının birkaç saatlik bir yaratıcı mesai, bir öğün yemek ve benim gibi düşünen meslektaşlarımla tanışma şansı olacağını biliyordum. Bu meslektaşlarım da her defasında emeklerinin karşılığını layıkıyla alamadıkları işlerle karşı karşıya kalıyorlardı. Benden yavaşça dönen bir masanın üzerinde çıplak ve sessiz bir biçimde uzanmam bekleniyordu; konukların gelmeye başladığı andan itibaren ve onlar terk edene dek (toplamda dört saati buluyordu). İcra esnasında (Abramović’in “icra modu” olarak tabir ettiği bir şekilde kalarak) gelebilecek herhangi bir fiziksel veya sözlü sataşmaya karşı kayıtsız olmam bekleniyordu. Kendimi 15 saatlik prova sürelerine adamam ve bir “İfşa Etmeme Sözleşmesi” imzalamam isteniyordu. Bu anlaşmaya göre seçmeler esnasında olanlar hakkında konuşursam gösterinin yapımcısı Bounce Events, Marketing Inc. (Bounce Events Pazarlama Şirketi) tarafından 1 milyon Dolar para cezası ve avukat masrafları karşılığı dava edilmeyi kabul etmiş olacaktım.
Bana 150 Dolar ödenecekti. Provalar esnasında potansiyel tehlikelere karşı önlem olabilecek hiçbir uyarı işareti, levhası ya da emaresi bulunmuyordu. Ne tür güvenlik önlemlerinin sağlanacağını sorduğumda bunun garanti edilemeyeceği cevabını aldım. Katılımcı olarak bu işle ilgili tecrübe ettiğim şey son derece sorunlu, sömürücü ve potansiyel olarak kötüye kullanımcı olduğu idi.
Birleşik Devletler, Kanada ve Avrupa’da çalışmalar yapmış, 16 yıllık mesleki deneyime sahip profesyonel bir dansçı ve koreografım. Dans alanında Los Angeles, California Üniversitesi’nden yüksek lisans derecem var. Orta sınıf bir hayat standardı yakalamak üzere çalışan profesyonel bir sanatçı olarak, çalışma koşullarını, tazminat şartlarını, sanatçı ve icracı haklarını gözeten ya da değerlendirmeye alan resmi hatta gayri resmi herhangi bir standart ya da tedbir olmayışı karşısında çileden çıkıyorum. Aynı şekilde Abramović ve MOCA gibi son derece saygın ve profesyonel bireylere ya da kurumlara istinaden; yaratıcı, icracı, etkinlik mekanı ve yapım şirketleri arasındaki ilişkileri ele alan herhangi bir düzenleme yok. Avrupa’da, kadrosu 15 ila 20 sanatçıdan oluşan bir düzineden fazla gösteri hazırladım. Dansçıları seçerken, sanatçıların sahip olduğu deneyim süresini temel alan bir ulusal sendika ücret belirleme anlaşmasına uymak zorunluluğum vardı. Daha geçenlerde gösteriye çıktığım Kanada’da, 35 saati geçen prova süreleri için aldığım ek ücretin dışında 15 dakikalık bir performans için 350 Dolar ücret aldım. Bunu 1968 yılında oluşturulan CARFAC’la (“Canadian Artists Representation” – Kanadalı Sanatçılar Birliği) belirlenen hükümler sağladı.
Eğer sanatçılar için belli emek standartlarının oluşumu hakkındaki çağrımın çizgiyi aştığı düşünülüyorsa şunları hatırlamanızı öneririm: Ekran Oyuncuları Derneği[2] (1933 yılında kuruldu, SAG), Amerika Müzisyenler Federasyonu[3] (AFM, 1896’da kuruldu) ve sinema, müzik ve tiyatro endüstrilerinde çalışan girişimci ve sanatçıların haklarını gözeten bir çatı kuruluşu olan Birleşik Amerika Oyuncuları ve Sanatçıları[4] (4A’s, 1919’da kuruldu). En temel çalışma koşulları standartlarına kavuşması gereken bir topluluk varsa, o da, müzelerde çalışan, sermayesi bedenleri olan ve insani muameleyi ve saygıyı hak eden biz kültür işçileriyiz. Bütün disiplinlerden gelen sanatçılar adil ve eşit bir muameleyi hak ediyorlar. Yeterince özen ve çaba gösterirsek organize olabiliriz. Masanın üzerine uzanmış sessiz ve yavaşça çevrilen bir baş (ya da daha da kötüsü, bir süs eşyası) olmaktansa lafını esirgemeyen bir sanatçının çehresi olmayı yeğlerim. Sesimiz yükselsin istiyorum; güçlü ve net.
Abramović’in sanatçılara yaptığı çağrıda aradığı karakter tipi LA Times gazetesinin alıntıladığı şekliyle “güçlü ve sessiz” idi. Kesinlikle güçlü olduğuma inanıyorum ama şu durum karşısında sükunetle aramın hiç de iyi olmadığını söylemek isterim. Hayatımı yaşayış şeklimi ve sanatsal pratiğimi etkileyecek meseleler karşısında suskun bir sanatçı olmayı reddediyorum. Karşısında sessiz kalınamayacak kadar önemli meseleler vardır ve ben, bu sessizliği bozmak için sesini yükselten kişi oldum. Konuşurken merkeze sanatsal içeriği ya da malzemeleri değil, etiği koydum. Ve biliyorum ki bu şekilde düşünen tek kişi ben değilim.
Abramović ve MOCA ile birlikte çalışma teklifini –etik olmayan, sömürücü ve ayrımcı emek pratiklerini devam ettirmeye katkı sunacağı için– zihnimde oluşan topluluğumla birlikte reddettim. Bu durum beni, sanatçılar, özellikle de en düşük ücretli sanatçılar arasında yer alan dansçılar için adil ücret, emek hakları ve etik standartlar oluşturulması yönünde çalışmaya itti.
Los Angeles’ta ve diğer bölgelerde bulunan sanatçılar için artık bir araya gelme, örgütlenme, güçlü, varlıklı sanat finansörleri ile çoğunlukla kısır, avangart ve ileri görüşlü içerik ya da “eğlence” üretmeleri beklenen ve bunu sunan; en nihayetinde paranın hükmettiği ticari metalardan başka bir şey olmayan sanatçılar arasındaki dejenere olmuş tutarsızlıkların dönüştürülmesi yolunda çalışma vakti geldi. Tüm bunları MOCA’da olup bitenler yüzünden değil, (ancak MOCA’daki olayların da acı bir biçimde gösterdiği gibi) kültür işçilerinin büyük ihtiyaç duyduğu eşitlik ve adalet duygularını gerçekleştirmek için yapmalıyız
Bu prodüksiyonda rol almayı kabul eden meslektaşlarımı yargılamıyorum, ve dahası kendim de ünlü sanatçıları çevreleyen karizma kültüne karşı savunmasızım. Ben daha çok, kültür işçilerinin sömürüsüne zemin hazırlayan mevcut toplumsal, kültürel ve ekonomik koşulları sorguluyorum. Bu, ister sanatçılar kendi kendilerine dayatsınlar, ister MOCA ve Abramović gibi işletmelerin suçu olsun, oldukça alelade, doğal ve korkunç derecede banal bir hale geldi.
Farklı bir düşünme biçimi önermek istiyorum: Biz sanatçılar herhangi bir işi kabul ya da red ederken, bir çalışmanın sürecine dahil olurken – bu, (özellikle) bize ait olmayan bir gösteri olsa bile- bizim gibi düşünen ve bizden sonra sahneyi alacak olanlar için belli standart ve teamüllerin oluşturulmasına katkı sunmalıyız.
Sözlerime son verirken, (bunun için bir talepte bulunmasam da) kültürel otoritesini ve saygın konumunu bu tür meselelerin kamusallaşmasını ve bu sayede uzun zamandır önemsenmeyen bir tartışmanın başlatılmasını sağlamak adına kullanan Rainer’a minnettarım. MOCA yöneticisi Jeffrey Deitch, benim imzasız e-postamı ve Rainer’ın mektubunu aldıktan sonra bunlara cevaben LA Times’a şöyle konuşmuştu: “Sanat, diyaloga dairdir.” Bu görüşe katılmakla beraber Deitch’ın buradaki diyaloğa dair görüşünün yalnızca geçiştirici ve oyalayıcı bir tavır olduğunu düşünüyorum. Bu tavır, sanatın etik standartlar karşısında bağışıklığı olmadığı gerçeğini kabul etmedeki gönülsüzlüklerini kanıtlamış olan sanatçı ve kurumların dahil olduğu adaletsizlik durumunu bulanıklaştırıyor. Haydi, bu fikir üzerinde temellenen yeni bir söylem kuralım.
[1] MOCA: “Museum of Contemporary Art” Çağdaş Sanatlar Müzesi
[2] Screen Actors Guild
[3] American Federation of Musicians
[4] Associated Actors and Artistes of America