Mehmet K. Özel
Geçtiğimiz günlerde Martha Graham Dans Topluluğu 21 yıl aradan sonra ikinci defa İstanbul’daydı. Martha Graham 1990 Temmuz’unda, ölümünden bir yıl önce, 96 yaşında İstanbul’a geldiğinde, tekerlekli sandalyeyle de olsa topluluğunun başındaydı, turnedeydi; son selamda sahnedeydi; Atatürk Kültür Merkezi büyük salonunun tarihi günlerinden, alkıştan “yıkıldığı” anlardan biriydi.
Topluluk bu seferki İşsanat gösterileri gibi iki akşam üst üste dans etmiş, Graham’ın yedi yapıtını sunmuş, İstanbulluları çarpmıştı. 1988’deki Jorge Donne’lu Bejart Ballet Laussanne gösterilerinden sonra bir kez daha 20. Yüzyılın dans tarihini yazmış önemli koreograflardan biriyle karşılaşmış olmaktan memnunduk; nefesimiz kesilmiş, büyülenmiştik. Bejart’ın “Le Sacre Du Printemps” (Bahar Ayini)ninden sonra Graham’ınki bir başka etkileyiciydi. Her şeyden öte; İKSV sayesinde, İstanbullular olarak bu birbirinden etkili iki yapıtı canlı seyretme şansına ve karşılaştırma imkanına sahip olmuştuk. Umarım ileride bir gün gelir, Pina Bausch’un “Le Sacre“sı da İstanbul’a uğrar; kısmet!
Martha Graham Dans Topluluğu’nun bu seferki İstanbul seferinde sunduğu yedi yapıt içinde beni en çok etkileyen, iki akşamlık programı sonlandıran “Maple Leaf Rag” oldu. Bu yapıt Graham’ın son koreografisiymiş. Prömiyer tarihi 2 ekim 1990.
“Maple Leaf Rag” neredeyse bütün bir 20. Yüzyılı acısıyla, tatlısıyla, ama ağırlıklı olarak “acısıyla” kefesinde taşımış, sayısız “gergin” koreografiye imza atmış, 100 yaşına merdiven dayamış bir bilge kadının kendi kendisiyle, kendi hareket diliyle, kendi estetiğiyle, kendi klişeleriyle dalga geçtiği, müthiş eğlenceli bir yapıttı.
Programın geri kalanından edindiğim kişisel izlenim, Martha Graham’ın yapıtlarının 21 yıl önce bende yarattığı etkiyi tazeleyememiş olmasıydı. Yeni bir şeyler bulamadım, içim kıpırdamadı.
Oedipus mitini Kraliçe Jocasta odaklı anlatan “Night Journey” (Gece Yolculuğu) ile Medea mitini koro odaklı anlatan “Cave of the Heart” (Kalbin Mağarası) adlı yapıtlar koreografileri, kostümleri, -İsamu Nogushi imzalı da olsa- sahne tasarımıyla biraz “fazla” geldi bana. Sahnede çok hareket, çok çizgi, çok malzeme vardı. Bu çokluk bende eskimişlik duygusu uyandırdı.
İki akşamlık programda Antik Yunan miti esinli üçüncü yapıt, ilk akşamı başlatan “Errand into the Maze” (Labirentte Koşturmaca) idi. “Night Journey” ile birlikte 1990’daki gösterilerde de izlemiş olduğumuz “Labirentte Koşturmaca“, bu seferki toplamda “Maple Leaf Rag“dan sonra en beğendiğim yapıt oldu.
Kadın kahraman (Blakeley White-Mcguire) ile Minatour’un (Ben Schultz) düeti kısa süresine rağmen etkisini seyircide uzun süre devam ettirecek yoğunluktaydı. Neredeyse hiç fazlası olmayan, her anı yaratıcı bir koreografik veya tiyatral fikirle zenginleştirilmiş küçük bir başyapıttı.
Bunların yanında; duygulara, durumlara daha “soyut” yaklaşan “Chronicle” (Tarihçe) ve “Diversion of Angels” (Meleklerin Eğlencesi) bir noktaya kadar caziptiler.
“Chronicle” (Tarihçe)’nin “Hayal-1914” adlı ilk bölümü, Graham’ın kendi tasarladığı içi kırmızı dışı siyah, uzun etekli kostümün de etkisiyle, kuvvetli bir soloydu. Ancak devamındaki iki bölüm, Avrupa’da o dönemde (1936’larda) iyice rengini belli etmiş faşizan rejimleri eleştirme amacını güderken, koreografisi fazlaca faşizan bir hareket diline sahip olduğu için zamanla biteviye, mekanik, birörnek ve itici olmaktan kurtulamadı benim için.
Kadınların aşka dair üç evresini veya tek bir kadının hayatında aşka dair üç evreyi anlattığı varsayılan “Diversion of Angels” ise içeriğinden çok biçimiyle, topluluk danslarından çok beyaz, kırmızı ve sarıyla tanımlanmış üç evreyi canlandıran üç kadın dansçının hareketleriyle anlam kazandı.
İki akşamın en yeni yapıtıysa 2007 yılında 11 Eylül olaylarını anmak amacıyla, Martha Graham’ın 1930’lardaki solo dans filmi “Lamentation” (Ağıt)’tan esinlenilerek hazırlanmış “Lamentation Variations” (Ağıt Varyasyonları) idi. Sırasıyla Bulareyaung Pagarlava, Richard Move ve Larry Keigwin adlı koreografların yaklaşık beşer dakikalık yapıtları günümüz seyircisinin gözüne daha tanıdık gelen yumuşak hareketleri, kulağına daha melodik gelen Chopin ve Mahler müzikleriyle belli bir kalitenin üzerindeydiler.
Koreograflar, 11 Eylül gibi hepimizi dehşete düşüren, içimize işleyen bir olayla ilgili olarak, kolaycılığa kaçmadan etkili olabilmeyi başarmışlardı. Özellikle Keigwin’in, yapıtı sonlandıran koreografisi oldukça etkileyiciydi: Sahnedeki herkesin yere yığılmasından sonra, ayakta kalan çiftten biri diğerinin kollarından sıyrılarak yere yığıldı, ayakta kalanın kolları boş kaldı. Bir terör olayıyla ilgili olarak sadece hayatını kaybedenleri değil, arkada (hayatta) kalanları da hikayeye dahil etmek Keigwin’in koreografisini farklı kıldı.
Martha Graham’ın yapıtlarından 21 yıl öncesi kadar etkilenmemiş olsam da, 21 kişilik dans grubunun her bir üyesinin teknik ve artistik kalitesinden ve hepsinin tek bir nefesle dans edişinden (bir zamanlar Rus klasik bale topluluklarının, özellikle de Bolşoy Balesi’nin övgüyle bahsedilen üç özelliği) çok etkilendiğimi; dansçıların tümüne (ama özellikle “Errand into Maze“de ve “Hayal-1914“de dans eden Blakeley White-Mcguire’a) ve her akşam öncesinde sahneye çıkıp yapıtları kısaca tanıtan Martha Graham Dans Topluluğu’nun zarif sanat yönetmeni Janet Eilber’a hayran kaldığımı söylemeliyim.