Melih Anık
İBB Şehir Tiyatroları, ilk defa 16 Mart 2011 tarihinde oynanmış Zırhlı Kurt’u 2011-12 sezonunda da seyirciye sunuyor.
Oyunun yazarı Tarık Günersel’in ifadesi ile 1993 yılında Erol Keskin’in önerisi ile başlayan yazma süreci 2010 yılında Zırhlı Kurt’un ortaya çıkması ile sona ermiş. Oyunlar için asıl yolculuk sahnelenmekle başlar. Zırhlı Kurt 16 Mart 2011’deki ilk oyun ile asıl yolculuğuna başlamış.
1993 yılında Erol Keskin, IV.Mehmed hakkında bir piyes yazması için Günersel’e şu önerileri yapmış: 2 aktör 1 aktris için bir oyun; IV.Mehmed’in tahttan indirilmesinden sonraki bir dönemde tecritte geçer; IV.Mehmed ölüm öncesi hayal ve anıları yaşamaktadır. Erol Keskin’in verdiği öneriler arasında “kirişsiz yay” ve “zırhlı kurt” da varmış.
Tarık Günersel oyunda babasız büyüyen IV.Mehmed’in çocukken babasının idamına onay vermiş olduğunu yıllar sonra öğrenmesi ve duyduğu acıyı temel çekici güçlerden biri olarak almış.
Günersel, piyesi Erol Keskin’e ithaf etmiş.
Piyes Yazma
Bu noktada vurgulamam gereken bir husus var. Bir tiyatrocu Usta’nın bilgi ve vizyonu ile bir usta yazarın bilgi ve mahareti, Türk Tiyatrosu’na, üstünde doğduğu toprakların geçmişine ait bir eser kazandırmış. Her şeyden önce Erol Keskin’in önerisinin “derin”liğini iyice anlamak gerek. Konusu ve 5 maddelik öneri listesi ile Erol Keskin piyesin “kanava”sını veriyor. Tarih ve tiyatro üzerine Erol Keskin’in bilgeliğine bakar mısınız? Ya yazar? Tarık Günersel, bilgece olanı alıp azim ve sabırla tarihi mücevher gibi işleyerek bilgeliğin estetiğine dönüştürüyor. Metin olarak Zırhlı Kurt, Türk Tiyatrosu’nun övünmesi gereken eserlerden biridir. Zamanımızda oyun yazma okulları açan, oyun yazma kurslarına katılanların alacakları ders bu örneğin içinde. “Derin” olunacak, bilgili olunacak, yapılan iş iyi bilinecek. Bir oyunla tiyatrocu, yazar olunmuyor.
Erol Keskin
Erol Keskin Türk Tiyatrosu’nun çınarlarından biri. Hiçbir zaman bir araya gelmemiş olmamıza rağmen onu tanımlayan kelime bence disiplindir. Bunu o sahneye adımını attığı ilk anda anlardınız. Sesini, bedenini eğitmiş çok iyi bir oyuncudur, kendini devamlı kontrol eder . Aynı rolü bin kez oynasa ses dalgaları ve beden hareketleri bilgisayar ortamında üst üste çakışır gibi gelir bana. Zihnimde çakılı duran çok oyununu seyrettim ama birinci sırada Kral Lear gelir. Sonra İbiş’in Rüyası, Mösyö Butterfly, Vahşi Batı… Yönettiği oyunlardaki oyuncularda da onu görürüm ben. Erol Keskin Türk Tiyatrosu’nda örneği azalmış Hoca’lardan biridir.
Tarık Günersel
Tarık Günersel şairdir, öykü yazar, çeviri, dramaturgi yapar, yönetir, tiyatroda, sinemada rol almıştır, “piyes” yazarıdır. Onun, oyununa “piyes” demesini anlamlı bulurum. Türk ve Dünya edebiyatının önemli eserlerini sahneye uyarlamıştır. Dünya Şiir Günü onun önerisidir.
IV.Mehmed
IV.Mehmed Osmanlı İmparatorluğu’nun tahta en genç çık(arıl)mış padişahı. 1642 doğumlu padişah 1648 yılında babası Deli İbrahim’in yerine padişah yapılmış. Aynı yıl babası Deli İbrahim katledilmiş. Tahta çıktıktan sonra sünnet olmuş IV.Mehmed. Çocukluğunu yaşayamamış. Üstüne oyunlar oynanmış, zehirlenmek, sünnetinde öldürülmek istenmiş. 1651 yılına kadar babaannesi “Dört devlet süren” Kösem Sultan ile annesi Turhan Sultan’ın çekişmeleri arasında; tahttan indirildiği 1683 yılına kadar da annesinin güdümünde “padişahcılık oynamış”. Babaannesinin ölüme gönderildiğini görmüş. Pek çok sadrazam değiştirmiş, Sadrazamlarla şeyhülislamların ve yeniçerinin oyuncağı olmuş. Babasının katline izin veren fermanda imzası olduğunu yıllar sonra idrak etmiş. IV. Mehmed ava düşkünlüğü nedeniyle zamanının çoğunu Edirne’deki sarayında geçirirmiş, avlanma tutkusu yeniçeri arasında sorun olmuş. Padişah ava tövbe etmiş, av tazılarını elden çıkarmış, hayvanların yattıkları yerleri yıktırarak yeniçerilerden yükselen isyanı söndürmek istemiş. Edebiyata, tarihe ve dine ilgisi varmış, şiirler yazmış. Okumayı sever, âlimlerle sohbet etmekten keyif alırmış. Dine karıştırılan tüm hususların kaldırılmasını sağlamış (Kadızadeliler), içkiyi yasaklamış. Tüm bunları düşündüğümüzde ”zorla padişah”lık ile sıkılan ruhunu avutmak; “belki de kendini avlamak”, “ruhuna Arap zamkı gibi yapışan şeytanîyegâh musikîden kurtulmak için” ava, adı Avcı Mehmed’e çıkmış. Osmanlı tarihinin Kanuni’den (46 yıl) sonra en uzun süre (39 yıl) saltanatta kalan padişahı olmuş. Piyeste, “bedeninin sınırlarından kurtulup, ava çıkar”.
Zırhlı Kurt
Zırhlı Kurt metin olarak şiirsel, estetik bir piyes. Osmanlı İmparatorluğu’nun 20. Padişahı IV.Mehmed ve dönemini(1642-1693) 30 sahnede 2 aktör 1 aktris ile anlatıyor. Piyes görkemli bir dil ve alçakgönüllü bir bilgelik ile Osmanlı çınarına kıymıklar atıyor, bir dönemi iki saat içinde özetliyor. Repliklerde bulduğum satır başları şunlar:
Yönetim Anlayışı :
KÖSEM: Ben varım. Koskoca sistem var/ asırlardır gelişen/ ve gelişecek olan ebediyen.
************
KÖSEM: Ne demiş?(Jüstinyen)/”gerçi kanuna tabi değilim ama kanuna göre yaşarım”
***********
PİETRO: Kahve içenin zihni açılır, tartışır/yönetenleri eleştirir/Oysa şarap içen sohbet eder, keyfine bakar/İdareciler için zararlı olan şarap değil kaavedir.
**********
KÖSEM: Zırhlı kurt intikam peşinde/ O seni öldürmeden sen onu öldür.
Din anlayışı :
SARAYLI: Tören camide yapılmayacak mı?
KÖSEM: Sarayda yapılsın. Dünya işleri ile ilgili değil mi? Gel bakalım torunum alnına “Elif” harfi çizelim. Allah kelimesinin ilk harfi. Çocuksun diye küçümsemesinler.”
********
GÜLNUŞ: Şeyhülislam Yahya Efendi fetva vermiş/Bu şiirler yakılmayı hak ediyor amma/bir şair için hürriyet gerektir/Hayranlık uyandıran kabiliyetler asla yargılanmamalıdır.
*********
PİETRO: Hıristiyanlarla Museviler haraç vergisi ödüyor/vicdan serbestisi için
*******
MEHMED: Yalan yemin olmadığı ne malum?
SARAYLI: Onlar Müslüman
MEHMED: Ama insan.
**********
KÖSEM: Yedi yaşında Hakanlar Hakanı oldun/Allah’ın yeryüzündeki gölgesi.
*********
MEHMED: Kim huzur-ı kalb ile dua edebilir?/Aynadır seccade. Âyine.
********
MEHMED: Sevgilisi kelime-i şahadet getirip Müslüman oluyor/işkenceyle ölmemek için
*******
MEHMED: Son olsun bu recm.
*******
MEHMED: Kader varsa /neden vicdan var?
Tarihi Olaylar:
SARAYLI: Kopya ile geçinen binlerce hattat var/matbaa olursa işsiz kalırlar/Kur’an camilerde dinleniyor zaten/kanunlar, kararlar içinse tellallar var/geriye ne kaldı?/ Matbaa meydan olur zararlı fikirlere/Matbaa kilit bir mesele.
********
MEHMED: Varsın yansın Topkapusu Sarayı/Çöplükte bulunan Kaşıkçı Elmasıyla
********
MEHMED: Alkış Bizans âdeti ama hoş. Alkışlayalım.
********
MEHMED: Meğer Viyana seferine çıkmışız.
********
KADIZADELİ: Ezan güzel sesle okunuyor. Günahtır!/Nağmeli okunuyor. Günahtır!/Fen ve matematik öğrenmek haramdır / Kabir ziyareti putperestliktir.
MEHMED: Başka emrin?
KADIZADELİ: Sizdeki bu kafayla daha çook deprem olur!
MEHMED: Sen deprem yaratma da!
***********
MEHMED: Ama ben Girit’te barış sağladım, Erdel’de de.
********
MEHMED: Anahtarları gönderdi mi Polonya kralı?
Yukarda örneklediğim sahnelerden bazısı kendini anlatıyor ancak sahnede önemi yeteri derecede anlaşılamama olasılığı olan birkaç hususu açıklamakta yarar olduğu kanaatindeyim.
Metni bilmeyen seyirci, sahnede IV.Mehmed’in saltanatının tarikatlarından birinin Kadızadeliler olduğunu anlamamış olabilir. Tarihe göre Köprülü Mehmed Paşa’nın sadrazamlığı sırasında (1656-1661) küllenmiş bir ateştir. Kadızadeli sahnesi, piyesin tarihsel akışı içinde tam yerinde değil ama yazarın vakanüvis olmadığını düşündüğümüzde bir sakıncası yok. Ancak sahnenin piyesin başka bir yerinde kullanılması belki dramaturgiye katkı sağlar. Ayrıca seyirci açısından bir ön açıklamaya ihtiyaç var. Zira konu, mizansende tam da anlaşılmıyor.
İkinci olay IV.Mehmed’in “Meğer Viyana seferine çıkmışız” repliği ile anlatılan II.Viyana kuşatması, Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’nın ihtirası sonucu çıkılan Viyana kuşatmasının (1683) bozgunla sonuçlanması ve Paşa’nın kellesinin alınması olayı. Tarihe göre IV.Mehmed’in “kasdımız Yanık ve Kamaran kaleleri idi” sözleriyle memur ettiği Merzifonlu, kaleler üzerine gitmeyip Viyana’ya yönlenmiş. Olayın piyeste anlatımından sanki padişahın kandırılıp, “av için savaşa çıkıldı” izlenimine neden oluyor.
Üçüncü olay ise recm (taş atarak) ile kadının öldürülmesi olayı.(1680) Osmanlıda ele geçirilen tek belge IV.Mehmed dönemine tarihlenmiş. Oyunda bu konunun gündeme getirilmesi de yerinde.
Bu piyesten aklımdan çıkmayan bir söz var: IV.MEHMED’in ağzından “Kim huzur-ı kalb ile dua edebilir?/Aynadır seccade. Âyine” ifadesi piyesin âdeta kalbidir. İslam ve tasavvuf inancı kapsamında üzerine uzun uzun düşünmek gerek. Bir tiyatro yazısının sınırlarını zorladığı için seyircinin aşağıdaki açıklamalar çerçevesinde düşünmesini ve yorum yapmasını; bu ifadedeki büyük düşüncenin keyfine varmasını öneririm. Piyesin mizanseninde ise bu söze özel bir vurgu bence çok güzel olur.
(Âyine, sözlük anlamında “Tanrı’nın kendi cemalini seyretmek için yarattığı âlem”. Ayin ise dinsel tören. Kimi tarikatlarda (Melamilik) Âyin bir arada toplanıp, konuşmak için yapılır. Aynanın fiziksel olarak gösteren bir cisim olduğunu da biliyoruz.)
Piyeste bir sahne var ki tiyatroya güzelleme gibi. Babası Deli İbrahim’in ölümü sahnesinde IV.Mehmed ile konuşması sanki “derin ve anlamlı” bir tiyatro provası. Tarık Günersel, tiyatro güzellemesini piyes sonunda sahnede tüm yaşanan tiyatro anlamına gelecek şu repliklerle kapatıyor:
MEHMED: Keşke hayatımın bir tablosu yapılsa, hareketli.
PİETRO: Hareketli bir tablo mu? Mamma Mia! Teatro!
*******
Ve sanki zamanımıza bir gönderme:
MEHMED: Ama sadrazam oyunu yasaklamasın/ Çünkü zekice bir taşlama
Tarihte tiyatro ve Kadızadeliler ile ilgili rivayetler muhtelif. Bazı kayıtlarda, IV.Mehmed’in kahvehaneleri kapattırıp oyuncu ve çalgıcıların İstanbul’dan uzaklaştırılmasına neden olduğu; dine karıştırılan tüm hususların kaldırılmasını sağlamış olmasından bahsediliyor (ki bu Kadızadelileri hatırlatıyor). Her iki konunun piyes içindeki anlatımları tarihin bu anlatımına ters. Piyeste kinaye mi yapılıyor yoksa gerçek mi anlatılıyor, inandığınız tarihe göre değişir.
Tarık Günersel piyesine “Şiirsel trajik hiciv” demiş. Birkaç örnek vereyim:
MEHMED: Viyana kapılarına kadar gittik/ Bari tiyatroya gitseydik/Kapıda kaldık.
***********
MEHMED: Biz burada kapı gibi durmasak Hindistan’a başka yoldan varmaya kalkmazdı Avrupa.
*********
KADIZADELİ: Her an ensenizdeyiz
MEHMED : Berber misiniz?
**********
MEHMED: Haçlı seferine karşı iade-i ziyaret.
Padişahın “insan” yanını gösteren replikler muhteşem. Bir örnek :
MEHMED: Toprakla buluştuktan sonra /dallarında neşeli çocuklar açan bir ağaç/ olur muyum acaba?
Piyeste Cellat’ın recm sırasındaki ; “Gülnuş Sultan’ın hayali” (oyun dergisinde de var) tiratları unutulmayacak güzellikte.
Sahneleme
Sahnede tiyatroya ait her şey klâsik bir tiyatro anlayışı içinde doğru ve yerinde olmasına karşın piyesin sahnede, metindeki zenginliğe ulaşamadığını gördüm. Bu metnin estetik ve güçlü yapısını da gölgeliyor. Ülkemde tiyatro denince söz geliyor önce. Söz öne çıkınca sesin önemi ortaya çıkıyor. Özellikle şiirsel bir metinde ses çok önemli. İki erkek oyuncunun (Murat Coşkuner ve İbrahim Gündoğan) sesi -doğru tonlamalarına ve oynamalarına karşın- Aslı Öngören’in sesinin yanında aynı etkiyi veremiyor. Ayrıca bu tür metni seslendirmede aynı tonlamaları duya duya sağırlaşmaya başlayan kulaklar yeni bir ton arıyor. Aslı Öngören gerek seslendirmede ve gerekse bedensel devinimlerle canlandırdığı karakterleri ufak ayrıntılarla farklılaştırmayı çok iyi biliyor, rolü zenginleştiriyor.
Yönetmen Erol Keskin, bana göre, sözün değerini ortaya çıkaran klâsik ve doğru bir mizansen yaratmış ama oyunun etkisini arttırmada sınırlı kalan görsellik nedeniyle metnin özelliği yeterince ortaya çıkmıyor. Diyebilirim ki görsellikte zenginlik olsa oyunun söz ve ses kısmı bu kadar da öne çıkmayacaktı. Yönetmenler eldekini en iyi şekilde kullanır. Ulaşılacak noktada sınır, kendisine yardımcı olan dekor-kostüm (Aysel Doğan), ışık (İlhan Ören) ve müzik (Uskan Çelebi) tasarımcısının ufuklarıdır. Ama hepsini sınırlayan ve zorlayan, sahne ve salonun teknik yapısının ulaşabildiği yeterliliktir. Tabii ki oyunun sahibi ve bütçesi de önemli rol oynar. Bana göre Zırhlı Kurt, her türlü fedakârlığı hak eden ancak eldeki olanaklar nedeniyle tercihini “söz”den yana kullanmış bir piyestir.
IV.Mehmed’in “kardeşimle oynamak istiyorum” repliğinin çocukça söylenmesini yadırgadım. Oyunun tümünün hatırlama üzerine olduğu dikkate alınırsa “ton”lama değişik yapılmasının nerdeyse her repliğe uygulanabileceği açıktır. Ancak geçmiş bir olayı hatırlayanın tepkisi örneğin “çocuklaşmak” değil bugünden geçmişe bakmaktır. Yani “bugünkü hayıflanma” geçerlidir.
IV.Mehmed geçmişiyle hesaplaşırken bazı kişilerle konuşur. Bunun “doğrudan” diyalog olmaması gerekir gibi geldi bana. IV.Mehmed dışına çıkmadığı bir daire platform üzerinde dönüyor ki bu takılı kalmış zihinlerin “fasit dairesi”. Ancak, yürüyüş platformu biraz daha geniş olmalıydı.
Hint kasesinin kenarda ufak kalması yerine IV.Mehmed’in oturduğu platformu (çatladığında kararan). kase hissi verecek gibi ışıklı yapardım ben olsam, Zira IV.Mehmed’in kendi zehridir kaseyi çatlatan! (“A,aa! Çatladı galiba!/ Bana mı öyle geliyor acaba?/ Kendi zehrimden!/ Zehrin alasıyım ben)
Oyunun geniş ve yüksek bir sahnenin ortasında oynanması algıya olumlu katkı yapacak ve IV.Mehmed’in tecridini çok daha iyi verecektir.(Ben piyesi Fatih Reşat Nuri Sahnesi’nde seyrettim.)
Dönemin seyirci (özellikle İstanbullular) için, ilginç olan görselleri arasında Eminönü’deki Yeni Camii ve Mısır Çarşısı var. IV. Mehmed devrinde inşası tamamlanıp açılan Yeni Cami, Osmanlı mimarisinin en önemli eserlerindendir. Yeni Cami yanındaki annesi Turhan Sultan tarafından yaptırılan Mısır Çarşısı, bu camiye vakıf olarak yapılmıştır. IV.Mehmed’in, Yeni Cami yakınlarındaki Turhan Valide Sultan’nın türbesine defnedilmiş olması seyirci için iyi bir ilgi noktası olmaz mı? Aynı zamanda piyes sahnede kalmazdı, yaşanan mekânlara ve hayata bağlanırdı.
Oyunun tecritte geçtiği söylenmekle birlikte ömrünün son altı yılını saltanattan uzak geçiren IV.Mehmed’in saltanat için de tehlike sayılamayacak, gözden ve çaptan düşmüş bir figür olduğunu da düşünürsek, sahnelemenin tecrit ile sınırlanmaması iyi olur diye düşünebiliriz. Bu nedenle inziva, itikâf (bir yere kapanıp ibadetle vakit geçirme), çile odası hallerinin oyun içinde kullanılması yoruma olumlu katkı sağlardı diye düşünüyorum.
Piyes sonunda ortaya çıkan Cariye’nin piyesin başında görünmesi ile piyesin geriye bakış üzerine kurulduğu duygusu daha belirgin olarak vurgulanırdı diye düşünüyorum.
Görsellik üzerine bu kadar dururken kendi hayalimi paylaşmam belki anlaşılmam açısından bir fikir verecektir. Geniş ve yüksek bir sahnenin ortasında, sahne önüne kadar tavanda ulaşmış kesintisiz yuvarlak gökyüzü üzerine düşürülmüş tarihi mekân görüntüleri, kişi ve oyuncuların yüzleri, ortadaki IV.Mehmed üzerindeki baskıyı ve dönemi daha iyi “anlatmaz” mı? Bu şekilde diğer iki oyuncunun girip çıkması yerine sahnede sabit yerlerde “değişmeleri” ve karanlıktan çıkarak sahneye “girme”lerini hayâl ettim. Tiyatroda mekân ve ışığın kullanılması üzerine dünyadaki örneklerine benzer şekilde denemeler yapılması gerekir. Özellikle ışık altında değişen kostüm ve dekor rengi hem olanaklara hem de malzeme ve ışık bilgisine bağlı. Müziği oyuna özgü, özgün ve bütün kılmak ve de ışıkla birlikte bir oyuncu gibi kullanmak etkiyi arttırmaz mı?
Zırhlı Kurt, tiyatroyu bilen bir şairin yarattığı mükemmel bir metin ve ayrılan zaman için insanı, seyretmekten pişman etmeyen bir oyun. Düşünen seyirci için de bir fırsat. Tarihi çerçeveyi bilen bir seyircinin oyunu anlamlandırması daha fazla olacaktır. Oyuncuların samimi ve doğru oyunculuklarının yanına eğer seyirci, metnin şiirselliği ile içeriğini önemseyen ve hakkını veren bir çaba koyarsa piyesten alınacak keyf artacaktır.
İlgi:
Uzunçarşılı, İsmail Hakkı; Osmanlı Tarihi III. Cilt 1. Kısım: II. Selim’in Tahta Çıkışından 1699 Karlofça Andlaşmasına Kadar; Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları (2003). ISBN 975-16-0013-8.
Kadızadeliler Olayı:
17. yüzyılın ilk yarısında ortaya çıkan ve Kadızadeliler diye adlandırılan gruba göre problemin asıl sebebi, dini emirlerin terk edilip Hazreti Muhammed döneminde bulunmayan birçok uygulamanın dine sokulmasıydı. Kadızadeliler’e göre, dertlerin sona ermesi için yapılması gereken iş, dine sonradan sokulan uygulamaların ortadan kaldırılmasıydı. Bu yapıldığında tüm dertlerin devası bulunacak ve İslamiyet’in en iyi şekilde yaşandığı Asrı Saadet, yani Peygamberimiz’in dönemi tekrar yaşanabilir hale gelecekti. Kadızadeliler, özellikle Dördüncü Murad katında itibar sahibi olmuşlardı. Bozulan devlet otoritesini yeniden tesis etmesi için Köprülü Mehmet Paşa, 1656’da sadrazamlığa tayin edildi.
Kadızadeliler, bu isteklerini yerine getirmek için silahlanıp, halkı yanlarına davet ettiler. Sadrazamın onları bu hareketten vazgeçmeleri yönündeki uyarılarına kulak asmadılar. İsteklerinin yerine getirilmesinde direttiler. Bunun üzerine Köprülü Mehmet Paşa (1656-1661), Kadızadeliler’in isteklerini reddetti. Kadızadeliler’in mallarına el koyup, hareketin liderleri olan Üstüvan Mehmet, Türk Ahmed ve Divane Mustafa’yı tutuklatarak Kıbrıs’a sürdü. Bittiği kaydedilen hareketin etkisinin 1687’ye kadar devam ettiği de belirtilmektedir.
http://forum.alternatifim.com/osmanli-tarihi/kadizadeliler-hareketi/
http://www.tarihcininyeri.net/forum/index.php?topic=5052.0;imode
http://www.haberiniz.com/yazilar/koseyazisi7620-Kadiz%C3%A2deliler_Hareketi.html
http://www.tasavvufdergisi.net/Makaleler/1649266546_25.12.pdf
Recm Olayı:
“Osmanlı tarih kaynaklarında recm cezasının tatbik edildiğine dair yukarıda da bahsi geçen tek örnek bulunmaktadır: Silahdar Fındıklı Mehmet Ağa’nın naklettiğine göre hadise öyle cereyan etmiştir: 1680 tarihinde İstanbul’da bir yeniçerinin karısı, evine yakın bir yerde ipek dükkanı sahibi olan bir Yahudi’ye âşık olur. Bir gün Yahudi’yi evine alır. Bu durumdan haberdar olan mahalle sakinleri kadının evini basarlar ve hepsi birden “zina halinde bulduk” diye ifade verip ikisini de Kazasker’e getirirler. O da “gördük” diyenlerin şahitlikleriyle kadının recm edilmesine, Yahudi’nin de öldürülmesine hükmeder. Neticede de karar uygulanır. Sadece bir tarih kaynağında bulunan bu örnek henüz bir belge ile desteklenmiş veya ispatlanabilmiş değildir. Bu hadise gerçek olsa bile bir başka örneğine rastlamak oldukça zordur. Bu zorluk da suçu şahitlik zoruyla ispat etmenin hemen hemen imkânsız olmasından kaynaklanmaktadır. Ancak Şer’iye Sicillerinde zina suçuna verilen cezalarla ilgili çok sayıda kayda rastlamak mümkündür”
Teorik ve Pratik Olarak Osmanlı’da Recm Cezası: Bazı batı Anadolu Şehirlerindeki Uygulamalar – Abdulmecit MUTAF
http://www.turkishstudies.net/sayilar/sayi10/mutafabd%C3%BClmecit.pdf
IV. Mehmed Yaşam Hikâyesi
1 Yorum
Sevgili Melih Bey, sizin gibi değerli bir eleştirmenin titiz ve yapıcı yaklaşımı benim için çok önemli, teşvik edici. Sağ olun.