Mehmet K. Özel
Sıfırnoktaiki ekibinden Sami Berat Marçalı’nın yazdığı, Murat Mahmutyazıcıoğlu’nun yönettiği “Limonata” geçen sezon oynamaya başladı. Ben iki kere bilet almaya çalıştım, doluydu; kısmet bu sezonaymış.
“Limonata” tam da limonata tadında bir oyun; ne ekşi ne tatlı; ne keskin ne yumuşak.
Dramaturjik olarak boşluklarla dolu. Belli ki, özellikle bırakılmış bu boşluklar; seyirci doldursun diye.
Karakterler de öyle; kesin çizgilerle tanımlanmamış; gelgitli. Oyundaki Anne karakterinin hafızasının gidip gelmesi, hiç bir şeyi net yaşamamayı/hatırlamamayı seçmiş olması gibi.
“Limonata” romandan çok hikaye tadında; yağlıboya tablodan çok karakalem eskiz, suluboya resim havasında.
“Limonata” limonata gibiyse, “Aut” rakı. Sert, “dayı”, celalli.
“Aut”, evet, magazinel olarak konu edildiği gibi spor camiamızla, şike olayıyla ilgili, ama temelde daha can alıcı ve derin bir noktaya parmak basıyor.
“Aut” eğitimsiz, işsiz, tatminsiz, umutsuz ve geleceksiz genç insanların her türlü suça sürüklendiği günümüz Türkiye’sinin yakın plan fotoğrafını çekiyor.
Deniyor ya “Aut” (çok daha önce yazılmış ve provalarına başlanmış olmasına rağmen) müthiş bir zamanlamayla futbolda şike olayının üzerine geldi, gündemi çok iyi yakaladı diye.
“Aut” esas, Diyarbakır Büyükşehir Belediye Şehir Tiyatrosu Genel Sanat Yönetmeni rüknettin Gün’ün Mimesis’te çıkan söyleşide tiyatromuzun geneline dair yaptığı çok isabetli “tiyatromuzdaki tragedya sokaktaki kadar gerçek değil” tesbitinin üzerine geldi, cevap gibi. “Aut”taki tragedya en az sokaktaki kadar gerçek! Ve bu yüzden “Aut” çok etkileyici!
“Aut” futbol camiasını fon olarak kullanıp, sokağın nabzını tutuyor; neşteri sokağın dünyasına saplıyor.
Oyunun merkezindeki “zehir” karakterinin iki monologu “Aut”u safi futbol, taraftarlık, şike üzerine bir oyun olmaktan kurtarıyor; alanını genişletiyor. Zehir, kız kardeşini üzen ilkokul öğretmeninden intikam alacak kadar, amcasının ölüm döşeğinde öğütlediği “kötülükten gördüğü iyiliği” kendine şiar edinecek kadar yoldan çıkmış/çıkarılmış/çıkmak zorunda bırakılmış bir karakter. Zehir tiyatromuza son yıllarda hediye edilmiş en etkileyici karakterlerden biri; sahte değil, yaşıyor; kanlı, canlı!
Sıfırnoktaiki’nin bütün oyunlarında gözlemlediğim ilginç bir olgu; oyuncular her oyunda üç aşağı beş yukarı değişse de, “ekip oyunculuğu” denen kimyanın istisnasız her oyunda tutturuluyor olması.
“Aut”un da, daha önce Sıfırnoktaiki’de seyretmediğim kalabalık kadrosunun hepsi çok çok iyiler. Tabii ki Zehir’i canlandıran Erkan Kolçak Köstendil bir adım önde.
“Gösterişli” bir karakteri oynamak bir noktaya kadar kolaydır; daha yüksek sesle bağırdın mı, jestlerini biraz abarttın mı, daha dışa dönük oynadın mı, biraz da psikopatça bakarsan durumu kurtardın, seyirciyi etkiledin demektir. Köstendil’in Zehir yorumu böyle bir kolaycılığın çok ötesinde! Köstendil resmen rolünü yaşıyor; metnin ona sağladığı bütün imkanları sonuna kadar kullanıyor; nefes alışıyla, duruşuyla, gözleriyle adeta “Zehir” oluyor.
Sırıtmayan, doğal, akıcı diyaloglarla ustaca örülmüş hikayenin yazarları Alper Kul ile Özgür Özgülgün’ü kutlamak lazım.
Ama sanırım en büyük başarı; bu genç ve vaatkar ekipten bu kadar iyi bir oyun çıkmasını sağlayan, her şeyi kıvamında bir araya getiren yönetmen Eyüp Emre Uçaray’ın.
Uçaray her zamanki gibi basit fikirlerle ördüğü mizansenleriyle ve sade ama işlevsel çevre tasarımıyla, Sıfırnoktaiki’nin bir erken 20. yüzyıl apartmanının salonundan bozma kısıtlı (ama samimi) oyun mekanında harikalar yaratıyor; seyirciyi ilk andan itibaren mekanın/olayın/atmosferin içine sokmayı başarıyor. Örnek olarak sadece iki sahneyi hatırlamak yeterli: oyunun açılışındaki Sarı ile Zehir’in kapı önü sahnesi, oyunun devamında Sarı ile sevgilisinin cep telefonlarıyla konuştukları sahne.
“Aut”, Martin Mcdonagh’ın “İnishmorelu Yüzbaşı”sından Tarantino ve Guy Ritchie filmlerine bir sürü çağdaş örnekten beslenmiş ancak yazıldığı kültüre/ortama yabancı kalmayan, sahte ve taklit durmayan bir sahne yapıtı.
“Aut” 2 Eylül’de sezonu fişek gibi açtı. Sıfırnoktaiki daha şimdiden bu sezonun en iyi oyunlarından birine imza atmış oldu.
Gerisi de gelecektir umarım…