Ömer F. Kurhan
Melih Anık “Oyun Seçme Sanatı” adlı yazısında, gösteri sanatları piyasasında yer edinmeye çalışan küçük bir tiyatro topluluğunun oyun seçme serüvenini hicvetmiş. Bunu kısa bir oyun yazarak yapması, yazıya ayrı bir anlam katıyor; yazı oyun bulma sıkıntısını işlerken kendisini oyun bulma sıkıntısını giderecek bir oyun olarak var ediyor.
Dram sanatı formatında söylem kurmak ve yazmak…
“Ne oynamalı?” sorusunu krize dönüştürmeden yaratıcı bir şekilde yanıt vermenin bir yolu da buradan geçiyor. Tiyatrocular bir derdin dramatik temsil sanatı biçiminde ifade edilmesini sanatının temeli olarak görüyor ve bunu yapabiliyorlarsa, oyun bulma sıkıntıları da olmayacaktır.
On yıldan uzun bir süredir zaman zaman üzerinde yoğunlaştığım bir konu, oyun kurma ya da oyun yazımının yaratıcı bir entelektüel etkinlik olarak toplum tabanına nasıl yayılabileceği ve geliştirilebileceğidir. Atılması gereken ilk adımın, amatör tiyatro ya da tiyatro eğitiminde profesyonel tiyatrodan devralınan katı işbölümünün reddi olduğundan kuşku duymuyorum. Daha en baştan yaratıcı dram etkinliğinin edebi metin düzeyinde yazara, “gösteri metni” düzeyinde yönetmene havale edilmesinin doğru olmadığını düşünüyorum. Bir eleştirmenin eleştirisini oyun yazarak yapması ve oyun literatürüne yaratıcı bir katkı sunması karşısında belli bir heyecan duymamın nedeni bu.
Oyun yazarlığı, oyun yazımı alanında istikrarlı, uzmanlaşmaya dayalı, mesleki çerçeve de edinebilecek bir yaratıcılığı ima eder; fakat oyun yazmak, hatta iyi oyun yazmak için gerekli bir koşul değildir. Bu noktada karşımıza çıkan bir engel, yukarda belirttiğim gibi, profesyonel tiyatrodan devralınan ya da ona öykünen işbölümüdür. Soruna çözüm getirmek üzere geliştirdiğim bir yaklaşım, oyun yazımına kaynak oluşturacak anlatılardan hareketle, katılımcı dramaturji çalışmasını esas alan bir oyun kurma etkinliğini topluluğun tamamına yayan kolektif oyunlaştırmaya yönelmek oldu.
Bu noktada meydana gelen ve çarpıcı bulduğum bir olgu, bu yönelime karşı örgütlenen direncin büyüklüğüdür. Sonuçta, itiraz ettiğim standart işbölümüne fazlasıyla şartlanan ve yeniden üretilmesini talep eden yetişkin tiyatrocular açısından kolektif oyunlaştırma yönteminin avangard bir yönelimin konusu olduğuna, toplumsal olarak çocuklar ve gençler düzeyinde daha içselleştirilebilir olduğuna karar verdim. Bu kararı verirken, birlikte çalıştığım bazı öğretmen arkadaşların öğrencileriyle yaptıkları tiyatro çalışmalarına dönük bazı değerlendirmeler etkili olmuştu.
Olağandışılığı içeren vukuatların canlandırılması oyun yazımı için yeterli değildir. Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım’ın şike suçlamasıyla tutuklanıp cezaevine konulması bir vukuattır. Tek başına bu vukuatın canlandırılması oyun yazımı anlamına gelmez. Yaptırım için mahkemenin sonucuna bakmaya karar veren TFF’nin UEFA’nın telkiniyle Fenerbahçe’nin Avrupa Şampiyonlar Ligi’nde oynayamayacağına karar vermesi de bir vukuattır. Bu vukuatın da canlandırılması oyun yazımı anlamına gelmez. Fakat bu iki vukuatı birbirine bağlayacak şekilde bir canlandırmaya gidildiğinde, artık bir oyun yazma girişiminden söz edebiliriz. Dolayısıyla, dram sanatını var eden temel unsurun olay örgüsü olduğunu söyleyebiliriz.
Bu çok temel, asgari olarak Aristoteles dramaturjisinden haberi olanların farkında olduğu, fakat bir araya gelen tiyatrocuların tamamını kapsayacak şekilde eğitim ve araştırma konusu yapılmayan bir bilgi. Tiyatro çalışmasında bir eğitim ve araştırma başlığı olarak olay örgüsüne yer verilmesi, “metin krizi” gibi bir olgunun aslında üretildiğini ve aşılma koşullarının nasıl oluşturulacağını gösterir. Buna dramaturji bilgisinin yaratıcı bir perspektifle seferber edilmesi, kolektife mal edilmesi de diyebiliriz.
Amatör tiyatrocuların profesyonel sahneye öykünmek yerine hayattan derledikleri çarpıcı olayları oyunlaştırmaya gitmesinin, bireysel oyun yazımından kolektif oyun yazımına uzanacak üretici bir yelpaze oluşturmasının amatör tiyatroya gerçek anlamını yükleyeceğinden kuşku duymuyorum.
Bu duruma zaman zaman tanıklık ettik. Örneğin tekstil atölyelerinde ağır koşullarda haftada altı gün çalışan, geriye kalan tek dinlenme günlerini de tiyatroya ayıran bir işçi topluluğunun yaşantılarından derleyerek sahneye taşıdığı olayları halk tiyatrosunun canlanmasına dönük bir umut olarak alkışladık. Öte yandan, aynı topluluğun niçin sürekliliğini koruyamadığını düşündüğümüzde, meydana gelen entelektüel-politik hareketlenmenin bir yandan profesyonalist perspektife, diğer yandan tiyatro pratiğini (aslında genel olarak yaratıcı entelektüel etkinliği) ezilenler için ihtiyaç dışı bir fazlalık olarak gören “muhalif” yüksek siyaset yaklaşımına kurban edildiğini fark etmek zor değildir.
Aristoteles dram sanatının doğuşunu yaratıcı entelektüel tarihte açılan yeni bir alan olarak selamlamıştı. Anlatı sanatından eylemlere odaklanarak, eylemleri sahnede ya da zihinlerde canlandırarak farklılaşan dram sanatı, bu eylemlere değerler atfederek nasıl eylemek gerektiği konusunda yol gösterme iddiasındadır. Bunu meydana gelen vukuatlar arasında bağlantılar kurarak, çeşitli olaylar karşısında meydana gelen karmaşa duygusu ya da algılama güçlüğünün önüne geçerek, belli bir düzene sokarak gerçekleştirir.
Bu yaratıcı entelektüel faaliyete ket vurulduğu açıktır. Yukarda sözünü ettiğim tekstil işçilerinin dram sanatıyla kurdukları yaratıcı ilişki çalışma ve sömürü koşulları bakımından zaten büyük ölçüde engellenmiştir. Yine de bir delik açmayı başarıp dram sanatı evrenine sızmayı başardıklarında, hayata ilişkin strateji üretme yeteneklerine ket vuracak başka engellerle de karşılaştılar. Daha şanslı olanlar var kuşkusuz; fakat onlar da, “Oyun Seçme Sanatı”nda hicvedildiği gibi, yaratıcılığın ve entelektüel sorumluluğun birlikte mezara gömüldüğü, bu durum olağanlaştırıldığı ölçüde absürtleşen uç noktalara savrulabilirler.