Mimesis çeviri – InTransit festivalinin bir parçası olan ve Londra sokaklarını boydan boya turlayan bir geceyarısı otobüsü seferindeyim; işitsel tiyatronun nerelere kadar yolculuk ettiğine tanık olmak için, gözlerimi ve kulaklarımı dört açıyorum
Guardian, 1 Ağustos 2011, Çeviri: Taner Olçum
Geçen hafta, Londra’daki Liverpool Caddesi ve Chelsea arasında sefer yapan N11 numaralı gece otobüsünde otururken, kulaklıkların tiyatroda sahip oldukları yenilik olma durumunu kaybettiğini fark ettim. Bence bu gayet iyi bir şey.
Yaklaşık iki yıl önce, yine bu sayfada tiyatronun gittikçe MP3 çalarlar tarafından altedildiğini düşündüğümü söylemiştim. Bazı şeyler değişmeye başladı; bu biçem sadece farklı olduğu için seyircileri artık memnun etmeyi başaramıyor. İşitsel tiyatro artık acemilik döneminde değil.
N11 otobüsünün nasıl oluyor da, işitsel tiyatro şöyle dursun, herhangi birşeyin tezahürüne aracı olduğunu merak ediyor olabilirsiniz. Bunu sağlayan, Forest Fringe’in InTransit Festival içerisindeki ‘Gece Yarısı Otobüs Turları’na sunduğu destek ve katkı oldu. Bu tur, performansların eşlik ettiği, Londra’nın farklı gece otobüsleri için tasarlanmış 4 yayından oluşuyor. Bunların dördüne de şahit olmak istiyorsanız, iki tam tur yapmanız gerekiyor: yarımşar saatlik ses kayıtlarının iki tanesi doğu tarafına, iki tanesi de batı taraflarına olan güzergahlara denk geliyor.
Şehir boyunca devam eden bu sıradan yolculukların her birinde, kıyametin imalarının kulaklarda çınlamasına şahit oluyoruz. Otobüsün üst döşemesinden gelen sesler bizi dünyanın sonunu hayal etmeye çağırıyor. Her parça bizi bir felaketten kaçıyormuşuz izlenimine sürüklüyor. Abigail Conway’in The New Dawn [Yeni bir Şafak] adlı parçası doğal ışığın olmadığı soğuk ve çetin bir dünyadan göçü anlatırken; Hannah Nicklin’in isimsiz parçası, su kıtlığının ya da bir sel felaketinin – ya da bunların hepsinin bir arada – yaşanmasının ardından şehrin nasıl tahliye edileceğini tahayyül etmemizi kışkırtıyor. Bizden şüphe duymamız ya da uyum göstermemiz değil, sadece olası olandan zevk duymamız; sokaklardaki felaketlerin tohumlarını görmemiz bekleniyor.
Sabahın ilk ışıklarıyla birlikte, yapay bir biçimde aydınlatılmış Londra sokaklarındaki başıboş avareler ya da bir grup tiryaki, kulaklıktan dinledikleri kurgu hikayelerin içine rahatlıkla yerleşiyorlar. Zaten en münasip unsurlara odaklanıyorsunuz: şehir aydınlatması ve ürperen kadınlar ya da silahlı polisler ve tartışmalar.
Buna karşın projeye dahil olan diğer iki sanatçı, bu çalışmayla toplu taşımanın kamusal bir sunumunu gerçekleştirme amacı taşıdıkları hissiyatını veriyor. Greg MacLaren’in seyahat yayını ile acil durum yayını arasında geçişler için yazdığıThe End of the World Show [Dünyanın Sonu Gösterisi] adlı eserinde ise icracılar otobüse binerek üst kata toplanırlar, bir durak boyunca yolculuk edip sonra inerler. Muavin bir kibrit yakar, bir kadın çello çalar, bir adam cama slogan yazar, bir başkası anında onu siler. Kim Noble’ın karakteristik olarak huysuz olan eseri ise bize bizi anlatır; camları silmeye ikna eder, parti şapkaları takmamızı sağlar ve son olarak bize toplu olarak Go West adlı şarkıyı söylettirir. Trafalgar Meydanı’ndayken, otobüsün ön tarafındaki camını “Hangi cehenneme gittiğini sanıyorsun sen?” yazılı tabelalarla donatmamız istenir. Yolculuk esnasında at kafası şeklinde maskeler giymiş olan kadınlar ve erkekler, belli sıklıklarda şu tabelaları tutarlar: “Başkan Alan Cunting Titchmars Öldü”, diğeri cevaplar “Geç bunları”. Bu incitici olduğu kadar eğlenceli de bir durum.
Mesele şu ki, diğer yolcular kafası karışmış ve kuşkucu bir halde etrafa bakınıp dururlar. Onlar gelişmekte olan şeyi bizim gibi görmezler; onlar bizim gibi damla damla bilgilendirilmemişlerdir. Rotozaza’nın Wondermart’ı nda ya da Tim Etchells ve Ant Hampton’un eseri The Quiet Volume’da olduğu gibi, dört gece yarısı otobüsü de kurguyu gerçekliğin içerisinden çekip alarak dört döndürür, fakat bu sadece bize ferah bir perspektif sunulan alternatif bir radyo frekansını ayarlamakla gerçekleşir. Kulaklıklı tiyatronun, kişiye özel olma gibi ayrıcalıklı bir hissiyata sahip olduğunu da akla getiriyor. İster müzelerdeki sesli turu taklit ediyor olsun, isterse de sunucunun kulaklıklı anlatısını, biçimin sırrı tamamen sahip olduğu gizlilikte yatıyor.