Metin Boran’ın 8 Ağustos 2011 tarihinde Evrensel Gazetesi’nde yayımlanan yazısını okurlarımızla paylaşıyoruz
Son zamanlarda siyasal iktidarın politik, iktisadi açmazları ve faşizan tutumu yüzünden yeniden alevlenen savaş alanları, toplumun gündelik hayatını bir kez daha tedirgin etmeye başladı. Bir yandan sokakta bombalar patlıyor, insanlar ölüyor, yaralanıyor, sakat bırakılıyor, bir yandan da düşmanca söylemlerle toplum, karşı kamplara bölünüyor. Hep birlikte toplumsal bir kaosa sürükleniyoruz.
Ülkede bunca yoksulluk varken, işsizlik artık önüne geçilemez boyutta yaygınlaşırken, hem mali açıdan hem de sosyal ve kültürel olarak büyük tahribata yol açacağı gün gibi ortada olan bir savaş ortamına yeniden sürüklenmek çılgınlık olarak tarihe geçtiği halde iktidar sahiplerinin bu kirli savaşta ısrar ve inat etmelerini anlamak gerçekten zor.
Savaşta insanlarla birlikte diğer canlılar ölmüyor sadece, bu felakette doğa ve çevre tahrip oluyor, ekonomi ve mali sistem altüst oluyor, sosyal hayatta özgürlükler, demokratik haklar ve hukuk bloke ediliyor. Diğer yandan kültürel yaşam parçalanıyor, toplum psikolojisi travmatik bir duruma sokuluyor. İnsanlığın uygarlık mücadelesinde elde ettiği tüm kültürel değerler ve tarihsel kazanımlar yağmalanıyor ve kullanılmaz hale getiriliyor.
Bütün bu olumsuz sonuçları insan denen yaratık on bin defa yaşamış olmasına karşın şiddet, öfkeden ve öldürmekten kaçınmıyor. Anlaşılan modern teknoloji ve “altın çağ” vicdanı ile birlikte aklını da alıyor insanın ve merhametsiz bir figür olarak aramıza katıyor. Ama şu biliniyor; finans kapitalin ulus ötesi yaygınlaşma hırsı ve oligarşik hegemonyasını artırma ve sömürge ağını genişletme isteği bu savaşı yerel, bölgesel ve ulusal ölçekte kundaklıyor.
Halkın, yoksul işçi ve köylünün kendi aleyhine olan bu barbarlıkta parmağı olduğu tarihte görülmüş bir durum değil. Ama her savaşta her zaman olduğu gibi en çok zararı gören, en derin travmayı yaşayan ve tahribata uğrayan yine bu yoksul halk kesimleri oluyor.
Bu toplumsal zorbalık ve zulme karşı halk olarak muhalif tavrımızı pratik olarak ortaya koymalı dayanışma içinde ve kardeşçe bir yaşamı kotarma hedefinde güçlerimizi birleştirmeliyiz çok geç olmadan.
İşçiler, köylüler, memurlar, öğrenciler, akademisyenler, sanatçı ve edebiyatçılar, bilim insanları ile birlikte ve dayanışma içinde ortak bir cephede muhalif bir yapı örgütlemenin aciliyeti ile duyarlılığımızı göstermeli ve bu savaşa “hemen şimdi” dur diyebilmenin pratik ve etkin bir güç yaratılmalı.
Tedbir alınmaz ve savaşı durduracak etkin bir güç yaratılamazsa 30 yıldır olduğu gibi bu savaş yanı başımızda devam edecek ve hepimizi yakacak. Yeniden başlayacak acımasız ve kirli bir savaşın bu defa sonuçları daha da korkunç olabilir. Yeniden başlayacak bir savaş, halk arasında husumetin yaygınlaşmasına ve şiddettin körüklenmesine nesnel bir zemin yaratacağı gibi aynı zaman toplumsal, ekonomik ve kültürel anlamda tahribatı da kısa sürede onarılması mümkün olmayan zararlara yol açacaktır.
Albert Enstein barış üzerine S. Freud’la yazışmalarında, savaşın uzaması ve barışın çıkmaza girmesine ilişkin kaygılarını dile getirdiği bir mektubunda şöyle yazar; “savaş için hiç direnmeden verdiğimiz kurbanları, barış için de vermeye hazır olmalıyız. Benim için bundan daha önemli hiç bir şey yoktur.”
Siyasal iktidar hayatın her alanında gücünü pekiştirirken, bu gücü şiddet söylemiyle savaş çığırtkanlığına dönüştürecek politikalarını yeniden gözden geçirmelidir. Bu güç, insanların barış içinde özgürce, demokratik haklarını kullanarak yaşamasının önünde zorbalığa dönüşmemelidir.