Melih Anık
(Bir yazarın notlarından)
“Aklımda pek çok konu var. Bilgisayarın başına oturmamak için direniyorum. Her yerde konu var, yazmamak için zorlanır insan… Sanki otursam “elimden bir kaza çıkacak!” Ama kim zorlayabilir beni!
Yazanlar bilir, yazı düşünür insan sürekli, yürürken, otururken, yatarken hatta rüyada bile… Gecenin bir yarısı kalkıp not alınır. Kağıtsız kalemsiz sokağa çıkılmaz. Akla gelen not edilir. Velhasıl her şey nasıl yazı olur diye düşünür yazar.
Bir süredir insana taktım kafamı. Anladım ki her şey insana çıkıyor. Olayı değil, insanı yazmalı. Politika geçer gider insan kalır geriye. Ama politikasız da olmaz. İçinde az biraz politika olmalı. “Klâsik” olmak için insanı anlatmalı. İnsan gene insan! En büyük malzeme insan! Klâsikler nasıl kalmış bugüne.
Kafamın içinde bir oyun ile dolaşıyorum aylardır. Bazı konularda kararsızım. Konu ormanda mı geçsin ıssız bir adada mı? Bir oda içinde mi anlatsam dünyayı? Karakterleri hayvanlardan seçsem nasıl olur? Her insanın bir hayvan karşılığı (eşiti) yok mu zaten! “İnsan düşünen hayvan” değil mi! Orman yerine bir saray da pek âlâ olur. Metafizik dokunuşlar, paranoya, paranormal… Kuantum koysam mı içine biraz ya da felsefe…? Her şey ilhamdır yazar olana, yeter ki görecek gözü söyleyecek sözü olsun!
Bu zamanda geçmesin olay, gitmeli 500 yıl geriye. Giydirsem karakterleri 500 yıl önceki gibi. Ya da soyut giysiler üstüne birer “çağdaş aksesuar” atarım olur biter. Ya da gitmeli 500 yıl sonraya ne fark eder! Gelecekte de geçmişte de insan gene İNSAN!
Komik sözler etmeli ciddiyet sıkar. “Ciddiye alırlar” sonra. İnsan gülerken düşünmez, güldüğünü düşününce anlar başına geleni. Salonda gülsün, gitsin evinde düşünsün.
Öyle laflar etmeli ki her devirde okunsun. Herkes kendinden yana anlasın. Anlamayan da anlamasın! Yeter ki başa belâ olmasın. Hem savcı olsun hem savunma avukatı olsun. Hem yargıç olsun, hem mahkûm… Her derde şifa gibi olmalı oyun, binbir çeşit meyvadan sıkılmış “iksir” gibi. Yarasın, kim içerse.
Oyunu okuyan bir şeyler çıkarmalı. Ama ibret yazının içinde saklanmalı. İbreti bulan kendiyle övünmeli buldum diye, bulamayan sövmesin yazana “hay elin kırıla” diye, düşünsün neden ben bulamadım diye. Hiç olmazsa bulmuş gibi yaptırsın yazılan, anlamayana.
Kimi kaşlarını çatıp, kimi göbeğini oynatıp, kimi kahkahalı, kimi eli sopalı, kimi gevrek, kimi acılı, kimi gevşek kimi sert “ne demiş bu yahu!” demeli. Kimse anlamamalı kim ne demiş; dediğini yeniden okuduğunda diyen bile anlamamalı. Kimseyi işaret etmemeli, kim isterse üstüne alınmalı, kim isterse onun olmalı. Okuyan “oturtmuş gene!” demeli. “Zırva”lamış derlerse, ne demeli?
Sorulunca, uzun uzun ufka baktırmalı, derin derin iç çektirmeli, başı aşağı yukarı sağdan sola sallatmalı, bıyık titretmeli, gözlerin içini güldürmeli, yazarı gören duyan “bir bildiği var” demeli. Parmağına bakmalı gösterdiği yönü görmek için. Yazar “günah çıkarır” gibi yapmalı ama kuyruğu da dik tutmalı… Sır verir gibi olmalı dedikodu yazar gibi yaparak.
Öyle bir oyun olmalı ki değeri “zaman aşımından” sonra anlaşılmalı, yaşarken insanın başına dert olmamalı. Yazar ölüp gitse de oyun “oturtmalı”. Yazarı bugün alkışlatmalı devir dönüp yel karşı yönden esince yazarı bir daha alkışlatmalı.
Öylesini yapabilsem, ben yazarım… Ben YAZAR’ım!
İmza: Yazar”