Melih Anık
TEB Başkanı ve tiyatro eleştirmeni Üstün Akmen, 3 Mayıs 2011 tarihinde Evrensel Gazetesi’ndeki köşesinde “oğlu yerindeki Engin Alkan”ın saldırganlığından, kabalığından hiç mi hiç hoşlanmadığından onu muhatap ve yürekten destek verdiği Tiyatro Adam’ın bu oyununu değerlendirmeye almak istemediğini yazmış. “Oyunu beğendim ya da beğenmedim dahi dememiş.” Tiyatro Adam’ın oyuncularından bir başka gün ve saatte randevu istemiş. Sadece bir kereliğine oyuncuları yüz yüze konuşarak eleştirmek istemiş. Ben, eleştirmen, bildiği “tiyatro”yu öncelikle seyirci ile paylaşmak için yazar diye düşünürdüm. TEB Başkanı, eleştiri dünyamızla ilgili bir gerçeği açıklamış oldu: meğerse eleştiriler tiyatrocular okusun diye yazılırmış. Ben de bu işte bir terslik var, eleştirmen ile tiyatrocular neden bu kadar iç içe diye düşünür dururdum, şimdi anladım.
Afife Jale ödüllerinde bu sene hatırlanmayan Engin Alkan, birden bire “Seçici kurul çok uzun zamandır ülkedeki tiyatroyu seyircinin ihtiyacını ve eğilimlerini temsil etmiyor. Afife Jale’nin ismine gölge düşürecek spekülatif seçimler yapıyorlar. Dolayısıyla bu jürinin ehliyetinin sorgulanması gerekiyor bence, daha önce verilen Afife ödülümü geri verebilirim” açıklamasını yaptı. (26 Mart 2011)
2011 Sadri Alışık Tiyatro Ödülleri’nde Engin Alkan, Generaller, Savaş ve Barbekü oyunuyla “Komedi ya da Müzikal Dalında Yılın En Başarılı Yapımının Yönetmeni” adayları arasında gösterildi, (7 Nisan 2011) ödülü aldığı açıklandı (26 Nisan 2011).
Engin Alkan, ödülü geri verdi mi, yeni ödülünü aldı mı bilmiyorum ama bildiğim TEB Başkanı Üstün Akmen, Sadri Alışık Tiyatro Ödül Jürisi Başkanı’dır.
Buradan TEB Başkanı, Engin Alkan’ın baskılarına dayanamıyor ya da kendisine yapılanlara rağmen muhatap almasa da iyi olanı görecek kadar nesneldir demek mümkün.( Size kalmış) Ama bu oyundan oyunculuk ödül(leri) çıkmalıydı yönetmen değil!
Ben öncelikle seyirci ile paylaşmak istediğim ve de Engin Alkan’ın tiyatro için değişik bir şeyler yapmak için çabaladığını “hissettiğim” için düşüncelerimi yazıyorum. Onun yaşında oğlum da yok, rahatım!
ENGİN ALKAN ve “HAYATIN GERÇEĞİ”
Engin Alkan’ın yönetmenliğinin son 10 yılındaki oyunlar: Kral Ölüşüyor (2002), Kadınlar da Savaşı Yitirdi (2006), Ben Anadolu (2006), Bernarda Alba’nın Evi (2007-2008), İstanbul Efendisi (2008-2009), Tarla Kuşuydu Jüliet (2009), Hekate’nin Şarkısı (2010), Alemdar (2010), Generaller, Savaş ve Barbekü (2011)
Kral Ölüşüyor’u beğenmediğimi ama sahnelemenin dikkatimi çektiğini, Bernarda Alba’nın Evi’ni beğendiğimi söyleyebilirim. Kadınlar da Savaşı Yitirdi de biçim arayışı vardı. (http://www.youtube.com/watch?v=JKgaZRjwLII) Bu oyunlar, ardından gelenlerden farklıydı. Bence Engin Alkan’ın tiyatroculuğu İstanbul Efendisi ile değişmeye başladı. 2008 yılında kendisi ile yapılan bir röportajda diyor ki:
“Mesela Gaziosmanpaşa’da oynarken bunu düşündüm. Başörtülü kadınlardan birinin yanında kocası da vardı. Ama belli ki zorla gelmiş, hiç de hoşlanmıyor orada bulunmaktan. Benim oyunda bir repliğim var: “Bıktım dıştan iyi görünen, -içte ise yalan ve kandırmaca üzerine kurulmuş-uyduruk, vitrin aile hayatından” İşte ben böyle bir fonun içinde o lafı öyle sahipleniyorum ki. Benim o lafı, o iki kişiye anlatmam lazım. Böyle de karışık bir şey işte bu. Eski bir söylem, eski bir biçem, ama hala karşında bu biçimle ve bu yolla söylenmesi gereken birileri var. Sen bir yandan çok üstten bir tartışma yapıyorsun, bir taraftan hayatın gerçeği gözünün önünde. Yani sen somuttan yola çıkarak bu değerlendirmeye çalışıyorsun ki bu bence oturup kuram üretmeye çalışmaktan daha zor.” (http://forum.tabut.net/gelisme-f345/soylesi-f606/roportaj-ibst-aktorlugu-uzerine-aykiri-dusunceler-engin-alkan-t57290.html – Röportajı yapan Sinem Özlek Generaller, Savaş ve Barbekü’de Engin Alkan’ın yardımcısı)
İstanbul Efendisi, Engin Alkan’ın “hayatın gerçeği”ni ön plana almaya başlamasının ilk adımı denebilir. O sıralarda yazmış olduğum bir yazıda düşüncelerimi aktarmıştım. (http://melihanik.blogspot.com/2009/04/iki-oyun-cimri-ve-istanbul-efendisi-ve.html) Ardından gelen Tarla Kuşuydu Jüliet, aynI anlayışın kuvvetlenerek devam ettiği bir oyun oldu. Metaforların ve sahne görselliğinin vurgulandığı Alemdar, seyirciyi eğlendirmenin ilk hedef olarak seçilmediği, düşünsel ve deneysel tiyatronun öne çıktığı bir oyundu ve bütünlük sorunu olsa da iyi bir denemeydi ama “üstten bir tartışmaydı”. Generaller, Savaş ve Barbekü, Engin Alkan’ın “hayatın gerçeği” meselesine geri döndüğünü, seçtiği yoldan memnun olduğunu ve denemelerin devam ettiğini gösteriyor. Aradaki Hekate’nin Şarkısı’nı festival açılış oyunu olarak “kotarılmış” bir proje olarak kabul etmek ve tek başına Engin Alkan projesi saymamak gerek.
Türkiye’nin siyasal ve toplumsal değişimin, son 10 yıl içinde bir tiyatrocuyu Kral Ölüşüyor’dan Generaller, Savaş ve Barbekü’ye getiriş öyküsünün ilginç olduğunu ve incelenmesi gerektiğini düşünüyorum. 1965 doğumlu Engin Alkan’ın şahsında bir nesli de anlarız belki. Ama bu “üst” “alt” üzerine kurulmuş tartışma bizim toplumumuzda yeni değil.
Engin Alkan “Bizim seyirci profilimiz gittikçe diğer sanatların alıcılarından farklılaşıyor. Yani bir caz festivalini, bir sinema festivalini, ya da bir resim sergisini dolduran insanlar artık tiyatro salonuna gitmiyor. Daha çok “orta sınıf”ın eğlence anlayışına hizmet eden bir hale gelmeye başlıyor” ifadesinde algıladığı bir seyirci var aklında. Alkan, “ön sıraya, arka sıraya, orta sıraya ulaşabilmenin” yolları üzerinde düşündüğünü söylemiş ve “biçimin bir adım sonra geldiğine” karar vermiş.
İstanbul Efendisi ve Tarla Kuşuydu Jüliet oyunlarının seyirciden gördüğü yakın ilgi Engin Alkan’ın tercihlerinde hedefi vurduğunu gösteriyor. Generaller, Savaş ve Barbekü’nün İstanbul Efendisi’ndeki seyirci coşkusunu yakalamadığını görmemin nedeni, oyunu Enka’da seyretmiş olmamdır diye düşünüyorum. Alkan’ın da belirttiği Shakespeare’in “Ön sıra şiirle, orta sıra felsefeyle, arka sıra entrikayla ilgilenecektir” sözlerinden yola çıkarsak Enka’daki seyircinin ön ve orta sıralardan oluştuğunu arka sıraların o akşam azınlıkta olduğunu söylemem mümkün. (Bu sözde “arka sıradakiler”, entrikacı demek değildir, aman yanlış anlaşılmasın, Alkan da onu demek istemiyordur herhalde.) “Orta sınıf” ve “eğlence anlayışı” azınlıkta idi diyelim.
Engin Alkan’da “eğlendirerek tiyatroya alışkanlık yaratma”nın bilinçli bir tercih olduğunu düşünüyorum. Doğru bir tercih mi kuşkularım var.
“Kim bilir belki de özgürleşebilmemizin esası kendimiz hakkında oluşturduğumuz tanımlamalarda değil, bizi kuşatan tanımlamalara başkaldırmaktır” demiş Engin Alkan.(http://www.hekateninsarkisi.blogspot.com/) Yaptıklarında baş kaldırının ip uçlarını görüyorum ama önemli olan başkaldırmak olsun diye baş kaldırmamaktır.
Her oyun ruhunu arar. Engin Alkan bu ruhu ortaya çıkarmak yerine başka arayışlarda. Generaller, Savaş ve Barbekü’yü de kendi anlayışı doğrultusunda değiştirmeye zorlamış. Bana göre Boris Vian’ın tadı kaçmış. Sanırım Alkan zaten onun peşinde değil, “seyirci eğlenirse bir gelen bir daha tiyatroya gelir ” ile daha çok ilgili. Birileri de seyirciye tiyatronun hep “böyle” olamayacağını söylemek zorunda. Zira tiyatronun başka başka yüzleri var!
GENERALLER,SAVAŞ VE BARBEKÜ
İBB ŞEHİR TİYATROLARININ 2010-11 PROGRAMI
İBB Şehir Tiyatroları, Generallerin Beş Çayı isimli oyunu 2010-11 sezonu programına aldığını açıklamıştı. (http://www.gazetekadikoy.com.tr/gazeteKadikoyEski/554/menu5.html) Berk Erdem’in özgeçmişine (http://www.tiyatroadam.com/?page_id=597 ) göre o tarihlerde Tiyatro Adam, ona oyunun çevirisini sipariş etmiş olmalı. İBB Şehir Tiyatroları yönetmenlerinden Engin Alkan oyunu Tiyatro Adam’da yönettiği için mi İBB Şehir Tiyatroları oyunu programından çıkardı? Ben, Engin Alkan’dan İBB Şehir Tiyatroları vazgeçtiği için Tiyatro Adam’ın oyunu programa aldığı açıklamasını bekliyorum. Hem Tiyatro Adam, İBB Şehir Tiyatroları’nın programa aldığı oyun Generallerin Beş Çayı’nı oynamıyor ki onlar Generaller, Savaş ve Barbekü isimli oyunu oynuyorlar(!) İBB Şehir Tiyatroları’nın programına aldığını ilan ettiği bir oyunun özel bir tiyatro tarafından programa alınmasının yöntemi nasıl acaba? Tiyatro Adam İBB Şehir Tiyatroları’na danıştı mı? Ben İBB Şehir Tiyatroları’nın açıklamasını merak ediyorum en çok.
OYUNUN ADI ÜZERİNE
Metin And 50 Yılın Türk Tiyatrosu isimli kitabında “Generallerin 5 Çayı (Boris Vian ç. Orhan Aydınbaş u. Haldun Taner UU’67 DKKT’69) yazmış. Anlamı şu: Oyun Orhan Aydınbaş tarafından çevrilmiş, Haldun Taner tarafından uyarlanmış, 1967 yılında Ulvi Uraz 1969 da Devekuşu Kabare Tiyatrosu’nda oynanmış.
Orhan Aydınbaş Türk Sinema ve Tiyatrosu’nun yüzü çok tanınan oyuncularından biri. Ama TÜRVAK Müzesi’nde (http://www.turvak.com.tr/) kendisi hakkında bilgi yok. Bir resmi varmış o da müdürden izinli görülebilirmiş. Tiyatro Dünyası ve Mimesis forumlarına gönderdiğim mesajlara karşılık veren de çıkmadı. http://www.oguzoktay.com/ adresinde resimlerini gördüğüm Orhan Aydınbaş ile ilgili attığım mesaja da cevap gelmedi. (Şu sanat ne kadar vefasız!)
Orhan Aydınbaş’ın çevirisi Türk Tiyatrosu oyun dağarcığına Generallerin Beş Çayı ismiyle girmiş. 2008’de Ayberk Erkay yaptığı çeviride de aynı ismi kullanmış. Tiyatro Adam ise Berk Erdem çevirisini kullanıyor ve oyunun ismi Generaller, Savaş ve Barbekü. Ben herhangi bir çevirmenin özgün metni kafasına göre değiştirebileceğini sanmadığım için Engin Alkan çevirmene falan aldırmamış oyunu kendi anlayışına göre isimlendirmiş, kesmiş biçmiş, sahnelemiş diyorum. Oyuncular da doğaçlama ile katkı yapıyor! Bu, tiyatro literatürü ile ilgilenenler için üzerinde iyice düşünülmesi gereken bir konudur. Olayda telif ödeme ile ilgili bir sorun olduğunu düşünmek istemiyorum. Öte yandan ülkemizde Boris Vian’ın Kasaplığın El Kitabı, İmparatorluk Kuranlar, Generallerin Beş Çayı isimli oyunlarını çeviren ve kitapların önsözlerinde çok iyi Boris Vian analizi yapan, Türkiye’de Boris Vian üzerindeki tecrübesiyle herhalde adı ilk hatırlanacaklardan biri olan Ayberk Erkay’dan yararlanılmayışını da tuhaf buldum. Herhalde Ayberk Erkay ile görüşülmüş olsaydı Erkay, kendi çevirdiği bir oyunun oynanması için elinden gelen kolaylığı gösterirdi. Engin Alkan belki de Erkay’ın orijinal metne bağlılık konusunda katı olacağını düşündü ve önünde engel olsun istemedi, “kendi pişirdi kendi yedi” ya da program ile ilgili ince bir ayrıntı var. Engin Alkan çevirene de dramaturga da aldırmıyor. Dramaturg ne yapar Allahaşkına? Bana göre dramaturgun bir işi de yönetmene karşı yazarı temsil etmektir. Volkan Keleş yönetmene yardım etmiş. Çünkü ben yazarın temsil edilişini görmedim oyunda.
OYUNUN KONUSU, BORİS VİAN TİYATROSU
Ekonomik krizde olan bir ülkenin Başbakan’ı durumun savaş ile çözüleceğini düşünür. “Sorumluluğu üstüne alarak” Genel Kurmay Başkanı’nı savaşmaya ikna eder. Kuvvet komutanları, savaşmayı “angarya” gören Genel Kurmay Başkanı “sorumluluğu üstüne aldığı” için, savaşa razı olur. Başpiskoposun da desteği alınır. “Rakibi ayarlayan” Başbakan’ın gayretleri ile bulunan Rus, Amerikan ve Çinli delegeler savaşmayı kabul etmezler ama “oyun” dışında da kalmak istemez, birer tümen göndererek taraf olmayı kabul ederler. Hepsinin kendilerinden yana bir nedeni vardır. Amerikalı kendi zencilerinden kurtulmayı düşünür, ırkçılık meselesini halledeceğini düşünür; Amerikalı tankını, Rus tanksavarını deneyecektir. Amerikalı “artık ölmeye son” sloganı ile sıhhiye birliğinin propagandasını yapacaktır. Çinli sivil sağlık hizmetlerine dikkat edilmesini ister. Çinlinin önerisiyle Afrika’ya (Fas ve Cezayir’e yani sömürgelere) savaş açılmasına karar verilir. Sığınakta geçen iki yıl sonra savaşın bitmesine karar verilir, savaş oyunundan sıkılan generaller Rus ruleti oynar.
Savaş karşıtlığı, dünya politikasındaki cin fikirler, yönetenlerin hesapları, yozlaştırılan din ve burjuvazi, Boris Vian’ın hedef tahtasındadır. “Bojole” içen “yoldaş”, votka-kola içen Fransız, Alexandre Dumas okumamış bir Fransız başbakan, homo kuvvet komutanı, anası üstünü örtmezse uyuyamayan ana kuzusu Genel Kurmay Başkanı, “sütü bozuk” başbakan, azizleri tanımayan ipsiz sapsız, sarhoş başpiskopos, hükümeti satın alacak kadar zengin kilise, güvenli bir yerde durup emir veren “terbiyeli” generaller, savaşta İsveç’te yapılan Fransız bisiklet yarışını takip eden generaller, işleri güçleri yalan dolan olan gazeteciler, İvan’ın topunun ağzındadır. Cephe haritası yerine duvara İsveç’te yapılan Fransız bisiklet yarışının parkur haritasını asmanın da bir mesajı vardır: Fransa, içinde bulunduğu savaşa rağmen adıyla anılan bisiklet yarışını İsveç’te yapmaya devam etmektedir.
“Devasadır Vian sanatı. Düzyazısını, şiirini, tiyatrosunu, düş dağarcığını, söz dağarcığını, cazını, sinemasını, kurgusunu, pornografisini, operasını, şarkı sözlerini, radyosunu, icatlarını, savaş karşıtlığını, Saint-German müdavimliğini ve şimdi unutulan ya da daha bilinmeyen onlarca sanat bakışını toplamak gerek; ancak öyle göze görünür olur Vian sanatının heybetli cüssesi.”
Boris Vian tiyatrosu, “Sembolistlerden epey uzakta, fütüristlerin, dadanın, sürrealistlerin hemen yamacında, absürdün dolaylarında bir yerde deyip geçelim”
“Vian(1920-1959), gerçek dışı bir dünya yaratır” “o hayali dünyanın kendi gerçekliğini yaratması ve onun varlığını kâinata kabul ettirme”nin peşindedir.
“Vian tiyatrosu patafiziktir.” “Patafizik hayali çözümler bilimidir. İstisnalara hükmeden yasaları inceler ve bu evrene eklenmiş olan evreni açıklar ya da görülebilecek olan bir evreni ve belki de geleneksel olanın yerine asıl görülmesi gereken evreni açıklar.” Vian’ın edebiyatı “Düşün gülüşü”dür.
Vian, “Sahneye koymak isteyenlere elinde ne varsa sunuyor, kimselere şart koşmuyor, sınırlar çizmiyor. Tek şart gülmesini bilmek ki onu bilen güldürür de” Bence Engin Alkan gülmesini bilmiyor, güler gibi yapıyor. Bugünün dünyası onu çok rahatsız ediyor.(Haksız da sayılmaz.) Belki yaptığı ile kendini de iyileştirmek istiyor.
ENGİN ALKAN’ın OYUNU
Engin Alkan metni kılavuz olarak almış, mevcut bedeni sıyırıp atmak, bedene yeni bir ruh giydirmek gibi zor bir işe soyunmuş. Komik olsun, eğlendirsin diye mizanseni kendine göre özgürleştirmiş, uçurmuş, metni kesmiş biçmiş, mekânları değiştirmiş, giysilerdeki beklentiyi kırmış, komikleştirmiş, karakterleri karikatürleştirmiş, oyunculuğu da abartmış. Sahne aralarına dans, müzik koyarak tempolu bir oyun, çılgınlık yaratmaya çalışmış.
Yaptıkları bana oyundan bir repliği hatırlattı: “Cümle alemin derin derin düşündüğü şu günlerde özgür ve bağımsız bir fikre nasıl sahip olunur? Tabii ki saçmalayarak!” Alkan, tiyatral anlamda “saçma”yı sonuna kadar kullanmış. Altı şort üstü üniformalı ana kuzusu Genel Kurmay Başkanı ayaklarında krok ile dolaşıyor, ayakları çıplak pantolon paçalarını sıyırmış Başbakan ile birlikte aynı leğene ayaklarını sokuyor, oyuncak olta ile balık tutuyor, leğende lastik ördek yüzdürüyor, parmak arası terlikli ve şortlu er en laubali haliyle her olayın ortasında, Homo kuvvet komutanı rolünü abartıyor, ona “tesisatçı-muslukçu” esprisi(?) yapılıyor, Çinli delege kumda oynuyor, harp zamanı şeker bulamadığı için çayına pekmez koymuş tarihi ve çılgın anne dans ediyor, elinde gezdirdiği dvd’den film seyrediyor ve “let the sun shine”, “La Marseillaise” yan yana… Ortada karavan, leğen, duş kabini, lastik ördek, simit, portatif masa, şezlong, plastik sandalye… Komik olmaya planlanmış bir oyun. Ama Alkan bu tercihleri ile oyun gerçekliğini, Vian’ın yaptığı gibi inandırıcı yapamıyor. Vian’dan ayrıldığı temel nokta da bu! Yani Boris ve Engin farklı “saçma”lıyor. Engin Alkan 2008’de söylediği “hayatın gerçeği”ne de uzak!,
Temel değişiklik oyunun adı ile başlıyor. Generallerin beş çayı, barbekü partisine dönmüş. “Mangal partisi” onun mizansenine daha çok uyardı diye düşünüyorum. Barbekü mangalın modern(!) olanı. Ancak burjuva geleneği olarak algılanan “çay partisi”nin yerini tutmuyor. Boris Vian’ın vurgulamak istediği burjuvalar. Boris Vian’ın burjuva nefreti, en belirgin özelliklerinden biri. Türkçeye çevrilmiş üç oyununda da bu ortaya çıkıyor. “Burjuvazinin ahlaki ve maddi değerlerinin çöküşü” oyunların odağında. “Tıpkı savaş gibi burjuva aile kurumu da bozuk yapısı, sahte değerleri ve sonradan görme otoritesiyle Vian için tanımı ve teşhisi oldukça basit hatta kaderi çoktan belli bir imparatorluktur.” Vian, metin içinde mekan tanımlarında “Modası geçmiş burjuva mobilyalarla döşenmiş bir oda…” “Mide bulandıracak kadar burjuva kokan” ifadeleriyle nefretini belirtiyor. “Sınıfsız” Türk toplumunda Engin Alkan da şaşırmış besbelli, oyunu kime göre kurgulayacağını bilememiş.
Alkan, iç mekânlarda geçen oyunu açık havaya almış. Oysa savaşta bile yerin metrelerce altındaki sığınaktan dışarı çıkmayan, “Olur mu anneciğim ben öyle fazla dışarı çıkmayacağım ki… Askerler savaşacak” diyen Audubon’un sözlerine ters bu. Ülkeye hükmeden ama “köylüler gibi ellerini kullanmak için yaratılmamış, düşünmek için yaratılmış(?)” generaller burunlarını açık havaya (sokağa) çıkarmazlar inzivalarında kendi kendilerine oyunlarını oynarlar. Bu oyunda halk yok. Er ile Luis Mariano hayranı sekreter de bir “bozulmanın” sembolü.
Oyunda altı karakteri üç oyuncu oynuyor. Amerikalı, Rus ve Çinli aynı zamanda er, anne ve general rollerinde. Oyun sonunda general ile aynı sahnede olması gereken Çinli sahnede görünmüyor. Ama annenin olmadığı son sahnelerde Rus delege de yok. O olmayınca metinde Rus’un önerdiği Rus ruletini sahnede Fransız generallerden biri öneriyor. Oysa bu da bir eleştiri, “dış mihrakların oyunu” ile kurban veriyor ülke! Metinde son sahnede Amerikalının olmaması da Vian’ın bir mesajı aslında: Amerika “ölümler”de yoktur, siperde kalmasını iyi bilir. Engin Alkan bu ayrıntıları önemsemiyor.
Oyunda para birimi frank (2002 de kalkmış) kullanılıyor, anne “portable”dan (cd çalar-1978 dvd çalar 1994) film izliyor. Alkan bu hesaba göre oyunu 1978-2002 arasına almış diyeceğim ama onun özel bir dikkatinin ve hassasiyetinin olmadığı çok açık.
Metindeki savaşın önder azizini seçme sahnesi “fazla gelmiş”, çıkarılmış. Oysa bu curcunada neler neler çıkarılır bu meselenin içinden!
Alkan, oyun sonunda er Robert’e sahneyi toplatıyor. Oysa Boris İvan ayakta kalan homo general ile bitiriyor oyunu, Dupont kılıcını kuşanmış tekerlekli bir topu çekerek sahneden geçer ki bu da saldırgan bir mesaj. Bu bir hakaret değil, erkek diye geçinenlerin yapamadığını yapıyor Dupont. Metindeki piyade tümeninin komutanı oyunda deniz kuvvetleri komutanı olunca sahneden çekerek gemi geçiremeyeceği için bu son seçilmiş olmalı(!)
Tüm bu değişiklikler metindeki “boş gazete” Le Figaro’nun, sahnede Le Monde yapılmasına benziyor. Her şeyi keyfine göre değiştiren bir yönetmen, bu değişiklikten ne umar? Her şeyi kendine göre değiştirmekte özgür gören bir yönetmenin bu “ince ayarına” şaşırmaz mısınız? Türkiye’den bir gazete yapsana demez misiniz!
“Savaşa karşı durmak adına yapılabilecek en iyi şey ona kahkahalarla gülmek gibi geldi bana” diyor Boris İvan. Boris Vian’ın oyunu “savaşa karşı atılmış bir kahkaha” ama savaş hala yıkıyor. Oyun bu nedenle çin sosu gibi, tatlı-ekşiyi bir arada bulunduruyor ve bu duyguyu seyirciye ulaştırmanın yolu da saçmalamak değil.
“Vian tiyatrosu kışkırtır, aşağılar, küfreder, saldırır… ve güldürür… ve hepsi bir yana düş kadar özgürdür” “düşsel bir söz dağarcığı oluşturmak onun istediği” “dil tesadüf eseri konuşmak için kullanır olduğumuz bir cinsel organdır” Ama bu genel Kurmay Başkanının er Robert’e yerli yersiz habire söylediği “sürdürürüm, askeri mahkemede süründürürüm, kovuyorum seni” ya da “insan kapalı kutu/çok zorlarsan çıkar boku” ya da “işi olmayan çavuşlar/ döner birbirini avuçlar”, “tesisatçı, muslukçu”nun abartılması değil.
Boris Vian, “Kahkahadan bir silah yapmasını bilir” Engin Alkan’ın elinde kahkaha “su tabancası“ olmuş. Ben palyaçonun içinden çiçek çıkan tabancasına da razıyım.
PİTOÊFF’İ HATIRLATMANIN TAM SIRASI
G.Pitoéff, Bizim Tiyatro isimli kitabında diyor ki: “Eserleri değiştirerek, âdeta sakatlayarak günün zevkine göre uygulama arzularını hiç paylaşmıyorum. Bence gerçek ve en doğru çaba bu eserlerin bütünlüklerine sadık kalarak içlerindeki çağdaş ve ezelî olan titreyişleri bulup çıkarmaktır. Yazarın ilk ilhamına kadar inmek, maksadına, ifade etmek istediği şeylere nüfuz etmek gerekir”
“İçinde bizi ilgilendiren bir şey bulamadığımız eseri bir yana atar, aradığımızı bulduğumuz eseri alıkoruz. Bu eserlerde çağımızı heyecanlandıran suallerin cevaplarını da onların ezeli beşeriliğinde bulmaktayız”
“Bütün tiyatro eserlerinin hepsini aynı tarzda sahneye koymaya imkân var mı? Bunların hepsini ölçüp biçip bir hizaya getirip tek bir sisteme bağlamak… Zaman bile bunları tespit edemiyor da rejisör hepsini birden va’zettiği prensiplerinin tek çerçevesi içine sokmaya kalkıyor. Aslına bakarsak ne kadar çeşitli piyes varsa o kadar çeşitli mizansen lazım. Muhayyelimizi işletelim, fantezimizi kullanalım unutalım şu sistemleri…”
Sorun galiba her eseri kendi keyfimize göre kesip biçmekten eğip bükmekten ve de hepsini ölçüp biçip aynı hizaya getirmekten kaynaklanıyor. Eserin gerçeğini bulamayan, içindeki çağdaş ve ezelî titreyişleri bulup çıkaramayan “kendi gerçeği” için başka eser seçsin kendine.
SON SÖZ (Bu yazının son sözü…)
“Vian öyle susup oturan, kalender bir yazar değildir, eleştiriye anında kafa tutar, yanıt verir, kışkırtır, hani bundan zevk aldığı da açıktır.” Engin Alkan, Boris Vian ile galiba bu konuda buluşuyor.
Tiyatro Adam’ın ekip oyunculuğunu çok beğendim. Komedide role yabancılaşma ancak bu kadar ustaca ve kıvamında oynanırdı. Sahnede yaratılan tempo ile heyecan ve komedinin samimiyetini sevdim. Onları izlemek çok keyifli.
Farkındayım bu yazıda Tiyatro Adam güme gitti. Ama TEB Başkanı ve tiyatro eleştirmeni Üstün Akmen onlara özel seans yapacağı için içim rahat.
www.melihanik.blogspot.com
www.melihanik.blogcu.com
Not: Yazının içindeki altı çizili tırnak içindeki satırlar Ayberk Erkay’ın kitaplarından alınmıştır.
İlgi:
Oyunun videosu: http://www.youtube.com/watch?v=34w5p6WYlrA
Melih Anık- İmparatorluk Kuranlar yazısı:
http://melihanik.blogspot.com/2010/01/istanbul-devlet-tiyatrolar-imparatorluk.html
Melih Anık – Alemdar yazısı
http://melihanik.blogspot.com/2010/12/metafor-denizinde-bir-oyun-alemdar.html
Kaynak:
Generallerin Beş Çayı-Çeviren: Ayberk Erkay- Mitos Boyut 325
Kasaplığın El Kitabı-Çeviren: Ayberk Erkay- Mitos Boyut 298
İmparatorluk Kuranlar-Çeviren: Ayberk Erkay- Mitos Boyut 308
Bizim Tiyatro- G.Pitoéff-Çeviren: Muallâ Genez-Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları 2062